İki yaşam tarzı, iki farklı kültür, iki ayrı dünya ve iki zıt anlayış: yerleşik hayat ve göçebe yaşam tarzı, insanlık tarihi ile eş zamanlı kabul edilebilir bu durum insanlık tarihinin başlamasıyla ortaya çıkar. Aynı durum lokal da olsa hala çok az yerde devam ediyor. Lokal olmayanaynı hal modern çağımızda da devam etmektedir. Eylemsel olarak günümüz dünyası bir yerleşik bir de göçebe toplum unsuru barındırmamaktadır. Sakin dünyanın yerleşik insanları bu iki zıt anlayışın temsilciliğini ve savunuculuğunu, miras olarak gördükleri geçmişlerini uygarlıkları adına sahiplenmektedirler.
İnsanlığın geçirdiği süreç, evrimle, beşeri ve tabii felaketler; bu iki zıt kutbu biraz daha yakınlaştırmış görünmektedir. Daha doğrusu büyük uçuruma köprüler atılmıştır. Hatta insanlık zaman tüneline kuş bakışı baktığımız zaman aydınlanma çağından günümüze doğru gittikçe rafinize edilmiş anlayış ve düşünceler bir sentez olma yolundalar. Bu anlayışın yansıması olarak hem Doğu’nun hem de Batı’nın değerlerini önemseyen düalist düşünceler tezahür etmeye başlamıştır.
Bu makalemizde her ne kadar temel parametre olarak aldığımız Attilâ’nın Doğu-Batı edebiyat ve sanatlarına olan yansıması ise de tarih ilminin vesikalarından da istifade etmeye çalıştık.
Hun Hükümdarı Attilâ: Barbar mı, Kahraman mı?
Attilâ, Avrupa Hunlarının yenilmez hakanı, yaptığı fetihlerle ülkesinin sınırlarını muazzam büyüklükte genişletmekle kalmayan bu şanlı hükümdar, Avrupalılar tarafından henüz yaşarken bir efsane olarak kabule edilmiştir. Tarih ışığında; gerçekler, efsaneler ve iddialarile Doğu ve Batı’nın Attilâ’yı algılama anlayışlarını inceleyelim.
Giriş
Batı ve Doğu algılarının Attilâ hakkındaki düĢünce ve değerlendirmeleri hemen hemen birçok noktada büyük farklılıklar arz etmektedir. O günün koşullarında yaşanan tarihi hadiseler, bu iki uygarlık tarafından irdelenirken siyasi, ideolojik ve ırksal kaygıların gölgesinde yapılmıĢolabileceğinin en müşahhas kanıtı, bu iki uygarlık neredeyse ortak bir paydada hem fikir olamamaktadır. Batılı müverrihler epistemolojik olarak, Attilâ ve Hunları değerlendirdiklerini, öznel bir amaç gütmediklerini iddia ederler. Bununla yetinmeyip Doğu kaynaklarını tarafgirlikle ve bilimsel gerçekleri yansıtmamakla suçlayarak Doğu algısında, analojiden yola çıkılarak ampirik bilgilerle fantastik ve popülist bir yaklaşım sergilediğini ve ayrıca Doğu tarihi kaynakların, hem Batı hem de Çin tarihi kaynaklarıyla çeliştiğini iddia etmektedirler. Doğu müverrihleri ise Batılıların birçok tarihi gerçeği manipüle ederek pejoratif bir algı ile Attilâ ve Hunları yorumladığı ve Türk fobisi, korkusu, taşıdığı tezini savunmaktadırlar. Hangi zaviyeden bakılırsa bakılsın ister Doğu, ister Batı, bizler temel parametre olarak iki tarihi bakış açısını kaynaklardan yorumlamaya çalışacağız. Batı‟da Attilâ üzerine hem geçmişte hem de günümüzde birçok ilmi disiplinde (edebiyat, tiyatro, heykeltıraşlık, müzik, tarih...) çalışma yapılmıştır.
Doğu‟da, gerek tarih, gerek edebiyat tarihi, halk edebiyatı ve diğer ilmi disiplinlerde, böyle bir şahsiyet ve onun insanlık tarihinde bıraktığı iz ya maalesef ihmal edilmiştir, ya da çok yüzeysel olarak ele alınmıştır. Türk Edebiyat Tarihi‟nde Attilâ, Attila‟nın yaşam tarzı ve liderlik sırları çok esas, cins malzeme (dil, edebiyat, sosyoloji, psikoloji, folklor, musiki... ) unsuru barındırmasına rağmen ne yazık ki hak ettiği kadarıyla tarih ve sanatta yeterince işlenmemiştir. Peyami Safa‟nın 1946'lı yıllarda kaleme aldığı “Attilâ” romanı da hak ettiği ilgiyi görememiş ve nazarları yeterince Attilâ ve Hunlara çevirememiştir. Marcel Brion‟nın 1931 yılında yazdığı Attila romanı, Atatürk‟ün beğenisini kazanır. Bu durum, Atatürk‟ün Attila‟ya özel ilgi ve hayranlığının bir göstergesidir, Atatürk, büyük bir hükümdar, büyük bir stratejist olan Attila‟yı hep takdir etmiştir. Peyami Safa Atatürk‟ün Attila‟ya olan bu teveccühünden dolayı romanını kaleme almış olabilir.
Bu çalışma dışında, Türk edebiyat tarihi olarak daha külliyetli bir çalışma yapılmamıştır. Yaptığımız çalışmalarda Türk milletinin Attila‟ya karşı son zamanlarda yoğun bir teveccühünün oluşmaya başladığını gördük. Hüseyin Adıgüzel‟in “ Attila‟nın Romanı, Gök Tanrı‟nın Kılıcı” romanı Safa‟dan sonra Türkler tarafından Attila hakkında yazılan ikinci tarihi romandır. Adıgüzel eserinde “Batı‟nın bilinçaltındaki Türk korkusunun sebepleri temini işliyor. Attila‟dan ilham alınarak Türklük şuuru taşıyan ve günümüz Avrupa‟daki Türkleri anlatan “II Attila (Doğuş), Sanal Dünyanın Gerçek Hakanı” eseri Türk‟ün modern çağda Avrupa‟daki mücadelesini anlatıyor. Türk tarihi ve Türk edebiyat tarihi sahalarında Attilâ‟nın portresi çok kısa ve öz birer biyografik çalışma olarak ele alınmaktadır. Bu yüzden Doğu‟da özellikle biyografik/tarihi roman sahasında çoklu seçeneklere sahip değiliz. Bu durumun niçin böyle olduğunu irdelemeyeceğiz ve nedenlerini tespite çalışmayacağız, yazımızın amacı da bu değildir.
Vicdanın ve aklın egemen olduğu bir disiplinle sentezci yaklaşım ve analitik bir araştırma-inceleme yapma gayreti içerisinde olunmalı. Bireysel menkıbe, totemsel ve tabusal algıların oluşturduğu anlayış algısını ve yanlı bakış açısını aşarak, ya siyah ya da beyaz tercihinin tarihsel olmayan doğrular ve açıklamalar üzerlerine inşa edilen iddiaların, birer yanılgı olabileceği ihtimali yüksektir. Tarih ve tarihin yansıması veya türevi olan her eser kendi doğruluğunu veya yanlışlığını içinde barındırır. Bu sapmalar, tarihsel süreç içerisinde, bir gün tarihi doğrular ile yüzleştiklerinde üzerlerindeki yanlış veya eksik bilgi perdesi aralanır. En iyi müfessir olan zaman, tarihi hiçbir gerçeği gün ışığından mahrum bırakmaz.
Alıntı / Kaynak: DOĞU BATI ALGISINDA ATTİLÂ - Ahmet ADIGÜZEL
Turkish Studies- International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic