20230227

📰✍️Kızılca Gün- Ekrem Ataer


Kızılca gün

EKREM ATAER

Bir ay önce Yeni Gelen Dergisi’ne yazdığım yazıda, şunları söylemiştim: 

“Zor günler yaşayacağımız kesin ama kimsenin şüphesi olmasın ki, bu zor günlerin şiddeti yepyeni bir Türkiye’yi bir kez daha yaratacaktır. Şairin dediği gibi, “Bitecek sanıldığı yerden tekrar başlamasını biliriz.” elbet. Bu büyük millet, kendini küllerinden ilk defa yaratmayacak. Tarihte de hep öyle oldu. Yeter ki hızlıca örgütlenme kabiliyetine ve üreten ellerine güvenmeye görsün. Gelecek; özgür aklın, vicdanın, liyâkatın, estetiğin ve bilimin harmanlandığı ütopyanın ve onu ete kemiğe kavuşturan emeğin eseri olacaktır. Yaşadığımız günlerin mimarlarını da çaresizlik halüsinasyonu yaratıp çare diye kendilerini tezgâhlayanların da tezgâhını bozacak gücü inanıyorum ki hiç kaybetmedik. Yeter ki çarenin kendimizde olduğuna inanmaya görelim!”

Toplumun ciddi ölçüde ayrıştırılması ve bunun sosyal katmanlardaki tehlikeli gidişatına dikkat çeksem de konuyu iktidar-muhalefet yandaşlığı noktasında algılayan ve kendi tribünlerine oynayan malûm hamlıklarla karşılaştığımı da ifade etmek isterim. Kısa bir süre sonra yazım, bu sefer daha da farklı tartışılmaya başlandı. Hatta doğrudan gelen mesajlardan biri söyle diyor: “Hocam, 'Zor günler yaşayacağımız kesin ama yaşayacağımız günler yepyeni bir Türkiye’yi bitti sanıldığı yerden yeniden yaratacaktır. Bu halk, kendini küllerinden ilk defa yaratmayacak. Yeter ki örgütlü gücüne inanmaya görsün.' demişsiniz!”

KADER TANIMI EDİLGEN DEĞİLDİR

Evet dedim, yıllardır da diyorum. Yalnızca ben değil, bilim dünyası “Deprem geliyor, zor günler yaşayacağız!” diye yıllardır söylüyor. Birincisi, hiçbirimizin doğaüstü güçleri falan yok. İkincisi, bizler bilime ve akla inanan insanlarız. Üçüncüsü, bizlere göre tarih tekerrür etmez; tarihten ders almayanlar aynı şeyleri tekrar tekrar yaşarlar. Buna bağlı olarak ne yazdıklarımız kehânet ne de yaşadıklarımız “kader”dir. Kaldı ki İslâm inancının kader tanımı da insanı edilgen olmayı değil, tüm insani gayretlerden sonra tevekküle yönlendirir.

Yaklaşık bir yıl önce evimizi güneş enerji sistemine geçirdik. Dostlarımıza projemizi anlattığımızda, ilk duyduğumuz soru “Hocam, ne kadar zamanda amorti eder?”di. Tam da kapitalizmin ağzı ve günlük kâr-zarar mantığı ile sorulmuş garip bir soruydu bu. Eşimle başladık anlatmaya: “Arkadaşlar, ülkenin deprem diye bir sorunu var. Arabalarınızın marka modelini değiştirmekten daha öncelikli bir iş bu. Böyle bir fâciada en ciddi sorunumuz enerji olacak.” Bir kesim suskun ve şaşkın bakarken diğer kesim de bizi gereksiz telâş halinde gördüğünü ifade eden mütebessim nazarlarla süzdü.

ZOR, MASRAFLI VE ZAHMETLİ GELMESİN

Fâcianın geleceğini ve nasıl bir yıkım yapacağını tahmin etmek için kâhinlere değil, bilim insanlarına gerek vardır. Bu ülkenin bilim insanları var mıdır? Evet, hem de en iyilerinden, dünya çapında değerlerimiz var. Birçoğu da dostlarım. Yaptığım radyo, televizyon programlarıma hemen hemen hepsini çağırdım ve hâlâ da onlarla görüşüyorum. Peki, biz bu insanlarımıza inanıyor muyuz? Tam değil! Belki de inanmak zor, masraflı ve zahmetli geliyor.

Birçoğu da dertlerini anlatamadan yana yakıla öldü gitti. Hayatta olanların ise dillerinde inanın

tüy bitti. Ve onlar hâlâ büyük bir sabır ve metânetle yutkuna yutkuna yıllardır anlattıklarını şimdi tekrar anlatıyorlar. Bakalım bu sefer kim dinleyecek ve yaşadıklarımızın hafıza kayıtları ne kadar süreli canlı tutulup kalıcı yapılanmalar organize edilecek bilemiyorum! Ama bu sıçramanın bir şekilde devlet millet el ele, birlikte ve karşılıklı üreterek olacağına inanıyorum.

Yaşadığımız günlerde bir kesimin dilinde ise “Hesap sormayacak mıyız?” ya da “Şimdi değil de ne zaman hesap soracağız?” sorusu var. Toplumun kızgınlığını, hiddetini, çaresizliğini ve acısını anlamamak için dünyanın en gaddar ve anlayışsız insanı olmak gerekir.

Hepimiz bu acıya yüreğimiz paramparça ortağız. Bu sorular tabii ki sorulacak; eksiklikler, yetersizlikler, çaresizlikler, vurdumduymazlıklar, boş vericilikler bir bir sorulacak... Herkes ama herkes soruyu önce kendine soracak; denetimi yapanlar, yaptıranlar, her dönemde imar aflarını çıkartanlar, çıkması için bekleyenler, kendi evinin kolonlarını kesip otopark yapanlar, bunu denetlemeyenler ayrımsız hepsi... Asl’olan neyi, ne zaman ve nasıl soracağımızdır.

Lâkin bugün “kızılca gün”dür, “yağız yerin delindiği, mavi göğün çöktüğü gün” dür. Bu milletin töresinde “kızılca gün”de hesap sorulmaz, yara sarılır, kol kola girilir, yan yana gelinir ve örgütlü olunur. Kurtuluş Savaşı tarihine iyi bakınız, orada “kızılca gün”ün ne olduğunu göreceksiniz. “Kızılca gün”de Mustafa Kemal olmak gerektir; önce sağlam bir durum tespiti, sonrasında örgütlenme ve belâyı defetme önceliklidir. Bu sırayı bozarsanız, bozgununuzda boğulursunuz!

Muş'taki öğrenciler, depremzedeler için mektup yazdı.

HEPİMİZ SORUMLUYUZ

Bütün mesele bu. Önceliğimiz; bütün enerjimizi örgütlü, ayırımsız birlikte hareket etmeye, üretmeye ve “Kızılca Gün”ün çimentosu olmaya harcamaktır. Çünkü kime soracak olsanız kimse “gömleğim kirli” demiyor. Herkes temiz, herkes mâsum ve herkes parmağıyla karşısındakini işaret ediyor.

Bugün sorulacak en doğru soru kimin sorumlu olduğu değil, asıl kimin mâsum olduğudur. Yanıtı da gayet açıktır; sorumluluğu olmayanlar ve hiçbir sorumluluğa bulaşmamış yalnızca evlâtlarımızdır, o mâsumlardır. Bunun dışında hepimizin farklı oranlarda sorumluluğu vardır ve bunların muhasebesi de en ağır şekilde yapılacaktır. Fakat gün; içerden ve dışardan gösterilen gayrete, emeğe, katkıya, dayanışmaya ve insani reflekslerin tümüne teşekkür günüdür. Birini göklere çıkartırken diğerini kötü nazarlarla yok sayma günü değildir.

Bu halk bin yılı aşkın tarihi boyunca; dar günde obasını bir düşüncenin, bir idealin, bir otağın altında toplayanın yanında olmuştur. Mustafa Kemal’in “Ne mutlu Türk’üm” diyerek ifade ettiği tılsımlı kıvam tam da budur. Kimsenin inancına, etnik kökenine, günlük diline, örfüne, adetine, bölgesine bakmadan bir ışık altında toplanmaktır.

Gün “kızılca gün”den timsah gözyaşları ile parsa toplama günü değildir. Gün şuursuzca bağırıp çağırmak yerine, itidal ile değerlendirme günüdür. Bu refleksler bizi herhangi bir siyasi kanada ya da yönetim erkine değil, insanlığımıza yaklaştırır. Tribünler yer ile yeksân oldu ama görüyorum ki ortalık hâlâ tribünlere oynayanlarla dolu. “Dükkân siyaseti ”nin işporta malı şöhretleri ise hâlâ ortada. Bu söylediklerimi; panel, konferans ders ya da dost meclislerinde dillendirdiğimde dinleyenlerin ciddi bir kısmı cümlenin muhattabını karşılarında arıyorlar. Alıştım artık “Evet hocam, onlar böyle!” diye tasdik etmelerine. Çünkü dedim ya kimsenin “gömleği kirli” değil, herkes temiz, herkes pirüpâk. Lakin kurduğum cümlenin sınırları onları ya da bunları, öncekileri, sonrakileri ya da sıradakileri, siyahları, beyazları, sağdakileri, soldakileri, ortadakileri, aşağıdakileri, yukarıdakileri değil hepsini kapsıyor. Taa! 1938’ler, hadi diyelim 1945’lerden beri hepsini. Gün; ciğeri yanan insanların, kızının serçe parmağını yakalamış babanın, dudaklarına pamukla su damlatılan mazlumların inanç nidâlarını(!) şükür ifadelerini yargılama değil, izleme günüdür. Gün “kızılca gün”dür. Daha ne diyelim?

Kimse benim ya da bizler gibi düşünmek, söylediklerimizin tamamına katılmak zorunda değildir. Hatta tamamen örtüşmemenin düşünce iklimimize farklı zenginlikler katacağını da biliriz. Bütün mesele, dâr günümüzde millet olmak, cevherimize göz diken muhannete fırsat vermemektir! Ne günler gördük... “Millet, fakru zarûret içinde harap ve bitap düşmüş!” tü ve biz yine bir olmayı bildik. Yine de öyle olacak. Yoksa öyle bir “deprem” yaşarız ki altından kalkmak çok daha zor olabilir.

Yapacağımız şey, yapabilirliklerimize inanmak ve inancımızla üretmek; aklın, vicdanın ve bilimin sesini dinlemektir. Tarih bu süreçlerin tekrarı ile dolu ise tarihin tekrar etmesine izin vermemektir. Tarihimiz boyunca kuzgunun yegâne adresi leş olduysa bu sefer de olacağını işaret etmektir.

Kaynak: https://www.aydinlik.com.tr/haber/kizilca-gun-370929

🇹🇷Türk halkında paylaşma aşkının tarihsel kökenleri


 🇹🇷TÜRK HALKINDA PAYLAŞMA ‘AŞKININ’ TARİHSEL KÖKENLERİ

Daha dün kimileri Türk halkında dayanışma ruhunun bittiğini söylüyordu. Kimileri ise Türk halkının geri, cahil ya da aptal olduğunu. Kimileri ise ‘depremzedeler çaresiz, yardım eden yok, yandık bittik kül olduk’ diye moral bozucu kapkaranlık yalan tablolar çiziyorlardı. Ama gerek ülke içinde gerekse yurt dışı Türklerindeki rekor dayanışma ve paylaşma seferberliği, bu iddiaların tam tersini kanıtladı. Moral verdi. Sağol Türkiye.

Yardım kampanyaları; halkımızdaki kökleri çok eskilere dayanan, tarihsel ve derin ‘dayanışma ruhu’ konusunda; cami biraz yıkılsa da, mihrap yerinde duruyor sözünü anımsattı. Yardım ve dayanışma ile ilgili atasözlerinin zirve yaptığı dünya dili de bizim dilimizdir: 

  • Dost kara günde belli olur, 
  • Komşu komşunun külüne muhtaçtır, 
  • Baş başa vermeyince taş yerden kalkmaz, 
  • Ne verirsen elinle, o gider seninle,  
  • Komşusu açken tok yatan bizden değildir, 
  • İki taştan değirmen iki baştan muhabbet olur,… 

ve daha bunlar gibi onlarcası.

Daha 800 yıl önce “Bizim dergahımız, umitsizlik dergahı değildir. Gel, Ne olursan ol yine gel” diyen Mevlana’nın Anadolu’sundandır kökenimiz. Mevlana’nın yaşadığı yıllarda, Anadolu ve Suriye, tam 300 yıl süren çileli Haçlı işgal ve savaşları dönemine sahne olmuştu. Yüzlerce yıllık o felaket Haçlıların yenilgi ve çekilmesiyle son bulurken, on binlerce Haçlı askeri bile, kendilerini savaş süren o zamanın Papalık ve feodal Avrupa krallarını lanetleyerek, ülkelerine dönmeyi reddedecek ve Anadolu’ya yerleşmeyi yeğleyeceklerdi. Bu insanlar da Mevlanı’nın vefat gecesi ‘Seb-i Arus’a katılmayı boyunlarının borcu olarak görmüşler ve Mevlana’nın çağrısına uymuşlardı. Bütün bu felaketlerin akabinde, o dönemin bin parçaya bölünmüş ve eski büyük uygarlıkların mirascısı olan kadim ve bilge Anadolu halkımız, 1200-1300 yıllarında, paylaşma, dayanışma ve hoşgörüyle bir kez daha yeniden tanışarak, dünyanın en erken rönesansına adımlarını atacaktı. Yarım kalsa da.

Bilge Türk halkı, taaa o Mevlana ve Yunus Emre zamanlarından beri unutmadığı o dost paylaşmayı ‘gurbet ilinde’ yollara koyulurken  yine düşünde görmüş ve vefalı bir ‘mecnun’  olduğunu  bu  deprem felaketinde yine göstererek tarihe bir kez daha girmiştir. Hala da o yolda yürümektedir.  Aynen Yunus Emre’nin söylediği gibi:

“Gurbet ilinde yürürem

Dostu düşümde görürem

Uyanıp mecnun oluram

Gel gör beni aşk neyledi”

Sağolsun yardımsever Türk halkı. Daha çok şey var sırada yapacağı.

Alıntı: https://www.aydinlik.com.tr/koseyazisi/paylasma-rekoru-kiran-halk-370752

 

🇦🇿Azerbaycanlı Üsteğmen: 🇦🇿🫂🇹🇷Kardeşin kardeşe borcu olmaz

Azerbaycanlı Üsteğmen Mağrur Memmedov, “Acıyı tüm Azerbaycanlılar yüreklerinde hissetti. Herkes gelmek istiyordu. Bize nasip oldu, biz geldik. Kardeşin kardeşe borcu olmaz" dedi.

Kahramanmaraş’ta meydana gelen 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki depremlerin ardından bölgeye ilk intikal eden Azerbaycan ekipleri, yaraları sarmak için Türk askeri ile omuz omuza çalışıyor. 19 konteyner ve 21 çadırdan oluşan MSB Seyyar Sahra Hastanesi’nde iki ülkeden toplam 70 personel, depremin ilk günlerinden itibaren aralıksız çalışıyor. 🇦🇿Azerbaycan’dan 12’si askeri hekim ve 8’i hemşire olmak üzere 20 personel, TSK bünyesindeki sağlık personeliyle ortak çalışma yürütüyor. Hastanede yaklaşık 2 bin hasta muayene edildi, 85 cerrahi müdahale yapıldı. MSB Seyyar Sahra Hastanesinde görev yapan Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri’nden Tabip Üsteğmen Mağrur Memmedov, yürekleri ısıtan açıklamalarda bulundu.

'TÜRK ORDUSU ALLAH’IN ORDUSU'

Depremin ardından Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in talimatıyla Türkiye’ye geldiklerini söyleyen Memmedov, “Depremin acısını tüm Azerbaycanlılar yüreğinde hissetti. Herkes gelmek istiyordu. Bize nasip oldu, biz geldik” dedi. TSK’nın depremin ardından bir günde sahra hastahanesi açtığını ifade eden Memmedov, “Onlarla görev yapmaktan gurur duyuyoruz. Türk ordusu, Allah’ın ordusu, ölene kadar onlarla çalışmaktan gurur duyacağız. 7/24 TSK’nın doktorlarıyla görevimizin başındayız” diye konuştu.

'BİR GÖZÜMÜZ AĞLIYOR DİĞERİ İŞ YAPIYOR'

Depremzedelere soğukkanlılıkla odaklandıklarını dile getiren Memmedov, “İnsanların ellerini, kollarını nasıl kurtaracağız, tüm aklımız oradaydı. Bir gözümüz ağlıyordu, bir gözümüz de işimizdeydi. Ben konuşuyorum ama buradaki tüm askeri hekimlerimizin büyük emeği var” dedi. TSK ile çalışmaktan her zaman gurur duyduklarını vurgulayan Memmedov, “Eğitimimin büyük kısmını Gülhane’de aldım. Bir ömür vefa borcum var. Allah bize böyle günler göstermesin, daha güzel günler için birbirimize koşalım” ifadelerini kullandı.

'KARDEŞİN KARDEŞE BORCU OLMAZ'

“Kardeşin kardeşe borcu olmaz, teşekkür beklemez, bahane yapmaz” diyen Azerbaycanlı üsteğmen, “Herkes teşekkür ediyor ama bize teşekkür etmeye gerek yok. Biz farklı insanlar değiliz. Bu, ölene kadar bizim görevimiz. Türkiye ile Azerbaycan etle tırnak gibi, iki kardeş, aynı babanın iki oğlu. Her ikisi de ulu. Biz bir millet, iki devletiz. O kadar çok söylenecek güzel söz var ki Allah dostluğumuzu, kardeşliğimizi bize unutturmasın. 1918’de Nuri Paşa Azerbaycan’a geldi, o gün bağlarımız daha da sağlamlaştı, kardeşliğimizi tekrarladık” şeklinde konuştu.

Kaynak: https://www.aydinlik.com.tr/haber/azerbaycanli-ustegmen-kardesin-kardese-borcu-olmaz-370858


🇹🇷Türkiye’deki 🏚Depremler- Paylaşma rekoru kıran halk - Ali Develioğlu

 



26 ŞUBAT 2023

Ama üç farklı Avrupa’yı aynı anda yaşadık. Avrupa’lı Türklerin Avrupa’sı, Avrupa halklarının Avrupa’sı ve Avrupa hükümetlerinin Avrupa’sı.

AVRUPA’LI TÜRKLER

Belki de son yüzyıldır hiç görülmemiş büyüklükte  bir yardım seferberliği. Bu tanımlama yerinde olur. Yıldırım hızında, devasa, örgütlü, örgütsüz ve içten.

Daha depremin ilk günü yüksek tirajlı Hollanda gazetesi De Volkskrant “Hollanda Türk toplumu harekete geçmek için yerinde duramıyor” manşetini atmıştı. Böylece  Avrupa’da göçmen Türklerin yeni adı, ‘yardım için yerinde duramayan Türkler’ oldu.

Hollanda’da yaşayan Türkler tarafından toplanan yardımların toplamı bir haftada 40 milyon avroyu geçerek, AB Komisyonu’nun yardım toplamını bile (5,5 milyon avro) kat kat aştı. Başkonsolosluk, camiler, Diyanet Vakfı HDV, Milli Görüş, cemevleri, Alevi dernekleri, sosyal ve kültürel onlarca dernek, Türk federasyonları, Türk futbol kulüpleri, HOTİAD ve MÜSİAD gibi işveren dernekleri ve  daha bir çok kuruluş yardım kampanyaları yürüttü. Kadınlar şehir şehir sokaklarda alanlarda Türk yemekleri sattı, parasını gönderdi, onlarca tır malzeme toplandı gönderildi.

Türk yerel meclis üyelerinin etkisiyle 90’ı aşkın Hollanda belediyesi ‘her şehir sakini için 1 avro’  kampanyasına katılarak 25 milyon avroyu aşkın nakit yardımda bulundu.

Almanya’da Diyanet İşleri Türk İslam Birliği DİTİB’e bağlı 980 camide toplanan yardımlar bir kaç günde 25 milyon avroyu aşarken, 10 bin konteyner konuttan oluşan yerleşim yeri için yardım toplandı. Merkezi Almanya’da bulunan Uluslararası Demokratlar Birliği’nin (UİD) açtığı, ‘Türkiye’deki evlerinizi depremzedelere tahsis edin’ kampanyasına vatandaşlar akın edecekti.

UİD ile DİTİB, İGMG, Hasene, Türk Federasyon ve Avrupa Türk İslam Birliği (ATİB) gibi büyük STK'ların topladığı bağışların tutarı 125 milyon avroyu geçti.

Ayrıca sayısız vatandaşın bireysel girişimiyle de  milyonlarca avroluk nakdi ve ayni yardım toplandı. Malzemeler bini aşkın tır, uçak ve trenlerlerle ülkeye gönderildi.

Avusturya’da Türk Büyükeliçiliği başta olmak üzere birçok Türk kuruluşunun girişimiyle, binlerce ton battaniye, giyisi, ısıtıcı, jeneratör ve çadır toplanılıp gönderildi, Viyana’daki bazı düğün salonları toplama yerlerine dönüştürüldü. Bireylerin ilk hafta nakdi yardımı 1 milyon avroyu bulurken, Kızılay’ın Kızılhaç’ı harekete geçirerek başlattığı kampanyada da 7 milyon avroyu aştı. Avusturya, Hatay’da enkazdan 9 insanı kurtaran Avusturya Silahlı Kuvvetleri’ne mensup yardım ekibine duygulu bir törenle üstün başarı madalyası verecekti.

Konteyner konuttan oluşan yerleşim yerleri kurma amaçlı, malzeme toplama amaçlı ve nakit bağış toplama amaçlı  yardım  kampanyaları Fransa, İsviçre gibi ülkelerde de aynı başarıyla sürdürüldü. Makedonya, Bosna, Arnavutluk halkları da kendi mütevazi ekonomik güclerine rağmen canla başla kampanyalar açarak ellerinden geleni yaptılar, onlarca tır eşya gönderdiler, nakit para yardımında bulundular. Fransa’dan kendi tırlarıyla yardım taşıyan bir  kadın “4 bin 300 kilometre yol geldim, yorgunluk hissetmiyorum” diyordu.

AVRUPA’LI TÜRKLERE EŞLİK EDEN YERLİ AVRUPALI HALK

Avrupalı Türklerin kendi, doğrudan kampanyalarının yanısıra, Avrupa’nın yerli halklarının da duyarlılığı ve yardımseverliği gözlerden kaçmadı. Onlar da Türklerin yardım kampanyalarına destek olurken, çoğu yerde kendileri de yardım kampanyaları açtılar. Örneğin, Fransa’da Türk Futbol Federasyonu’nun bağış kampanyasına Paris Saint Germain'in dünyaca ünlü oyuncuları Neymar, Mbappe ve Messi de katılacaklarını açıklıyordu.

Yerliler, Türklerin duyarlılık ve fedakarlığından da ayrıca etkilenmişlerdi. Örneğin, İsviçreli arama kurtarma görevlisi depremzedelerin çorbasını paylaşmasını unutamamıştı. Arama kurtarma çalışmalarına katılan İsviçreli Monika Suter, "Türkiye'deki görevimde en çok hatırımda kalan, bazılarının minnettarlıklarından dolayı son çorbalarını bizimle paylaşmak istemesi olacak" diyecekti.

Monika bu konuda yalnız kalmadı. Avusturya arama kurtarma ekibinden Binbaşı Lindenberg de dugulanmıştı. Türkiye’deki görevi sırasında: "Misafirperverlik sınırsızdı, ellerinde çok bir şeyleri olmamasına rağmen, bize su ve yemek ikramında bulundular."

🇳🇱HOLLANDA’NIN  ŞAŞIRTICI NAKİT YARDIM KAMPANYASI

Avrupa’dan NAKİT PARA yardımında Hollanda bir istisna oldu. Belediyelerin 25 milyon avro yardımı, hükümetin 10 milyon avro ek yardımı ve ayrıca bir çok kuruluşun yardımı dışında, Avrupa’daki sivil girişimli en büyük NAKİT bağış kampanyasını yürüten ülke küçük Hollanda oldu. Türkiye’deki ‘Tek Yürek kampanyası’nın bir benzeri, yani Hollanda televizyonlarının 15 Şubat gecesi ortak kampanyasında Giro555 adlı ortak hesaba Hollanda halkı bir gecede 90 milyon avro bağışta bulundu.

Giro555 yaklaşık 40 yıllık geçmişinde en büyük bağışa Asya- Hint Okyanusu tsunami ve depreminde ulaşmıştı: 208 milyon avro. 230 bin insan yaşamını yitirmişti o felakette. 2010 yılında meydana gelen Haiti depreminde 111 milyon avro, geçen yıl Ukrayna için ise 179 milyon avro toplamıştı. Yaklaşık 90 milyon avro bağışla Türkiye depremi son kırk yılda dördüncü sıraya oturdu.

Üstelik Hollanda halkındaki Kalvenist tutumluluk geleneğini (kimileri Kuzey’in Yahudileri de diyor parasal açıdan) hesaba katarsak, Hollanda halkı bu kampanyada Avrupa’ya örnek oldu diyebiliriz. Geçen yıl ki AB istatistiklerine göre, aşırı sağcı ayrımcılık ve yabancı düşmanlığında AB ülkeleri arasında Avusturya ve Fransa’dan sonra üçüncü sıraya otursa da Hollanda. Ama  halk  her yerde halktır, bilmediği ya da ırkçı Wilders gibileri  kendisini kandırdığı  için halklar bazan ön yargılı olurlar. Yoksa doğası iyidir her halkın.

Giro555 hesap numaralı kampanya kuruluşunun başkanı, ertesi günü medyadaki  açıklamasında bu büyük miktara ulaşılmasında Hollanda’da yaşayan Türklerin etkili olduğunu belirtecekti. Kampanya akşamı televizyonlar, Hatay’da 16 yakınını yitirmiş Türk ses sanatçısı Karsu’nun , “Gönlüm hep seni arıyor, Neredesin sen” şarkısını söylerken, Hollandalı seyircilerin ağlayışını gösteriyordu.

Avrupa’lı Türklerin can siperane dayanışma ruhunun yerli Avrupalı’ya bulaşması kaçınılmazdı ve sonunda işte bu da oldu: dayanışma salgına dönüştü.

BATIDA  HÜKÜMETLER İSE CİDDİ NAKİT YARDIMDAN KAÇINDI

Batı hükümetleri bir miktar malzeme ve kurtarma ekipleri göndererek yardımda bulundu, ama çoğu NAKİT yardımdan kaçındı. Hollanda hariç.

İngiliz hükümeti nakit yardım yapmadı, bağış kampanyalarıyla 70 milyon sterlin topladı. Nakit yardım açısından diğer bazı Batı ülkeleri de şöyleydi: Kanada 10 milyon dolar, Avustralya 7 milyon dolar, İsveç 5,5 milyon dolar, Belçika 8 milyon dolar, İspanya 1,5 milyon dolar… Almanya, İtalya, Fransa da dahil Avrupa hükümetlerinin hatırı sayılır bir NAKİT yardımı olmadı.  

Örneğin, 300 milyon nüfuslu ABD dünyanın halen en zengin ülkesi olmasına ve  Elon Musk, Bill Gates, Mark Zuckerberg, Jeff Bezos gibi çok sayıda trilyonere sahip olmasına rağmen, Amerikan hükümetinin gönderdiği toplam NAKİT yardım 85 milyon dolarda kaldı. Bu da, bazı gözlemcilere göre, kısmen Beyaz Saray’ın kendi ülke içi hassasiyetlerinden, kısmen de Türkiye’deki bir kısım yandaşının ağzına bir kaşık bal çalmak  düşüncesinden kaynaklandı. Parasal olanakları büyük olmasına rağmen, Batı ülkelerinin ciddi nakit yardımından kaçınmaları siyasal nedenlerden ileri geldi. Suriye’ye, yaptırımları bahane ederek, bir iki istisna hariç hemen hiç yardımda bulunmazlarken, Türkiye konusunda da; ‘tavşana kaç, tazıya tut’

 SURİYE BENZERİ SİYASAL ENGELLER YARDIMA ENGEL OLUYORMUŞ

Washington merkezli ama Avrupa odaklı Carnegie Europe, Suriye Devlet Başkanı Esad’a  Beyaz Miğferler ya da El Nusra gibi kendi yandaş örgütlerinin iddialarına dayanarak yaptığı  ‘Esad yardımların halka ulaşmasını engelliyor’ suçlamasına Türkiye’yi de ekleyerek, şu manşeti attı : “Suriye’de savaş ve Türkiye’nin otokratik rejimi uluslararası yardım çabalarını engelliyor.”

Batı medyası 6 Şubat sonrası medyayı pıtrak gibi saran depremle ilgili yayınlarında, depremzedelerin acılarına bir yer vermişse, depremin Türk hükümetini devirmek için fırsat olduğunu ileri süren yayınlara beş yer ayıracaktı. Yayınlar daha çok Türkiye’nin iç işlerine karışma içerikliydi.

6 MİLYAR AVRO TOPLAYAN ‘TEK YÜREK’İ GÖRMEZLİKTEN GELENLER
Hatta Türk hükümetinin lehine olabileceğini düşündükleri haberleri de es geçtiler, örneğin depremzedelere rekor yardım sağlayan ‘Tek Yürek’ bağış kampanyasını.

Depremzedelerin yaralarını sarmak için 15 Şubat gecesi düzenlenen ve Türkiye, Azerbaycan ve KKTC’de 213 televizyon kanalı ve 562 radyonun canlı yayınladığı ‘Türkiye Tek Yürek’ programında toplanan bağış ile bir dünya rekoruna imza attık.

Farkına siz de vardınız mı: ama o gün aslında bir DÜNYA DAYANIŞMA REKORUNU da tarihe altın harflerle yazdırdık.

Ama ne yazık ki, çeşitli dillerdeki Batı medyasını araştırınız, göreceksiniz ki Türkiye’nin 6 milyar avro topladığı Tek Yürek bağış rekoruyla ilgili haber bir elin beş parmağı kadardır ve bu haberlerde de bunun dünya rekoru olduğu belirtilmez.

 OYSA BU, DÜNYA ÇAPINDA TARİHSEL BIR REKORDU. Düşünün, herhangi bir Batı ülkesi böyle bir dayanışma rekoru kıracak da, onu Batı medyası öve öve bitiremeyecek.

Mesela koca ekonomili ABD’nin bile rekoru bunun yarısı kadardır. 2004 yılında Asya – Hint Okyanusu depremi ve tsunami için, ABD bile kendi kampanyasında 3,2 milyar doları aşamamıştı.


ARAP DÜNYASI İSE GÜÇLÜ YARDIMI ESİRGEMEDİ

Rusya, İran ve Çin yardımda seferber oldu. Kazakistan gibi yoksul bir ülkenin bile 3 milyon dolar, Filistin gibi minicik yoksul ve İsrail baskısı altındaki kardeş halkın bile 1,5 milyon dolar nakit yardım gönderebilmesi duygulandırıcıdır.

Son yıllarda körüklenmeye çalışılan Arap düşmanlığının aksine, Araplar güçlü destek verdi. Çok miktarda malzeme yardımı ve nakit para yardımında Katar’ın yanısıra başka bazı Arap ülkeleri Avrupa’yı gerilerde bırakarak şaşırttı: Suudi Arabistan 96 milyon dolar, Birleşik Arap Emirlikleri 64 milyon dolar, Kuveyt 70 milyon dolar, Cezayir 30 milyon dolar… ABD’den yüzlerce defa daha küçük olan Katar’ın yardımı bile, görece ondan çok daha fazlaydı: 28 milyon dolar Katar emirinden, 6 milyon dolar Katar Charity’den ve 46 milyon dolar Katar televizyonunun bağış kampanyasından olmak üzere toplam 82 milyon dolar.

PAYLAŞINCA CANLANDIK

 Avrupa’da Türkler, bu görülmemiş seferberlik sayesinde yaşadığını anladı.

Depremde yitirdiğimiz on binlerce canımız, giderken, arkalarında kalan insanlara, işte bu dayanışma sayesinde yaşadığını da farkettirmişti.

Depremde şu da görüldü: her kim ki insanı doğuştan bencil ve günahkar sanır, o yanılıyordur. Birbirini seven, dayanışan ve paylaşan insan, haksız toplum biçimlerince ruhu bozulamamış gerçek insandır. Deprem sonrası dayanışma rekoru kıran  halkımız bu sosyal gerçeği bir kez daha kanıtladı. Mal mülk tutkusu aslında insanın doğasında yoktur, insan bunu sonradan, yaşamında öğrenmiştir, Felaket bunu insana hatırlatan bir hocadır. Önceleri örtülü ve potansiyel  halde var olan ama deprem felaketi sonrası tüm toplumumuzu sarsarak görünür hale gelen dayanışma ruhu, Kurtuluş Savaşındaki Türk  halkının ruhunun gerçekte nasıl olduğunu bize çok daha iyi kavrattı. O nesil de bu ruhu fazlasıyla yaşamıştı.

TÜRK HALKINDA PAYLAŞMA ‘AŞKININ’ TARİHSEL KÖKENLERİ

Daha dün kimileri Türk halkında dayanışma ruhunun bittiğini söylüyordu. Kimileri ise Türk halkının geri, cahil ya da aptal olduğunu. Kimileri ise ‘depremzedeler çaresiz, yardım eden yok, yandık bittik kül olduk’ diye moral bozucu kapkaranlık yalan tablolar çiziyorlardı. Ama gerek ülke içinde gerekse yurt dışı Türklerindeki rekor dayanışma ve paylaşma seferberliği, bu iddiaların tam tersini kanıtladı. Moral verdi. Sağol Türkiye.

Yardım kampanyaları; halkımızdaki kökleri çok eskilere dayanan, tarihsel ve derin ‘dayanışma ruhu’ konusunda; cami biraz yıkılsa da, mihrap yerinde duruyor sözünü anımsattı. Yardım ve dayanışma ile ilgili atasözlerinin zirve yaptığı dünya dili de bizim dilimizdir: Dost kara günde belli olur, Komşu komşunun külüne muhtaçtır, Baş başa vermeyince taş yerden kalkmaz, Ne verirsen elinle, o gider seninle,  Komşusu açken tok yatan bizden değildir, İki taştan değirmen iki baştan muhabbet olur,… ve daha bunlar gibi onlarcası.

Daha 800 yıl önce “Bizim dergahımız, umitsizlik dergahı değildir. Gel, Ne olursan ol yine gel” diyen Mevlana’nın Anadolu’sundandır kökenimiz. Mevlana’nın yaşadığı yıllarda, Anadolu ve Suriye, tam 300 yıl süren çileli Haçlı işgal ve savaşları dönemine sahne olmuştu. Yüzlerce yıllık o felaket Haçlıların yenilgi ve çekilmesiyle son bulurken, on binlerce Haçlı askeri bile, kendilerini savaş süren o zamanın Papalık ve feodal Avrupa krallarını lanetleyerek, ülkelerine dönmeyi reddedecek ve Anadolu’ya yerleşmeyi yeğleyeceklerdi. Bu insanlar da Mevlanı’nın vefat gecesi ‘Seb-i Arus’a katılmayı boyunlarının borcu olarak görmüşler ve Mevlana’nın çağrısına uymuşlardı. Bütün bu felaketlerin akabinde, o dönemin bin parçaya bölünmüş ve eski büyük uygarlıkların mirascısı olan kadim ve bilge Anadolu halkımız, 1200-1300 yıllarında, paylaşma, dayanışma ve hoşgörüyle bir kez daha yeniden tanışarak, dünyanın en erken rönesansına adımlarını atacaktı. Yarım kalsa da.

Bilge Türk halkı, taaa o Mevlana ve Yunus Emre zamanlarından beri unutmadığı o dost paylaşmayı ‘gurbet ilinde’ yollara koyulurken  yine düşünde görmüş ve vefalı bir ‘mecnun’  olduğunu  bu  deprem felaketinde yine göstererek tarihe bir kez daha girmiştir. Hala da o yolda yürümektedir.  Aynen Yunus Emre’nin söylediği gibi:

“Gurbet ilinde yürürem

Dostu düşümde görürem

Uyanıp mecnun oluram

Gel gör beni aşk neyledi”

Sağolsun yardımsever Türk halkı. Daha çok şey var sırada yapacağı.

 Kaynak: https://www.aydinlik.com.tr/koseyazisi/paylasma-rekoru-kiran-halk-370752



20230226

Mimar Sinan'ın kullandığı Deprem Terazisi nasıl çalışır?



24 Şubat 2023 01:10

Kahramanmaraş merkezli meydana gelen iki büyük şiddetli depremlerin sebep olduğu yıkımlar ve can kayıpları, vatandaşları bina hasar tespitlerine yönlendirdi. Asrın felaketi olarak nitelendirilen depremler sonrası Osmanlı dehası Mimar Sinan'ın eserlerinde kullandığı 'deprem terazisi' merak konusu oldu. Peki 'deprem terazisi' nedir, nasıl çalışır? İşte tüm merak edilenler...

Merkez üssü Kahramanmaraş olan ilki 7,7 ikincisi 7,6 şiddetinde olan depremler çevredeki 10 ilde büyük yıkımlara sebep oldu. On binlerce kişinin vefat ettiği felaketin ardından hasarlı bina tespit çalışmaları başlarken, uzmanların İstanbul depremi uyarıları üzerine milyonlarca vatandaş bina hasar tespiti yaptırmak için harekete geçti.

Günümüzde deprem hasar tespitleri farklı yöntemlerle yapılırken akıllara, yüzyıllardır tarihe meydan okuyan Mimar Sinan eserleri geldi. Hatalı tespit edilen binalardan sonra asırlar önce kullanılan 'deprem hasar tespiti sistemi' araştırılmaya başlandı.

Osmanlı dehası Mimar Sinan'ın eserlerinde kullandığı ve birçok mimara ilham olan silindir şeklindeki deprem terazileri deprem sonrası yapının hasar görüp görmediğini gösteriyor. Peki yüzyılın icadı deprem terazisi nasıl çalışıyor?

DEPREM ÖLÇEN SİSMOGRAFLAR İLK OLARAK 1800'LÜ YILLARDA KULLANILDI

Modern zamanlarda deprem ölçen sismograflar ilk kez 1800'lü yıllarda kullanılmaya başladı. Ancak Anadolu halkı Osmanlı'nın, 'deprem terazisi' teknolojisiyle yüzyıllar öncesinden tanışmıştı.


'DEPREM TERAZİSİ' NEDİR?

Anadolu'nun farklı camiilerinde 'deprem terazisi' ismi verilen düzenek, silindir bir yapıya sahiptir. Binanın depremden sonra hasar alıp almadığını gösteren bu sistem, mermer veya beton şeklinde yapıların çeşitli noktalarında kullanılmış.

'DEPREM TERAZİSİ' NASIL ÇALIŞIR?

Deprem terazileri çok basit bir sistemle çalışıyor; eğer silindir kolayca dönüyorsa caminin depremde hasar görmediği ancak silindir dönmüyor veya dönerken zorlanıyorsa yapının hasar gördüğü anlaşılıyor. Bu durum da hasar nedeniyle yapılacak müdahalenin boyutunu ortaya çıkarıyor.

Asırlara meydan okuyan birçok eserde deprem terazileri kullanılmaya devam ediyor. 1400-1500 yılları arasında inşa edildiği tahmin edilen Hatay Mahremiye Camisi'nde ve 1424 yılında yapılan Bursa Yeşil Cami'de de deprem terazileri yer alıyor.

1585 yılında inşaatı biten Manisa'daki Muradiye Camii'nde mihrabın iki yanında deprem terazileri mevcut.

Mimar Sinan tarafından 573'te kubbesi onarılan ve takviye duvarlarla günümüze kadar gelen Ayasofya Camii'nde de deprem terazileri kullanılıyor.

KAYNAK: memurlar.net

20230225

📰✍️ Afet bölgesinde iki hafta: Acıyı dirence dönüştürenlerin öyküsü...

 

Afet bölgesinde iki hafta: Acıyı dirence dönüştürenlerin öyküsü

Sürgü, Polat, Kurucaova, Ören, Kozluca, Dilek... Malatya'nın ilçeleri ve otuza yakın köyünde, yüzlerce kişiyle konuştuk. AFAD, UMKE, Kızılay, güvenlik güçleri, madenciler, sağlıkçılar, görevli ve gönüllüler dahil 10 bini aşkın insanın devlet-millet seferberliğini yerinde gördük.

26/02/202

DEVRİM AŞKIN KARASOY


Sabahtan kalktım ki yerler alaca

Kapıya geçiyi kanlı salca

Bir gardaşım yok ki salam ilaca

Elin sür yarama yar orgun orgun*

Malatya Türküsü 

(*Orgun: Bir işin, bir şeyin dikkat, yetenek, deneyim ve sezgi yardımıyla kavranabilen en zor, en ince yanı.)

Beydağı’nın, Nurhak’ın suyuyla rüzgârıyla beslediği Malatya ovasında yürek ağrısı, can yarası…  Nereden başlarız acının izini sürmeye derken; acısı dirence dönüşen yiğitler, destanlar, türküler tüm heybetiyle yıkıntılar arasından kaldırıyor başını. Yaralar sarılıyor, orgun orgun.

Derdini dermana, acısını umuda çeviren milletimiz en çokta türkülere yaslar sırtını. Malatya da “Yurdumuzun Türküleri” seferlerimizin ana duraklarından biriydi. Bu türküyü de belleğimize önceden kaydetmiştik. Derdini bölüşe bölüşe dermana gelen, zor günlerinde erdemlerine sarılan, üreterek direnenlerin türküsü yine içimize doluyor. “Çekilmeyen dertlerimiz bölüşek”.  

Afet bölgesinde iki hafta: Acıyı dirence dönüştürenlerin öyküsü - Resim: 2

Sürgü, Polat, Kurucaova, Ören, Kozluca, Dilek ve birçoğu eski belde olan otuza yakın köyde, merkez ilçelerde yüzlerce vatandaşımızla konuştuk, dertleştik. Sahada AFAD, Mehmetçik, güvenlik korucuları, madencilerimiz, UMKE, Kızılay, çevre illerden gelen arama kurtarma ekipleri, gönüllüsü, görevlisi 10 bini aşkın insan Malatya’da devlet millet seferberliğini hayata geçirdi.

Çankırı, Sivas ve Elazığ valileri, ekipleri ve kadroları ile birlikte Malatya’nın ilçelerine konumlandı. Arama kurtarma, insani yardım dağıtımı, çadır ve konteyner kurulumunun sevk ve idaresi 24 saat esasına uygun yürütüldü.

ÜÇ SAAT SONRA  DOĞANŞEHİR’DEYDİK

Depremin etki alanındaki en soğuk kentte 6 Şubat günü yoğun kar yağışından tüm köy yolları kapanmıştı. Doğanşehir’de ateş başında, Elazığ Hava İndirme Tugayı’ndan gelen Mehmetçik’le konuştuk: “İkinci depremden üç saat sonra biz Doğanşehir’e ulaştık. Önce yolları açmak için uğraştık. Uzak köylere çadırları, hava yoluyla ulaştırdık.” diye anlattılar. Malatya iki dağın, iki depremin ve en soğuk kışın arasında kalmıştı.

Akçadağ, Doğanşehir gibi Kahramanmaraş ve Adıyaman’a sınır ilçelerde zemin buzla kaplıydı. Birçok vatandaş, hastane ve farklı kamu binalarına yerleştirildi. Geceleri -20’lere düşen dondurucu soğukta çadırları ısıtmak zordu. 18 noktada konteyner kentlerin kurulması için tüm kurum ve ekipler seferber oldu. Vatandaşların geçici yaşam alanları hızla kuruldu.

Afet bölgesinde iki hafta: Acıyı dirence dönüştürenlerin öyküsü - Resim: 3

MALATYA GARI  DEPREMZEDELERE AÇILDI     

TCDD, Malatya Garı’nı depremzedelere açtı. Vatandaşlar vagonlarda, gar binalarında ağırlandı. Sivas’tan gönüllü gelen deneyimli demiryolcular, çevre hattında zorlu görevler üstlendi. Bizler de ekip olarak Sivas’tan gelen vagonlardan birine misafir olduk. 1939’lu yıllarda TCDD bünyesindeki Cer Atölyesinde yapılan, bağrına Cumhuriyet mührü vurulan pulman vagonumuz, sıcak ve güvenli yuvamız oldu. Arama kurtarma faaliyetlerini geç saatlere kadar takip ettiğimiz günlerde Sivaslı ustalar, yolumuzu bekledi, demli çay ve dost sohbetleri ile karşıladılar bizi. Burak Şanlı, eşinin doğumuna sayılı gün kala gönüllü yazılmıştı. “Böyle zamanda elimiz kolumuz bağlı, sıcak evlerimizde oturamazdık.” dedi. Yıldıray Sevimligül ise kurumdan emekli. Deprem haberini alır almaz ekibin başına geçti. Adana Malatya hattı çökmüş. Ana damarları açmak gerekiyor. Sivas ekibi iki ekskavatör ve dokuz servis vagonuyla Malatya’ya yetişti.

Afet bölgesinde iki hafta: Acıyı dirence dönüştürenlerin öyküsü - Resim: 4

‘DEVLET HER ZAMAN 18 YAŞINDA’

Yıldıray ustanın deneyimli önderliği ile kopan kayaların kaldırılması ve altyapı onarımları için geceli gündüzlü bir çalışma başlatıldı. Ustayla sohbette söz demiryollarının özelleştirilme girişimlerine geldi. 

“Devlet Demiryollarımıza bu ülkemizin kurtuluşundan itibaren çok şey borçluyuz. Devlet her zaman 18 yaşında. Her şey devletin olmalı. Gözümüzü açtığımız zaman devletten başka kimseyi görmüyoruz. Devlet Millet iç içe olmalı.” diyor ve ekliyor: “Tüm vatansever demiryolcu arkadaşlarımız koşa koşa gelirdi. Biz biraz daha şanslıydık ki, hizmet bize düştü.”

Emek - Namus - Vatan

www.aydinlik.com.tr/fotogaleri/afet-bolgesinde-iki-hafta-aciyi-dirence-donusturenlerin-oykusu-370753


🎞✍️Avukat Faik Işık'tan duygulandıran şiir



Avukat Faik Işık, Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından afet bölgesini ziyaret etti. Işık, bölgeye gerçekleştirdiği ziyaretlerin ardından kaleme aldığı “Amik Ovasında Kıyamet” başlıklı şiiri takipçileri ile paylaştı. Işık’ın paylaşımı çok sayıda beğeni aldı.

“Amik Ovasında Kıyamet” başlıklı şiirin dizeleri şöyle:

Ejderhaların çatıştığı fay hatlarında kurulmuşsun.
Yıkıntı tepelerinin altında,
göz gözü görmez,
zifiri karanlık
daracık bir mekan…
Yırtılmış ses telleri bağırmaktan;
-Kimse var mı sorusu çok uzaklardan…
Ellerinde mecal kalmamış, kımıldamıyor.
-Ben varım! diyen boğuk sesler duyulmuyor.
Susun!

Ejderhaların çatıştığı fay hatlarında kurulmuşsun
Üç kıta içinde titrer durursun,
zemheriyi seçip gece vurursun…

Ekranlarda bilgiç bilgiç konuşmalar
Kimileri beğeni derdinde,
bencil kaygılar,
ana baba, eş kardeş ve çocukların sesini duymak isteyen
aç susuz insanlar;

-Durun daha ölmedim, yıkıntıların altındayım.
Bu selâ sesleri neden?
Ne kadar ihmal ve umursamazlık varsa,

Vebalini
kadere ve Allah’a havale etmeden,
bir el atmayan kim varsa hatırlasın…
Kurtarılmayı bekliyorum molozların altında ben…

Ejderhaların çatıştığı fay hatlarında kurulmuşsun
Üç kıta içinde titrer durursun,
zemheriyi seçip gece vurursun…

Şu karşıki dağda kar var, duman yok.
Güzel Hatay sende din var, iman yok.
Vardık geldik sana, baktım kalan yok.
Kırdın gönülleri, yıktın derman yok…

Ejderhaların çatıştığı fay hatlarında kurulmuşsun
Üç kıta içinde titrer durursun,
zemheriyi seçip gece vurursun…

Kaynak: https://www.ulusal.com.tr/yurt/avukat-faik-isiktan-duygulandiran-siir-15018322

20230223

🇮🇪🍀İrlanda tarihinin en büyük yardımını neden Türkiye'ye yaptı?

 

İrlanda tarihinin en büyük yardımını neden Türkiye'ye yaptı? İşte cevabı

İrlanda, tarihinin en büyük yardım sevkiyatını yaparak Türkiye'ye 110 ton acil durum malzemesi gönderdi. Peki İrlanda neden tarihinin en büyük yardımını Türkiye'ye yaptı? İşte İrlanda'nın bugünkü vefalı davranışının sebebi olan, Osmanlı'nın, İrlanda'nın en büyük felaketindeki yardım öyküsü...

İrlanda tarihinin en büyük yardımını neden Türkiye'ye yaptı? İşte cevabı

18 Şubat 2023 13:51

Kahramanmaraş'ta meydana gelen 7.7 ve 7.6'lık, asrın felaketi olarak nitelendirilen büyük depremler hem Türkiye'de hem de Suriye'de büyük yıkıma yol açtı. Milyonlar insanın etkilendiği afetin ardından, dünyanın hemen hemen her bölgesinde büyük bir yardım seferberliği başlatıldı.

İRLANDA CUMHURİYETİ'NDEN TARİHİNİN EN BÜYÜK YARDIMI

İrlanda Cumhuriyeti de bu süreçte Türkiye'nin yardım çağrısına yanıt veren ülkeler arasında yer aldı. İrlanda, tarihinin en büyük yardım sevkiyatını gerçekleştirdi. Tam 110 ton acil durum malzemesi Türkiye'ye gönderilmek üzere hazırlandı.

İrlanda Dışişleri Bakanı Michael Martin içinde 700 çadır, 900 termal battaniye, 3 bin lamba, 3 bin hijyen kiti, 3 bin mutfak seti ve 3 bidonun bulunduğu yardımlarla en az 42 bin kişinin ihtiyaçlarının giderileceğini söyledi. Yapılan yardımlar Adana'ya yönlendirildi. İrlanda ayrıca Suriye için de ek bir acil yardım planı hazırladı.

Peki İrlanda neden tarihinin en büyük yardım sevkiyatını Türkiye'ye gerçekleştirdi? İşte İrlanda'nın bugünkü vefasının kaynağı olan, Osmanlı'nın, İrlanda'nın tam 173 yıl önce yaşadığı tarihinin en büyük felaketindeki yardımının öyküsü...

BÜYÜK KITLIKTA OSMANLI YARDIM ELİNİ UZATMIŞTI

İrlanda'da bundan tam 173 yıl önce, ağıtlara ve kitaplara konu olan patateslerin bir mantar nedeniyle tarlada çürümesiyle başlayan bir kıtlık meydana geldi.

19. yüzyılda "Büyük Kıtlık" veya "Patates Kıtlığı" olarak bilinen 7 yıl süren açlık, o dönem İngiliz yönetimi altında olan İrlanda'da bir milyondan fazla kişinin ölümüne yol açtı ve halkın belleğinde derin izler bıraktı.

Kıtlığın en şiddetli yaşandığı yıl ise mahsulde herhangi bir iyileşmenin görülmediği 1847 yılı olmuştu. Tarih kitaplarına "Kara 47" olarak geçen o yıl yardım çok uzaklardan, umulmadık bir yerden, Osmanlı'dan gelmişti.

SULTAN ABDÜLMECİD YAPTIĞI YARDIMLA TARİHE GEÇTİ

O dönem İstanbul'da Sultan Abdülmecid, İrlanda'dan gelen diş hekiminin anlatımıyla, ülkede yaşanan büyük kıtlık durumdan haberdar oldu. Sultan Abdülmecid, rlandalılara yardım etmek için acilen 10 bin sterlin (şu anki değeriyle yaklaşık 8 milyon lira) yardım teklifinde bulundu. Ancak o dönem İngiltere Kraliçesi Victoria, 2 bin sterlin yardım yapmıştı ve İngiltere, Kraliçe'nin yardımını aşan bir miktarı kabul etmek istemedi. Bunun üzerine Sultan Abdülmecid, istemeyerek yardımı azalttı ve İrlanda'ya bin sterlin gönderdi. Bunun yeterli olmadığını bilen Sultan, daha fazla yardım için çare aradı.

Sultan Abdülmecid, üç gemiyle İrlanda'ya yiyecek, ilaç ve diğer acil ihtiyaçların götürülmesini emretti. Bu tarihi yardım operasyonu gizli şekilde yapıldı. İngiliz donanmasının herhangi bir yabancı geminin başkent Dublin veya Cork kenti limanlarına yanaşmasına izin vermeyeceğinin bilinmesinden dolayı Osmanlı gemileri, yardımı daha kuzeydeki Drogheda limanına götürmek zorunda kaldı.

İrlanda tarihinin en büyük yardımını neden Türkiye'ye yaptı? İşte cevabı - Resim : 1


Aradan geçen 173 yıla rağmen İrlandalılar tarafından hatırlanmaya devam Osmanlı İmparatorluğu'nun cömertliği, bazı anıt ve görsellerle ölümsüzleştirilmiştir.

1995'te dönemin Drogheda Belediye Başkanı Frank Godfrey ve dönemin Türkiye'nin Dublin Büyükelçisi Taner Baytok tarafından belediye binası duvarına "1847 Büyük İrlanda Kıtlığı, Türkiye halkının İrlanda halkına karşı cömertliğinin tanınması ve anısına" yazılı bir plaket çakıldı.


İrlanda tarihinin en büyük yardımını neden Türkiye'ye yaptı? İşte cevabı - Resim : 2

DROGHEDA KASABASININ ARMASINDAKİ AY-YILDIZ

Drogheda kasabasının armasına da o dönem ay yıldız eklendi. Nitekim 2010'da dönemin İrlanda Cumhurbaşkanı Mary McAleese, Ankara'ya yaptığı bir ziyaret sırasında "İrlanda halkı bu eşine az rastlanır cömertliği asla unutmadı. Drogheda halkı armalarına sizin güzel amblemlerinizi, güzel ay ve yıldızı eklediler." diyerek şükranlarını dile getirdi.

Ancak yardımın ve İrlandalıların minnettarlığının en önemli kanıtını, Drogheda yetkilileri tarafından imzalanan bir mektup oluşturuyor. mektupta, "Zat-ı Şahaneleri Osmanlı Mülkünün Sultanı Abdülmecid Han'a, aşağıda imzası bulunan biz İrlanda eşrafı, siz zat-ı devletlerinin mağdur ve perişan İrlandalılara karşı gösterdiğiniz alaka ve geniş kereminiz dolayısıyla minnet ve en derin şükranlarımızı arz için müsaade istirham ediyoruz." ifadeleri kullanılmıştı. İrlandalıların kendilerini ve ailelerini açlıktan kurtarmak için kendilerinden "daha az belaya uğrayan diğer ülkelerin kerem ve ihsanına el açmaktan başka çaresi kalmadığı" kaydedilen mektupta, "Siz zat-ı alileri yapılan bu çağrıya cevap verdiniz. Onlarca soydaşımızı yok olmaktan kurtaran bu vakitlice ve cömert yardımınız için İrlanda ahalisi adına zat-ı şahanelerine minnet ve şükranlarımızı arza müsaade rica ediyoruz." ifadesine yer verilmişti.

O dönem dini bir dergide "Bir Hayırsever Sultan" başlıklı yazıda Osmanlı Padişahı'nın cömertliği övüldü. Yazıda, "İlk defa çok kalabalık bir İslam nüfusunu temsil eden bir Müslüman hükümdar, Hristiyan bir ulusa kendiliğinden sıcak bir şefkat gösterirdi. Böyle bir şefkat, insanlığın tüm ortak hayır kurumlarında görülsün ve bundan böyle hilal ve haçın takipçileri arasında sürdürülsün." ifadesi kullanıldı.

İrlanda milliyetçisi bir dergide de Sultan'dan "iyi, müşfik ve cömert bir adam" şeklinde bahsedilerek, İslam'a inanan birinin, İsevilere yönelik bu tavrının kendileri için bir örnek oluşturduğu ortaya kondu.

İrlandalı romancı James Joyce da Abdülmecid'in yardımından edebiyat tarihinden önemli yere sahip olan Ulysses adlı romanında bahsetti. Romanda, karakterlerden birine, açlık zamanında İngilizlerin tavrını eleştirirken "Büyük Türk bile kuruşlarını gönderdi." dedirtildi.

Kaynak: https://www.ulusal.com.tr/dunya/irlanda-tarihinin-en-buyuk-yardimini-turkiyeye-yapti-irlanda-tarihinin-en-buyuk-yardimini-neden-turkiyeye-yapti-irlanda-osmanli-yardimi-15017410

''Dünya Türkten ibarettir...''

 DÜNYA TÜRKTEN İBARETTİR!

Bundan 250 yıl geriye giderseniz Amerikalı, 900 yıl geriye giderseniz de Rus bulamazsın! 1200 yıl geride İngiliz, 1700 yıl geride Fransız, 2000 yıl geride ise Alman bulamazsın. Ama İnsanlık tarihinde ne kadar geriye giderseniz gidin Türk bulursunuz.


Dr. Furkan Kaya
@kayafurkan


📰✍️Türk-Rus ilişkilerinin siyasi tarihi ve strateji 1: Ruslar ve Türkler tarih boyunca iç içe yaşadı

EMRE ALBAYRAK

Germenlerin atlı göçebe kültürüTürklerden aldığını bildiren bilimsel dayanaklara başvurursak, Slavların da atları ehlileştirmelerini ve hayvancılık kültürüyle tanışmalarını Türklere borçlu olduklarını söyleyebiliriz

Ön Slavlar, yaşadıkları coğrafya itibariyle esas olarak Türklerle ve Kuzeyden gelen Norman halklarıyla; 9 ve 10. yüzyıllarda da Kuzey Avrupa’dan gelen Vikinglerle karıştılar.

...

Çok kutuplu yeni dünya sistemi, silah kullanarak kuruluyor. Başka türlü olması tarihin yasalarına aykırı olurdu. Emperyalist sistem, iki dünya savaşının üzerine inşa edildi. Bugün de emperyalist hegemonya, silahla tasfiye ediliyor. Prusyalı General Carl von Clausewitz “Savaş Üzerine” adlı eserinde “Savaş, siyasetin başka araçlarla devamıdır.” derken bu gerçeğe işaret ediyordu. Sovyetler Birliği’ne karşı kurulduğu iddia edilen NATO, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bugüne kadar 5 dalga halinde doğuya doğru genişledi. Batı destekli turuncu devrimin iktidara getirdiği Zelenskiy’nin NATO’ya bağlılığını ısrarla ilan etmesi üzerine Rusya, 6. dalgayı beklemeyerek önleyici bir harekâta girişti.

Gündem, bugün yaşanan gelişmeler olsa da Rusya ile ilgili Batılı çevrelerde ve Türkiye kamuoyunda yanlış değerlendirmeler –psikolojik harbin etkisiyle- süregelmektedir. Bu nedenle Rusya tarihi ile Türk-Rus ilişkilerinin kısa tarihini gözden geçirmek ve Türkiye’nin yararını gözetecek stratejiyi belirlemek kritik önemdedir.

Slavlar hayvancılıkla tanışmalarını Türklere borçlu.

SLAVLARIN KAYNAŞTIĞI MİLLETLER

Ön Slavlar, yaşadıkları coğrafya itibariyle esas olarak Türklerle ve Kuzeyden gelen Norman halklarıyla karışmıştır. 9 ve 10. yüzyıllarda Kuzey Avrupa’dan gelen Vikinglerle karışan Slavlar; sonrasında Avar, Hazar, Peçenek, Kıpçak ve Moğollar gibi Türk kavimleriyle kaynaştılar ve uzun süre bu kavimlerin egemenlikleri altında yaşadılar. Rus İmparatorluğu sahasının yüzyıl öncesine kadar 3/5 büyüklüğündeki alanında Türklerin yaşadığı ve Rusya aristokrasi sınıfına mensup ailelerden birçoğunun Ruslaşmış Türklerden olduğu hatırlanırsa bu iki milletin tarihinde birçok ortak nokta olduğunu belirtmek gerekir.

İlk Slavların ormanlık ve bataklık bölgelerde yaşaması nedeniyle ziraat ve hayvancılıktan ziyade avcılık ve balıkçılıkla geçimlerini sağladıklarını biliyoruz. Hayvancılığın geç çağlarda başlaması, onların bu tecrübeyi atlı göçebe kültürüne sahip olan Türklerden veya Germenlerden aldığını göstermektedir. Germenlerin atlı göçebe kültürünü Türklerden aldığını bildiren bilimsel dayanaklara(1) başvurursak, Slavların da atları ehlileştirmelerini ve hayvancılık kültürüyle tanışmalarını Türklere borçlu olduklarını söyleyebiliriz.

Yine ilkel kavimlerin çoğunda olduğu gibi Slavların animizmiyle, Türklerin Gök Tanrı inancı birbiriyle paralellik göstermektedir. Daha sonra Bizans ile Kiev knezliğinin ticari ve kültürel münasebetleri neticesinde Ruslar, Hristiyanlığın Ortodoksluk mezhebini kabul ederek Katolik olan Batı Avrupa’dan ayrı bir yola girmiştir. Bizans medeniyetiyle yakın ilişki, yazılı kanunların buradan alınmasına, Kiril alfabesinin Ruslarca kullanılmasına ve buna paralel olarak edebiyat sahasında gelişmelere yol açtı.

Rusya’da “Knezlik” denilen ilk devlet örgütlenmesi İskandinavya’dan gelen Normanların ve Germenlerin etkisiyle oluşsa da, knezlere bir süre Türklere ait olan “kağan” lakabı verildiği biliniyor.

RUS BOZKIRLARI TÜRK EGEMENLİĞİNDE

1223’te Kalka Meydan Muharebesinde Moğolların, Kıpçak beyleriyle Knezlerin yaptığı ittifakı yenilgiye uğratması ve ardından Batu Han’ın Kiev’i almasıyla Rus steplerinde Moğol egemenliği başlamıştır. Bundan böyle Rus knezleri Altın Orda’dan “yarlık”(2) alarak mevcudiyetlerini sürdürebildiler. Türk-Moğol egemenliği, Rusya topraklarında knezlerin birbirleriyle mücadelelerini engelledi. Asayişi sağlayarak ticareti güvence altına aldı ve bu topraklarda medeniyetin gelişimine katkıda bulundu. Ortaçağ'ın büyük seyyahı İbn Battuta da bugün Rusya hakimiyetindeki Deşt-i Kıpçak bölgesini gezmiş ve Türklerin bu bölgeyi dört başı mamur hale getirdiğini ifade etmiştir.(3)

1480’de Altın Orda Devleti’nin zayıflamasıyla Moskova Knezliği ve bağlı Rus ülkeleri Moğol egemenliğinden çıktılar ve bağımsız bir devlet haline geldiler. Ancak Türk tesiri sonraki yıllarda da devam etti. Bugün Moskova’da bulunan Kremlin Sarayı’nın isminin dahi Türkçeden geçtiği tahmin edilmektedir. Kremlin kale ve hisar anlamına gelir ve Türkçe Kermen (hisar) kelimesinden alınmış olmalıdır.(4) Mimari bakımdan da Kremlin, Doğu mimari üslubuna yakındır. 1230 ile 1430 yılları arasında 130 Rus knezinin “yarlık” almak için Altın Orda Hanlarının ordugâhlarına gittiği ve orada bir süre kaldıkları biliniyor. Yine Rus tarihinde önemli rol oynayan 130 boyar(5) ailesinin Türk kökenli oldukları tespit edilmiştir.(6)

Sultan Fatih Mehmet, Müthiş İvan’a bir örnek olarak aktarılmıştır.

RUSLARIN DEVLET OLARAK TARİH SAHNESİNE ÇIKMASI

Roma İmparatorluğu’nun önce Batı’da sonra Doğu’da yıkılışı, Rusları Moskova’nın “Üçüncü Roma” olduğu konusunda motive etti. 3. İvan, Roma İmparatorluğu’nun varisi olduğunu göstermek için Bizans’ın arması olan olan çift başlı kartalı Rusya’nın arması olarak kabul etti. Bilindiği gibi önceki tarihlerde Selçuklu İmparatorluğu’nun ve bazı Türk devletlerinin armalarından biri de çift başlı kartal idi.

4. İvan (Müthiş İvan), merkeziyetçi devlet sistemini kurmayı başararak Rusya’yı imparatorluk haline getirdi. Böylece, feodal dönemde dünyanın Osmanlı Devleti ile birlikte en kuvvetli devletlerinden biri ortaya çıkmıştır. Öyle ki Müthiş İvan’ın yakın kurmayı Peresvetov, “Sultan Mehmed” adıyla hazırladığı raporda; Osmanlı padişahının büyük bir filozof olduğu, mükemmel Rumca bildiği, Rum kitaplarından okuyarak birçok hikmet öğrendiği ve Osmanlı İmparatorluğu’nda adaleti tesis ettiği, mahkeme işlerini tanzim, memurlara maaş tahsis ettiği anlatılmakta ve bütün bu tedbirler sayesinde halkı refaha kavuşturduğu belirtilmektedir. Bu suretle Sultan Fatih Mehmet, Müthiş İvan’a bir örnek olarak aktarılmıştır. Çar İvan’ın da burada öne sürülen fikirlerin önemli bir kısmına itibar ettiği anlaşılmaktadır.(7)

Rus İmparatorluğu’nun en yüksek devri 1. Petro (Büyük Petro) dönemine tekabül eder. Enerjik bir lider olan Çar Petro, topraklarını Osmanlı İmparatorluğu ve Lehistan (Polonya) aleyhinde genişletmeyi hedefledi. Petro, Avrupa’nın askeri alanındaki teknik bilgileri kendi devletinde uygulamış, denizcilik alanında muazzam gelişme sağlayarak büyük bir donanma kurdurmuş, sanayileşme hamlesiyle ekonomiyi geliştirmiş ve kültürel hayatta Rusları ileri bir noktaya getirmeyi başarmıştır. Sonraları 2. Katerina döneminde de Ruslar Büyük Petro’nun yolundan topraklarını genişletmeyi ve bilim alanında gelişmeyi sürdürmüşlerdir.

1812’de bütün Avrupa’yı hakimiyeti altına alan Napolyon’a karşı Ruslar, Çar Aleksandr ve General Kuduzov önderliğinde vatan savaşı vermişler ve bu savaşı kazanarak dünya çapında itibarlı bir seviyeye ulaşmışlardır. Öyle ki, bu dönemin hatıraları 2. Dünya Savaşı’nda Hitler faşizmine karşı savaşan Stalin’in Kızıl Ordusuna bile ilham kaynağı oluştur. Stalin, radyodan savaşan askerlerine “Kuduzov’un askerleri” diye sesleniyordu. Kuduzov adından da anlaşılıyor, Türk kökenli bir Rus generali idi.(8)

RUSYA’NIN TÜRK VE DÜNYA KÜLTÜRÜNE KATKILARI

Rusya; demokratik devrimler çağında; edebiyat, sanat ve bilim sahalarında önemli şahsiyetler yetiştirmiştir. Türkologlar Radloff ve Barthold, Türk tarihinin ve dilinin öğrenilmesinde çok önemli katkılar yapmışlardır. Ruslar; Puşkin, Gogol, Çehov, Tolstoy, Dostoyevski, Gonçarov, Turgenyev, Gorki gibi edebiyatçıları yetiştirerek dünyaya nadide eserler kazandırmışlardır. Edebiyat bakımından Ruslar, tüm dünyayı olduğu gibi Türk aydınlarını da etkilemişlerdir. Yine opera sanatçısı Çaykovski, Rusların yetiştirdiği mühim simalardandır.

DİPNOTLAR:

(1) Wilhelm Koppers, Etnolojiye Dayanan Cihan Tarihinin Işığı Altında İlk Türklük ve İlk İndo-Germenlik, Belleten, Ekim 1941, Cilt 5, Sayı 20.

(2) Yarlık: Ferman, buyruk.

(3) İbn Battuta Seyahatnamesi, Yapı Kredi Yayınları, 10. Baskı, İstanbul, Haziran 2020, Sayfa 311,318, 319 v.d.

(4) Akdes Nimet Kurat, Rusya Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 7. Baskı, Ankara 2020, Sayfa 150.

(5) Boyar: Rusya’da soylulara verilen unvan. Kelimenin Türkçeden geçtiği tahmin edilmektedir.

(6) Akdes Nimet Kurat, Age, Sayfa 152.

(7) Akdes Nimet Kurat, Age, Sayfa 204.

(8) Doğu Perinçek, Kuduzov’un Askerleri, Aydınlık gazetesi, 5 Temmuz 2015.

Alıntı/Kaynak: https://www.aydinlik.com.tr/haber/turk-rus-iliskilerinin-siyasi-tarihi-ve-strateji-1-ruslar-ve-turkler-tarih-boyunca-ic-ice-yasadi-304615