Müslüman kentin sakinleri olarak köpekler
Tarih boyunca İstanbul’a gelen tüm Batılı gezginlerin notlarında aynı tespit dikkat çeker: İstanbul, başka tüm özgünlüklerinin yanı sıra, insanlar ve köpeklerin bir arada yaşadığı bir şehirdir.
1552’de Türklere esir düştüğü için İstanbul’da zorunlu ikamet eden İspanyol entelektüeli Pedro, 1555’te Avusturya Arşidükü Ferdinand’ın daimi elçisi olarak İstanbul’a gelen Busbecq, 1655’te şehri ziyaret eden Fransız seyyah Jean de Thevenot, 18. Yüzyıl başında İstanbul’da kalan Fransız Botanikçi Tournefort, 1806’daki seyahati sırasında İstanbul’a uğrayan yazar Chateaubriand, şehri 1790’da ziyaret eden Antoine Oliver, 1843’de gelen Gerard de Nerval, “İstanbul 1874” kitabının yazarı İtalyan edebiyatçı Edmondo de Amicis ve birçok irili ufaklı hatıralar, bazı dergilerde, gazetelerde yayınlanan haberler....
Beş yüz yıl boyunca İstanbul’u ziyaret eden herkes aynı şeyi anlatır: Şehirde sokak hayvanları halkla iç içe yaşamaktadır. Köpekler ise adeta “şehrin ikinci
halkıdır”. “Türklere göre hayvanlara iyilik etmek büyük sevaptır, evde pişen yemeklerden köpeklere, kedilere ve kuşlara da bir şeyler artırırlar, bunların artmamasını büyük günah ve uğursuzluk sayarlar.”
Sokaklarda, cami önlerinde, her yerde köpeklerin su içmesi için özel kaplar, doğum yapan hayvanlar için saman ve bezlerden yapılma döşekler ve kara kışta sığınsınlar diye yuvalar bulunmaktadır. İçi saman dolu hayvan kulübeleri adeta bir tür sivil hayvan hastanesi işlevi görmekte, buralara sığınan hayvanlara gönüllü hemşirelik eden insanlar göze çarpmaktadır.
Oliver, halkın köpeklere gösterdiği ihtimamı anlatırken, yüzyıllar boyunca yaşamış bir eski İstanbul mesleğinden, “mancacılıktan” ve köpeklere vakfedilen miraslardan da söz eder: “Sokaklarda uzun bir sırık üzerine dizilmiş ciğer, yürek, vesaire gibi sakatatı taşıyan adamların dolaştığı görülür. Mahallenin köpeklerini sevindirmek isteyen zenginler bunları satın alıp köpeklere verirler. Köpeklerin dişilerinin ve yavrularının barınmaları için evlerinin kapısında küçük kulübeler yaptıranlar, içini samanla döşeyenler, her gün ekmek ve et verenler de yok değildir. O kadar ki bazılarının öldüklerinde belirli sayıda köpeğin beslenmesi için para vasiyet ettikleri de olur.”
MÜSLÜMAN YAŞATIYOR, YABANCI ÖLDÜRÜYOR
Amicis’e göre köpekler, şehrin ikinci halkıdır. Köpeklerin varlığı sebebi ile İstanbul’da zaman ve mekan Batıdaki şehirlerden farklıdır. Müslüman Türk, hayvanlar ile ilişkisini Batı’dakinden çok farklı bir şekilde inşa etmiştir. Bunun için Levantenlerin yaşadığı, Batılı hayat tarzının egemen olduğu Pera ve Galata’nın köpeklere yaklaşımı, şehrin geri kalanından farklıdır. Amicis, Pera ve Galata’da köpeklerin yiyecek bulamadığını yazar. Hatta zengin Levantenlerin para ile tuttuğu bazı eczacı ve doktorlar geceleri sokaklara zehirli et bırakarak hayvanları öldürmektedir.
O dönem Pera’da yaşamış olan İngiliz yazar Dorina Neave, günlüklerinde şöyle yazmaktadır: “Türkler onları öldürmemizi önlüyorlardı. Bu dertten kurtulmak için uyguladığımız usullerden biri, parayla kayıkçı tutup köpekleri karşı kıyıya bırakmasını sağlamaktı.”
KÖKTEN BATICILAR
19. Yüzyılın sonlarında Batılı bakış ile Müslüman Türk bakışı köpekler üzerinden de çatışıyordu. Ancak Batıcılık, Türk aydınları arasında da çokça tarafta bulmaya başlamıştı. Batıcı modernleşmecilere göre, sokak köpekleri, geri kalmış Müslümanlığın bir sonucuydu. Batı medeniyetini adeta bir din gibi kabul edip, “İslam terakkiye manidir” sloganını benimseyenler, köpekleri geri kalmışlığın bir sembolü olarak gördüler.
Tıpkı bugünkü hayvan düşmanları gibi, “Batı şehirlerinde sokaklarda hayvan yok, medeniyet bunu gerektirir” diyorlardı. Batılıların yaptığı gibi tüm hayvanların toplatılıp öldürülmesini isteyenlerin çıkması da uzun sürmedi.
Bunların en bilineni marjinal Batıcı fikirleri ile tanınan Abdullah Cevdet’tir. 1909’da yayınladığı “İstanbul ve köpekler” isimli risalesinde köpeklerin toptan imha edilmesini savunur. Bu fikirler, hızla modernleşmenin sihirli formüllerini arayan İttihat Terakki iktidarı için bulunmaz nimettir. Köpeklerden kurtulmanın “çağdaşlaşmanın” önünü açacağını zanneden bir avuç ahmak, 1910 yılında o meşum köpek katliamını organize eder.
Hayırsız Ada katliamı, modernleşmeyi falan sağlamadığı gibi şehre dair hiçbir sorunu da çözmemiş, üstelik Müslüman halkı korkunç bir suçluluk duygusu ile baş başa
bırakmıştır. Katliamın ardından memleketin başına gelen pek çok facia, halkın kolektif şuurunda köpeklerin ahını almış olmaya bağlanır.
....
Alıntı/Kaynak: http://www.gaffaryakinca.com/2023/02/04/musluman-kentin-sakinleri-olarak-kopekler/