20190228

Yunanistan'da 'Mavi Korku' - TSK'dan 3 denizde birden dev 'Mavi Vatan' tatbikatı

MAVİ KORKU
Türk Donanması’nın tüm denizlerde müşterek yürüttüğü Mavi Vatan Tatbikatı başladı. Tatbikatın en tepesindeki tüm komutanların kumpas mağduru olması dikkat çekiyor.

TEVFİK KADAN

Türk Deniz Kuvvetleri’nin Karadeniz, Akdeniz ve Ege’de müşterek olarak düzenlediği Mavi Vatan-2019 Tatbikatı dün başladı. Gün doğumuyla birlikte Ereğli, Aksaz, Gölcük, Foça, Umuryeri, Erdek, Mersin ve İskenderun’dan demir alan gemiler, jenerik senaryo dahilinde pek çok eğitim yapacak. 8 Mart’a kadar sürecek olan eğitimlere 103 gemi ve 20 bin personelin yanında deniz-hava vasıtaları, kıyı birlikleri, SAT-SAS timleri ile Kara, Hava ve Sahil Güvenlik Komutanlığı unsurları katılıyor. Tatbikatta ANKA, UMTUS, CİRİT gibi milli sistemler de kullanılırken, MİLGEM’in son fazı olan TCG Burgazada gemisi de ilk kez bir tatbikata katılım sağlıyor.

Türk Deniz Kuvvetleri’nin gövde gösterisi, Yunan basınında da yankılandı. The Greek Observer, tatbikatın Yunanistan, Güney Kıbrıs, İsrail ve Mısır ile Doğu Akdeniz’de gaz arama faaliyetleri yürüten şirketlere yönelik açık bir tehdit olduğunu ileri sürdü. Tatbikat için kapatılan alan içinde Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin tek taraflı ilan ettiği sözde ruhsatlandırma sahalarının da bulunduğuna dikkat çeken gazete, Meis Adası etrafında da eğitimlerin yapılacağını bildirdi. Yunanistan, yedi kilometrekarelik Meis Adası’nı gerekçe göstererek Türkiye’nin 100 bin kilometrekarelik deniz yetki alanını gaspetmeye çalışıyor.

YENİ TATBİKAT MİMARİSİ

Yunan iddialarının aksine Deniz Kuvvetleri Komutanlığı tatbikatın rutin bir faaliyet olduğunu vurguluyor. Daha önce her denizde müstakil olarak icra edilen tatbikatlar, geçen yıl oluşturulan yeni tatbikat mimarisi kapsamında birleştirildi. 462 bin kilmotrekarelik deniz yetki alanımızda müşterek icra edilen faaliyet, her yıl tekrarlanacak. Mavi Vatan’ın sınırlarının çizilmesi ise Yunanistan’ın Meis’ten doğan hukuk dışı iddialarına yanıt niteliği taşıyor.

Alıntı: Aydınlık Gazetesi



   
      
  
  
  

     



Mustafa Kemal ATATÜRK ayakkabılarını yaptırdığı “Altın Çizme” mağazasından çıkarken.

1934 yılı, Sirkeci... Mustafa Kemal ATATÜRK ayakkabılarını yaptırdığı “Altın Çizme” mağazasından çıkarken.



Alıntı: ESKİDEN İSTANBUL @eskidenist66

Diyarbakır'da 800 yıllık İbranice kitap ele geçirildi

Yapılan araştırmada söz konusu tarihi eserin, yaklaşık 800 yıllık, deri üzerine İbranice yazılı dini motifli kitap olduğunun tespit edildiği belirtildi.
Diyarbakır'da yaklaşık 800 yıllık, deri üzerine İbranice yazılı, dini motifli kitap ele geçirildi, olayla ilgili 4 şüpheli yakalandı.
 

Liselilerden tüketim budalalığına karşı proje

Liselilerden tüketim budalalığına karşı proje

Aydınlık Gazetesi
TÜBİTAK’ın lise öğrencileri için düzenlediği araştırma projesi yarışmasına bu yıl 12 bölgeden 16 bin 669 proje başvurusu oldu. 50’nci yılındaki yarışmada Ege Bölgesi projeleri İzmir Fuarı’nda sergilendi.

HAYATİ ÖZCAN / NURCAN CANDAN
Aydın, Denizli, İzmir, Manisa, Uşak ve Muğla illerinden bin 114 proje bölgede derece almak için yarışıyor. Proje koordinatörü Prof. Dr. Gül Ünal Çoban, büyüme ve kalkınmanın ancak insan gücüyle, bilimsel düşünce ve çalışmalarla gerçekleşebileceğini söyledi. 8-12 nisan günlerinde bölge birincilerinin final yarışması yapılacak. Ege Bölgesinin liselileri ise Aydın Kadınları’ndan Raspberry Pi İle Görme Engelliler İçin Yardımcı Teknoloji Tasarımı’na, Ulusal Parmak İzi Toplu Taşıma Sistemi’nden Bulut Tabanlı Akıllı Kuyruk Sistemi’ne birbirinden ilginç projelerini sergilediler.
Dr. Güngör Anadolu Lisesinde okuyan Ateş Mercan ve İrem Tatlıdil, AVM kültürüne eleştirel bir bakış sunan Liseliler Alışverişte projesini anlattı. Proje liselilerin bilinçli tüketici olmasını hedefliyor. Bu amaçla, proje için liseli gençler İzmir’de 300 yaşıtına anket yaptı. 23 sorudan oluşan ankette 9’ncu sınıfların yüzde 13’ünün alışverişte markayı önemsediği, 11’nci sınıfların marka üzerinden alışveriş yaptıkları, 12’nci sınıfların ise yüzde 32’sinin alışverişte tercihinin marka olduğu ortaya çıktı. Ateş Mercan, "Aileler liselilere evlerinin ihtiyaçları ile ilgili alışveriş listesi hazırlayıp sorumluluk vermeliler. Kredi kartları çocukların tüketimini kamçılıyor. Liseliyi kredi kartından uzak tutmak gerekir. Okullarda alışveriş tuzakları ve marka tutkusu, neden ve nasıl tasarruf yapılır gibi konular üzerine konferanslar verilmeli. MEB eğitim öğretime ek dersler eklemeli" dedi. İhtiyaçla tüketim arasındaki farkı öğretilmesi gerektiğini söyleyen İrem Tatlıdil de, "Tüketim liselilerde genellikle sosyalleşme aracı olarak görülüyor. Aileler haftalık harçlık vererek tüketimi kısabilir. En iyi en ucuz ürünü nasıl seçeceği liselilere öğretilmeli" diye konuştu.

Alıntı/Kaynak: https://www.aydinlik.com.tr/liselilerden-tuketim-budalaligina-karsi-proje-toplum-mart-2019

Atatürk'ün neşeli günlerinden biri

Prof. Dr. İlber Ortaylı: ''Kardeş katlini anlamaya psikolojimiz yetmez''


Tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı, "Bugün hâlâ kardeş katlinin önlenmesi için alınan tedbirleri konuşuyorlar. 'İnsan kardeşine bunu nasıl yapar?' diyorlar. Padişah olursa yapar. Bu sizin kardeşinize benzemez. Kardeş katlini anlamaya psikolojimiz yetmez" dedi.

Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi tarafından düzenlenen 'Bir Entelektüel Portresi Fatih' konulu konferansa katılan Ortaylı, Fatih Sultan Mehmet'in askeri ve ilmi kimliği üzerine bilgi verirken kardeş katli meselesine de değindi ve meselenin bugünden yorumlanmasını doğru bulmadığını kaydetti.

Üniversitenin Haliç Yerleşkesi'nde düzenlenen konferansta öğrencilerle bir araya gelen Ortaylı, Fatih Sultan Mehmet'in askeri dehası ve ilmi yönüyle büyük bir hükümdar olduğunu ifade ederek şöyle konuştu:
"Fatih'i diğer komutanlardan ayıran en önemli vasfı, İstanbul surlarını yıkacak teknolojinin organizasyonunu sağlamasıdır. Surları geçecek ve bunun teknolojisini getirecek organizasyon lazımdı fakat bu henüz yoktu. Ortaçağın sonuna, Rönesans'a, hatta 17. yüzyıla kadar büyük bir ordu toplanması fevkalade büyük bir olaydır. Barutu ve topu Avrupalılar biliyor ama ne yapımı ne de sevkiyatına dair bir buluşları yoktu. Fatih'in ordusu ise hem top döküyor hem sevkiyatını sağlıyor. Gerçek anlamda Rönesans'ın ateşli silahlarını ilk kez Türkler kullanıyor. Bunun başında da 21 yaşındaki Fatih var. Bunun için büyük bir komutan ve istisnai."


'FATİH, HEM DOĞU HEM BATI'YA İLMEN VAKIF BİR HÜKÜMDARDI'

Fatih Sultan Mehmet'in büyük bir askeri deha olmasının yanında Rönesans'ın önemli münevverlerinden biri olduğunun altını çizen Ortaylı, "Hem Doğu'ya hem Batı'ya ilmen vakıf bir hükümdardı. Onun döneminde böyle insan çok yok. Latince, İtalyanca biliyor, Yunancası çok iyi. Bunu anlamak için kütüphanesine bakmak yeterli. İlyada Destanı'nı okuduğunu, kitabın kenarına şerhler düştüğünü görüyorsunuz. Arapçası, Farsçası zaten tartışılmaz. Resim çiziyor. Coğrafya ve tarih bilgisi çok iyi düzeyde. Böyle bir münevver, mareşal, üstüne üstlük 21 yaşında birisi o çağda yok" diye konuştu.
Fatih'in son seferine giderken Gebze'de vefat ettiğini hatırlatan Ortaylı, "Ne arıyordu orada diyorlar. 1480'de yani vefatından bir yıl önce, Gedik Ahmet Paşa gemilerle İtalya'ya sefere gitti. Fatih de bu sefer için hazırlanıyordu. Otranto'nun alınmasıyla Osmanlı İtalya'da fütuhata başladı. Şartlar müsait olsaydı, Fatih oraya ulaşıp devam etseydi, İtalya medeniyetiyle iç içe geçeceğimiz bir gerçekti" dedi.

'PSİKOLOJİMİZ YETMEZ'

Günümüzde çokça tartışılan kardeş katli meselesine de değinen Ortaylı, "Bugün hâlâ kardeş katlinin önlenmesi için alınan tedbirleri konuşuyorlar. İnsan kardeşine bunu nasıl yapar diyorlar. Padişah olursa yapar. Bu sizin kardeşinize benzemez. Siz kardeşinizle iyi geçinin. Miras kavgasına tutuşmayın. Bugünden kardeş katlini anlamaya psikolojimiz yetmez" değerlendirmesinde bulundu.



🗡 Büyük Hun İmparatoru Attila ⚔️

Büyük Hun İmparatoru Attila 
ATTİLA 395-453 

Büyük Hun İmparatoru'dur. 395 yılında doğdu. Hun Devleti'nin kurucularından Muncuk'un oğludur. 434 yılında kardeşi Bledu ile birlikte İmparatorluğun başına geçti. Bir süre sonra kardeşinin öldürülmesiyle Tuna kıyılarından Çin Seddi'ne kadar uzayan imparatorluğun tek hâkimi oldu. 750 bin kişilik ordusuyla Galya şehirlerini alt üst etti. Orleans'ı kuşattı. Kuzey İtalya'yı silindir gibi ezip geçti. Avrupa'yı titreten bir cihangir oldu. 453 yılında öldü. Tıpkı Büyük İskender gibi bütün dünyaya hâkim olmak ihtirası ile dopdolu bulunan Attila, bu büyük emelini tamamen gerçekleştiremedi. Ancak tarihin tanıdığı en ünlü cihangirlerden biri oldu.  Gençliğini barış için rehin olarak Roma'da geçirmiş, bu yüzden Roma kültürünün yanı sıra zaaflarını ve karakterlerini incelemişti. Latince'yi de ana dili gibi öğrenmişti. Hükümdar olduktan sonra Romalılar hakkındaki bütün bu bilgilerini en iyi şekilde değerlendirmeyi başardı.




Attilâ önce Doğu Roma'yı hedef aldı. Bizans üzerine yürüdü. Kendisinden aman dileyen İmparatoru yıllık vergiye bağladı. Bir süre sonra vergisini ödemeyen imparatora, bunu pek pahalıya ödetti. Balkanlardan Mora'ya, oradan İstanbul kapılarına kadar olan bölgeyi ele geçirdi. Bizanslılar vergiyi iki misline çıkartarak İstanbul'u kurtardılar. Fakat, bu arada Bizans İmparatoru III. Valentinianus, bir suikastçi göndererek Attilâ'yı öldürtmeye teşebbüs etti. Bu teşebbüs sonuçsuz kaldı. İmparator bu kez kendi emriyle suikasti hazırlayanın kafasını kestirip Attilâ'ya göndermekle, kendisini temize çıkarmaya kalkıştı.

Bu arada III. Valentinianus'un hayatı boyunca evlenmemeye mahkum ettiği kız kardeşi, rahibe olarak kapatıldığı manastırdan Attilâ'ya bir nişan yüzüğü göndererek kendisiyle evlenmeye hazır olduğunu bildirdi. Bütün Avrupa'ya dehşet saçan Attilâ, Bizans İmparatoru'na daha sert bir mesaj göndererek, nişanlısının kapatılmış bulunduğu manastırdan serbest bırakılmasını ve müstakbel eşine çeyiz olarak Batı Roma İmparatorluğunun yarısının verilmesini istedi. III. Valentinianus, Büyük Türk-Hun İmparatoru'nun bu teklifi karşısında kara kara düşüncelere daldı. Bunun verdiği huzursuzluk bütün Bizans'ı kapladı. Doğu Roma İmpatorluğu sınırları içinde bitip tükenmek bilmeyen korkulu günler ve aylar başladı,

Attilâ'nın bütün emeli Batı ile Doğu Roma İmparatorluklarının kendisine karşı birleşmelerini önlemekti. İki cephede birden savaşmak istemiyordu. Doğu Roma'yı bu huzursuzluğun içinde bıraktıktan sonra ani bir kararla Batı Roma'ya yürüdü. Bir hallaç pamuğu gibi attı, Batı Roma İmparatorluğu'nu.

Roma'ya girmesinin gün meselesi halini aldığı bir sırada Papa III. Leon, bizzat Attilâ'nın karargâhına giderek Roma'yı çiğnememesi için ricada bulundu. Hattâ bunun için kendisine yalvardı. Papanın bu yalvarışı karşısında istilâyı durdurmayı kabul eden Attilâ, Romalıları çok ağır bir vergiye bağladı. Sekiz yıl içinde bütün Avrupa'da eşi görülmemiş ölçüde büyük bir istilâda bulunan Attilâ, korku ve dehşet ifade eden tek isim oluvermişti. Bu yüzden son derece âdil bir hükümdar olmasına rağmen bütün Avrupa kendisini barbar gözüyle gördü. Onun etrafına saçtığı büyük korku ve dehşetin psikolojik bir sonucu olmuştu bu yanlış teşhis...

Attilâ yalnız büyük bir istilâcı ve yaman bir komutan değil, mükemmel bir hükümdardı. Tarih onu, milletine medenî bir düzen veren ve dünyada posta teşkilatını kuran ilk kişi olarak tanır. Attilâ'nın ilk eşi ve baş kadını Arıkan idi. Ölümünden sonra yerine geçen oğlu İlek'in anası olan Arıkan'dan başka bir kaç kadın daha almıştı. 453 yılında büyük Türk-Hun İmparatorluğu'nun başkenti olan Etzelburg'da (Bugün Macaristan sınırları içinde bulunan Attila şehri) İlkido adında genç bir kızla evlendi. Elli sekiz yaşında olmasına rağmen son derece dinç ve kuvvetli idi. Evlendiği gecenin sabahında, bütün Avrupa'yı tir tir titreten cihangir, yatağında ölü bulundu. Ağzından, burnundan boşanan kanlarla, bütün yatak kıpkırmızı olmuştu. Ölümünün şiddetli bir burun kanamasından mı, bir hastalıktan mı, yoksa bir suikast sonucu mu meydana geldiği kesinlikle anlaşılamadı. 

Cenazesi, ölümünün ertesi günü yapılan çok büyük bir törenle kaldırıldı. Cesedi altın bir tabuta konulmuştu. Bu tabut, önce gümüş, sonra da demir bir mahfazanın içine yerleştirilmiş ve böylece toprağa verilmişti. Attilâ, ölümünden sonra, kimse tarafından rahatsız edilmeden ebedî uykusunu uyumak isterdi. Bunu, böyle vasiyet etmişti. Bu nedenle mezarını kazıp kendisini toprağa verenler okla vurulmak suretiyle hemen oracıkta öldürüldü. Sonra mezarının yanından geçmekte olan bir çayın mecrası değiştirildi. Sular başta tarafa, muhtemel olarak mezarın üzerinden verilen yeni mecrasına akıtıldı. Böylelikle büyük cihangirin son arzusu yerine getirilmiş oldu.
Ne yazık ki bugün mezarının yeri dahi bilinmez...

Alıntı: https://www.forumalevim.com/devlet-ve-siyaset-biyografileri/273982-buyuk-hun-imparatoru-attila-hakkinda-kimdir.html

20190227

📰 8 Eylül, 1922... Amerikan Gazetesi... 'İngilizler de endişeli...'

8 Eylül, 1922... Amerikan Gazetesi... 
"İzmir gerçek bir cehennem... Amerikan gemileri kaçanları kurtarmaya çalışıyor. Mustafa Kemal Paşa, Küçük Asya, İstanbul ve Trakya kendisine teslim edilmezse adamlarını gönderip İstanbul'u zapt edeceğini ilan etti. İngilizler de endişeli..."

Atilla Destanı özeti

Atilla Destanı özeti
Atilla Destanı özellikleri
Atilla Destanı nedir



Atilla 




Kimse titretemedi Hunlar kadar Roma’yı Roma ki Akdeniz’i bir iç göl yapmış üç kıtaya hâkim ileri karakolları Tuna’dan Ren ve Fırat’a Oradan Sahra ve Lud Havzasına ulaşan Bir dünya emperyali Hiçbir kuvvet korkutamadı Hunlar kadar Roma’yı.

Hunlarla ittifakı reddeden Gotlar, Trakya- İtalya’ya, Vizigotlar Güney Fransa’ya, Vandallar Kuzeybatı Afrika’ya sürüldü. Zenci köle ticaretini Roma’nın ekonomik öğesi yaparak Roma’ya boyun büktüler. Uranus oğullarını Olympos’a gömmeyi başaran İsa, bu yabanıl kavimleri de kanatlarının altına almayı başaralı iki yüz yıl olmuştu Pagan Greko- Latin uygarlığı Hıristiyanlaşalı. Ve İsa asılıp Konsül, Hıristiyanlığı resmi din ilan edeli beri, Roma İsa’yı asıp sosyal ve kültürel ihtişamını koruyacağını düşünmüştü. Oysa İsa’nın gölgesiyle acze düşmüştü. 

Hunlarla Cermenler aynı amaçla birleşince, Atilla’nın amcası Ruga Kuzey Avrupa’da bir tehdit odağı olmuştu. Başbuğ Ruga Orta Asya’dan getirdiği töre ve törenlere sadık kalıp Kendi kültüründen geri bir kültüre sahip Cermenleri etkisi altına aldı. Hunların giyim kuşamları Pusat ve donanımları at ve araba koşumları Romalılardan ileri düzeydeydi. Örgüt yapıları da öyle. Hunların dinsel inançlarından da etkilenip Şaman tapınma törenleri yekten Cermen kültürünün temeli oluşturdu. Hunların etki ve itkisiyle ilkel Cermen toplulukları Greko-Latinlere kafa tutar hale geldi.Ruga, Hunları ve Cermenleri aynı bayrak altında toplayıp görevi tamamlanınca göğe uçtu. Atilla’nın eli amcasının kanına bulaştı. 


II 

Atilla’nın babası Muncuk sağ olmasa da Cermen anası Yulaağabeyi Bleda’yı ve Atilla’yı Analık görevini yapıp Hun törelerinde İyi bir bahadır olarak yetiştirdi. Bleda çok genç ve gözü pekti. Batı Roma’ya akınlar düzenledi. Hun ve Cermen silahlı güçlerini yeniledi. Ardından geniş bir coğrafya üzerinde hiçbir muhalif odak bırakmadı. Uyruğundaki halkalara dirlik ve düzenlik güvencesi verdi. Hun ve Cermen ittifakı öç ve yağma üzerine kurdu. Doğu ve Batı Roma İmparatorluğuna alternatifi oldu. Greko-Latin uygarlığı, step uygarlığının atları altında ezildi. 

Atilla’nın karısı Albız boş durmadı Atilla’nın içine şer tohumları ekildi “İki kılıç bir kına sığmaz!” diye fısıldadı. Atilla aldırmadı “Dünya iki başbuğa dardır” diye mırıldandı, Atilla umursamadı. “Senin akıbetini Bleda tayin edecek!” diye bağırdı “Bleda mı? Olmazdı, Olamazdı. Niçin olamasındı? Olur, olurdu elbet.” Atilla’nın kardeş sevgisiyle yanan kalbi birden öfkeyle kabardı, hınçla bilendi, sağ kolu Arpad’ı yanına çağırdı. Bleda’nın kesilmiş saçı iki hafta sonra Atilla’nın tolgasına sorguç oldu. Diriyken esirgediği kutluğ (1) değeri başının üstünde tuttu. Kendisine katil gözüyle bakanlara “Yeter!” diyordu Çığlık gibi yırtıcı sesiyle “Saygısızlık etmeyin Bleda benim öz karındaşım, ağabeyimdi. Alplik nedir o öğretti bana. Kendisini öldürtmem gerektiğini de.” Sonra sırtını bir ağaca dayayıp uzak bir Sungura (2) bakıyormuşçasına gözlerini kısıp ihanetini ve sebeplerini anlatıyordu. Ve sonucu şöyle bağlıyordu “Ağabeyim Bleda’nın malum akıbeti mevcut koşulların ve doğa yasalarının bir gereğiydi. Gerçekte o ölmedi, ruhen benim içimde. Gücünü bana bahşetti. Ondan önce saftım, gözüm açıldı. Bleda’nın uçmağa varışından itibaren Uslamlama gücüm arttı” 

III 

Tolgasıyla kılıcıyla Çıkık elmacık kemikleri Sakal bırakmış yüzü Kısa boyuyla Bir at çobanına benziyordu. Ne Bayındır Han kadar ihtişamlı ne Oğuz Kağan gibi bilge Yarı Cermen yarı Hun Sürekli tetikte sürekli dikkatli bir at çobanı Kısık çekik gözleri bir step ejderi gibi kızıl diliyle tıslayarak gülüyordu “Ben Roma İmparatorluğunun baş belasıyım, Mağdur ve mazlum halkların öç mızrağı” Tepeden tırnağa insanı titreten bir sesi vardı Burhan-haldun dağının alnacında ulayarak yedi düele seyrü sefer eden Cengiz Han’dan el aldı. Seyr ü sefer eyleyip köle ticaretinden büyük gelir sağlayan Burgondları kılıçtan geçirdi . Viking ve Saksonları hükümranlık alanlarından kovdu Kuzey Avrupa’yı tümden ele geçirdi Kendini kağan ilan edip Şaman kâhinlerinin elinden taç giydi Atilla kağan olur olmaz Step törelerini kesintisiz yürürlüğe koydu Uyruğundaki halkların Dinler mozaiğine saygılı davrandı Balkanlara Hunlardan önce gelen Hıristiyanlaşan Türk kabilelerine Romalılarla Hunlar arasında ezilmesinler diye Özel önlemler aldı Tebaasındaki karındaşlarına Talan ve yağma ganimetlerini eşit paylaştırdı Ne var ki kağanlığına bağlı Kâhinler Kurulu Yeterli bilgi ve bilgeliğe sahip değildi Step törelerinin temelindeki adalet anlayışı Onlar elinde dehşet kan ve gözyaşına döndü. En büyük müttefiki Cermenler akıl almaz tüyler ürpertici cezalar aldı. Tarihe acımasız bir hükümdar olarak geçti Oysa aşk ve adalet anlayışını bu ilkel insanlara aşıladığını sanıyor, kendi suretine bürünmüş korkunun kol gezdiğini fark etmiyordu. O büyük ideallerin ve Tanrısal aşkların adamıydı. Tek amacı yeryüzünü bir Hun cenneti yapmaktı. Bu kutluk ideali uğruna kelleyi koltuğa almış gerçek bir step bilgesiydi 

IV 

Atilla bu idealle durmuyor Yeni seyr ü seferler düzenliyordu Doğu Romalılar “Atilla Konstantinopolis’e geliyor !” Diye Trakya bölgesini olduğu gibi step atlılarına terk ettiler Ve Marmara bölgesine çekildiler Atilla Konstantinopolis’e girmedi; Meriç Havzasında durdu. Marianopolis’le Serdice dâhil, yetmişten fazla kent zapt edildi. Şimdilik bu yeter dedi Zamanın sarkacı gidip gelirken öç duygusu Doğu Romalıların İmparator naibi Krysaphios’un Atilla’ya kininiyle birleşince Krysaphios kağanın başını onun sağ kolu Edekon’dan istedi. Ona bir servet teklif etti. Edekon Krysaphios’un teklifini kabul etti. Ve hemen yola koyuldu Atilla’yı katletmek şöyle dursun, Krysaphios’un girişimini Atilla’ya bizzat kendi anlattı. Atilla Krysaphios’un başını istedi Krysaphios Hunları hiç tanımamasının bedelini canıyla ödedi Çünkü elçi Edekon’un indinde Atilla Gök Tanrı’nın bir suretiydi. İstese de ona ihanet edemezdi. Kaldı ki, Atilla’nın erkanı Atilla’dan daha iyi koşullarda yaşamaktaydı. Atilla ihtişamını tebasından esirgemezdi de, Rahip Jordanes ve tarihçi Priskos bu tuhaf gerçekliğin tanıklarıydı. 

Trakya’nın ilhakından ve suikast olayından sonra Atilla kuzeye çekildi Doğu Roma – Batı Roma birleşip Atilla’ya saldırdı. Atilla antlaşmalar yapıp bekle gör politikası uyguladı. Ta ki Hororian’ın sesi ta Tuna kıyılarında yankılanınca Kendisine 25 yıl önce gönderilmiş Yüzüğe dudak büken Atilla, Hororian’ı kurtarmak için ant içti İmparator Constantius’un kızı ve varisi Hororian’u İmparator ölünce, İmparatoriçe Plancdia Hapse attırıp oğlu Valentinianus’u imparator yapmıştı. Atilla, Hororian’ın zindana kapatılmaması ve karısı olması için Batı Roma‘ya dünürcüler gönderip İmparatorluğun yarısını drohoma olarak istedi. İmparatorluk reddedince, bu isteğini Orleans’da Roma ve ittifakı Got ordularıyla Batı Hun savaşçıları göğüs göğüse çarpıştı. Kan su gibi aktı Gök Tanrı’nın kutluğ Alpleri Şaman bahadırlarının ümit ve cesaretle yoğrulmuş step atlıları Batı Roma ordusunu dağıttı. Kuzey Galya küçük krallıklar halinde parçalandı. Britanya’ya Saksonlar, Güney Galya ve İspanya’ya Vizgotlar, Jura ve Alp bölgesine de Burgonlar yerleşti. Step atlıları vadilerden ağır ağır Po ovasına aktılar; Po ovasında salgınkasırga gibi Atilla’nın ordusuna çullanınca, o görkemli Hun ordusu hızla eridi. Apeninler toynak sesleri yerine hasta askerlerin öksürüğüyle yankılandı Atilla Hıristiyanların Tanrısı’nın hışmına uğradığını düşünüp geri döndü. 


İçindeki ateş bir türlü sönmüyordu. Hororian’ın da, Roma’nın da Gök tanrı belasını versindi. Tekrar evlenmeye karar verdi. Kendisine İlekDengizikve İrmekadlı üç oğul veren Albızyoktu artık. İldiko adlı bir peri kızını sevdi. İldikokimdi nereliydi, kimse bilmiyordu. Yedi gün şenlik ateşleri yakıldı. Davullar vuruldu yedinci gün Atilla gerdeğe gencelip girdi. Ecel onu, nice savaştan yara almadan kurtulmuş steplerin bozkır kurdu, İldiko’nun göğ gözlerinde boğuldu, yok oldu. Atilla ölmüş, Atilla öldürülmüştü. Şaman kâhinleri bu kutluğ ve bilge hanı gömecek yer bulamadılar Tuna nehrinin kollarından birinin yatağını değiştirip Üç günlük yuğ(3)töreninden sonra Kızıl otağın önünden Beğümler(4)saçlarını yoldu Alpler sakalların yolup Beyler (5)hançerleriyle yüzlerini çizip Kızıl ateşlerin önünde sinsin oynadılar Bu nehir yatağına gömdüler ulu hakanları Definle görevli Yund kabilesi (6)töreleri gereği Batı Hun topraklarını terk edip atlarını bir daha dönmemek üzere Anadolu’ya doğru sürdüler. Atilla göğe uçup gitti Ulu bir sungurun kanadına takılıp… 

Mehmet ÖZGÜR 

(1) Kutluk: Tanrısal ve yüce değer ve bilgi 
(2) Sungur: Şahinden küçük bir yırtıcı bir kuş 
(3)Yuğ: ölüm ardında yapılan tören
(4)Begümler: prensesler
(5)Beyler: Prensler
(6)Yund Kabilesi: Ölüm

Alıntı

✍️ Vatan şimdi O’nu bağrına basarak… Attila İlhan'ı sonsuzluğa uğurlaken

Vatan şimdi O’nu bağrına basarak…

Doğu Perinçek
Attila İlhan’ın son saptaması: ‘Bir millet uyanıyor.’ Hazırladığı diziye de bu adı vermişti.
Milletler kendiliklerinden uyanmazlar. Milletleri uyandıranlar vardır. Attila İlhan, milletini uyandıran, ateşleyen sahici yazardır, ve hepimizi milleti uyandırmaya, ayağa kal-dırmaya yönlendiren büyük düşünür! Namık Kemal neslindendir. Söz, onlarda bir işaret fişeği gibidir.
DİP DALGASININ KAŞİFİ VE RÜZGARCISI
O güçlü ve büyük akıntının, ‘dip dalgasının’ yazarıydı. Halkını, milletini ku-caklayan ve geleceğe taşıyan o büyük dalganın hem kaşiflerindendi, hem de rüzgarını yaratan ve pusulasını elinde tutan.
Karnından konuşan, sayıklayan şair değildir; halkının, milletinin şairi ve düşü-nürüdür. Sesi tarihin derinliklerinden gelir ve geleceğe uzanan büyük vâdide yankılanarak gider. Çünkü o ses, toplumun öncüsünün sesidir ve alabildiğine güzeldir.
Söz, onda bir yanardağın ağzından dökülen ateş gibidir. Bir yanardağ! Milletinin enerji birikimini bütün yakıcılığıyla, bütün coşkusuyla yeryüzüne döken bir volkan!
YERYÜZÜNE BASTIĞI TOPRAK
Eğer yeryüzüne basacaksan, ayakların dünyaya bir yerden basacak. İşte o dünyaya basabileceğimiz yer, çağımızda vatandır.
Attilâ İlhan’ın parolası vatandı; işareti namus! Ve aşk elbette. Attilâ İlhan, halkına ve vatanına ve insanlığa delice bir aşkla bağlıydı.
KENDİSİNİ TARİHİN BÜYÜK AKIŞI İÇİNDE TANIMLADI
Ayaklarını toprağa basanlar, daima zamanın büyük akıntısının içindedirler. O’nun hayatla bağını kuran büyük özelliği, kendisini ve yaratıcılığını, bireysel bir serüvenin yalnız-lığında değil, tarihin içinde, milletiyle ve büyük insanlıkla koyun koyuna tanımlaması ve üretmesidir.
Cemal Süreya, sürgündü; göçebeydi; Afrika’ya dahildi; Kadıköy vapurunda bile gezgindi; coğrafyaya geçen şairdi. Attilâ İlhan ise, tarihin doruklarından kopup gelen bir çığdır.
Attilâ İlhan için, bütün rüzgârlar tarihten alınır; bütün ateşler tarihin içinde bulunur, her şey ama her şey tarihin içindedir. Bu nedenle tarihe çalım atılamaz. Devrimcilik her zaman tarihseldir. Devrim tarihin içinde birikir ve tarihin içinde patlar.
Büyük yazarlar da bir volkan gibi tarihin içinde patlarlar; tarihin İçinden taşarlar. Büyük yazarı yaratan, tarihtir. Küçük yazar ise, tarihin dışındadır ve tarihe ihanet eder. Bir de kendisini piyasanın efendilerine sunan yazarlar bulunmaktadır. Onların tarihle ilişkileri, tarihin içine pislemeleridir. Tıpkı sipariş edilen romandaki kuşun Atatürk heykeline pislemesi gibi. Bir yağmurluk eylemleri vardır. Attilâ İlhan’ın ‘Edebiyatın Cim Boynerleri’ diye tanım-ladığı o piyasa yazarlarıyla kavgası, aslında bir tarihe bağlılık ve erdem kavgasıdır. Tarihsel-lik, Attilâ İlhan’ın yazarlık tılsımıdır.
TÜRK DEVRİMİ’Nİ TARİHİN İÇİNE MEVZİLENDİRDİ
Düşünürlüğü ve yaratıcılığı, hem insanlık tarihinden, hem de ve sonuna kadar millî tarihin içinden kuvvet alır. İki yüzyıldır kapitalizm ve emperyalizmle savaşan bir milletiz biz! Arkada kalan iki yüzyılın her anında dünyanın efendileriyle göğüs göğüse çarpışıyoruz. Bunun bilincindedir.
Attilâ İlhan, bu nedenle Türk Devrimi’ni, bir yandan kendi toplumsal sürecimiz içinde yorumlarken, bir yandan da evrensel devrimci akım içindeki bağlantılarıyla anlamıştır. İlk Türk milliyetçilerinin çevremizdeki halkçılık cereyanından, sosyalist akımlardan beslenen düşün kaynaklarının ortaya konmasını hep coşkuyla karşılamış; Mustafa Kemal Paşa’nın başyazarlığını yaptığı Hakimiyeti Milliye yazılarındaki sosyalizm açılımını aylarca yazmış ve Kurtuluş Savaşımızın ideolojik kaynaklarının yeniden keşfedilip bilinçlere çıkarılması için bayrak açmıştır.
KEMALİST DEVRİM’İN GELECEKLE BAĞINI KURDU
Kemalist Devrim’i, kaynaklarına indiği için anlamıştır. Attilâ İlhan, Kemalist Devrim’in evrensel kaynağının yalnız büyük Fransız Devrimi’nde değil, aynı zamanda Sovyet Devrimi’nde olduğunu çok iyi saptamıştı. Bu nedenle Kemalist Devrim’i tarihin içinde taşlaşmış bir hatıra olarak değil, geleceğe akıp giden dinamik bir olay olarak anlamıştır. Kemalist Devrim’in o kireçlenme dönemiyle savaşması, bir tarih yorumu değil, doğrudan doğruya geleceğimizi yaratmaya yönelik bir çabaydı.

Onu anlamayanlar, Kemalist Devrim’i anlamayanlardır ve Kemalist Devrim’i ta-mamlama görevine sarılmayanlardır. Dolayısıyla Kemalist Devrim’i kesintisiz olarak top-lumcu bir geleceğin büyük mirası olarak görmeyenlerdir. Yani sinsi ve açık
Tanzimatçılar!
Attilâ İlhan, her zaman cephede görev yaptığı için, Kemalist Devrim’i en iyi anlayan düşünürlerimiz arasındadır. Şunu kanıtlamıştır: Kemalist Devrim’i tamamlama ve ötesine geçme özlemiyle tutuşmak, Kemalist Devrim’i yerli yerine oturtmanın şartıdır. Kemalist Devrim mirasına sahip çıkmak için, Kemalist Devrim’i aşan bir programa sahip olmak gerekir. Aynen Atatürk gibi.
Gazi Paşa, bütün büyük devrimciler gibi, ‘arasız devrimlere’ açılan bir ufku ve eylemi olduğu için, Atatürk olmuştu. Gazi’nin amacında, tarihin bir anına kazık çakmak gibi bir hurafe yoktur. Menzilini ucu açık olarak ‘çağdaş uygarlık’ diye tanımlaması, sınıfsız bir dünya özlemini vurgulaması, Atatürk’ü, kendi deyişiyle ‘arasız devrimler’ diyalektiğine bağlamıştı.

1904 yılında not defterine ‘Evvela sosyalist olmalı, maddeyi anlamalı’ diye yazan Mustafa Kemal’in maddeyi anlayan geniş ufku ve eylemi, ancak Attilâ İlhan gibi maddeyi anlayan düşünürler tarafından gelecek kuşaklara taşınabilirdi. Toplumumuz, Kemalist Devrim’in yakın programını gerçekleştirdikten sonra, elbette orada yığılıp kalmayacaktı. Kemalist Devrim, bir millî demokratik devrimdi ve bu özelliğiyle kesintisiz olarak sosyaliz-me ilerlemenin ve sınıfsız toplum davasının bir aşamasıydı.


Attilâ İlhan Türk Devrimi’ni ve onun en büyük atılımı olan Kemalist Devrim’i tarihsel yerine mevzilendirdi. Dikkat buyurulsun, oturttu demiyoruz, mevzilendirdi diyoruz. Çünkü Kemalist Devrim, bağdaş kurmuş ve bitmiş bir olay değil, tamamlanmamış, tamam-lanması kaçınılmaz ve geleceği belirleyen büyük bir hareketti.


Attilâ İlhan, Kemalist Devrim’in, tarihin içinden geleceğe uzanan büyük itici gücünü anladı ve ortaya koydu. Hayat, Kemalist Devrim’in millî demokratik programı ile sosyalizm arasına bir duvar koymayan, tarihsel sürecin diyalektiğini git gelleri ve iniş çıkışlarıyla kavra-yan Attilâ İlhan’ı doğrulayacaktır. O nedenle Attilâ İlhan, yalnız arkada kalan kuşaklara değil, gelecek kuşaklara da Kemalizmi öğretme eylemini sürdürecektir.
GELENEĞİN İÇİNDEKİ GELECEĞİ KEŞFETTİ VE GELECEĞİN İÇİNDEKİ GELENEĞİ YARATTI
Kemalist Devrim bizim yakın tarih içindeki köklerimizdir. Bizim derken, bugün Türkiye’de halk, vatan, emek, namus, devrim, aydınlanma, yaratıcılık, yapıcılık adına ne varsa, işte onları kastediyoruz. Ama bu birikimin kökleri, daha derinde, daha derindedir! Büyük imparatorluklar kuran bir tarihin içinden geliyoruz.
Hayata bakınız, çarpışma, gelenek ile gelecek arasında değildir. Gelenek ve gelecek de, her biri kendi içlerinde ikiye bölünürler. Geleneğin içinde hem eskiyen vardır, hem de filizlenen. Geleceğin içinde de hem yarınlara kalacak bir gelenek vardır; hem de dünün aşınan ve çürüyenleri. Attilâ İlhan bu diyalektiği içselleştirmiştir. O, geleneğin içindeki
geleceği keşfetmiştir ve geleceğin içindeki geleneği yaratanlardandır.
Sanatçı olarak da beslenme kaynakları, hem destanlardan ve halk şiirinden akıp gelir, hem de Divan şiirinden. Geleceğin yolunu açan bu tarihsel miras, onun hem siyasal duruşunu, hem de sanatsal eylem ve edâsını besler. Derinliği bu Tarihsel Materyalist tavırdadır.
Onu sığlaşmış ve kireçlenmiş sözde Atatürkçülükten ayıran buydu. O köksüzler, Türk Devrimi’ni kendi evveliyatından kopararak, aslında Attilâ İlhan’a göre hayattan da koparmışlardır; bir gülü toprağından koparıp solmaya bırakmak gibi. Her toplum, ne yapacaksa, ancak ve ancak tarihin içinde bulduklarıyla yapar. Türk Devrimi de, tarihin içinde bulduklarıyla Türk Devrimi olmuştur. Ve sanatçı da, tarihin içinde bulduklarıyla sanatçı olur. Yaşadığımız anın bir an öncesi tarihtir. Arkada bırakmak üzere olduğumuz şu an dışındaki her şey tarihtir.
Peki Türk Devrimi’nin, feodal Türk tarihi içindeki mirası nedir? O miras, Türklerin imparatorluklar kurma yeteneğidir; bağımsız ve başı dik devletler kurma birikimidir; ticaret yollarına egemenliğidir. Ve Attilâ İlhan’la bir kat daha güzelleşen ve zenginleşen Türkçedir.
Ve uygarlık demek, 16. yüzıla kadar imparatorluk demektir. Attilâ İlhan, uygarlığa geçişin devlet kuruculuğuyla olduğunu derinliğine anlamış birkaç düşünürümüzden biridir.
Roma’nın köleci imparatorluğu, hepimize göre uygarlıktır. Mısır da öyle. Atina’nın köleci site devleti, hayran olduğumuz bir uygarlıktır. Başka kavimlerin köleci uygarlıklarına bayılırız; yanlış değil; ama Türklerin imparatorluklar tarihine geldiğimiz zaman, bilinçler tepetakla olur; tarihe başaşağı bakarız. Attilâ İlhan, Tarihsel Materyalist duruşu ve derinliğiyle Türk uygarlık tarihini dünya imparatorluklar tarihi içindeki konumuna yerleştirmiş, ayakları üzerine dikmiştir. Emperyaliz-min az gelişmiş ülke aydınlarını içine ittiği millî inkarcılık batağına düşmemiştir. Vatanına ve halkına bağlı kalmak onu gerçekle birleştirmiştir. Bu açıdan onun ufkunun genişliğini belirle-yen, milliyetçilik değil, enternasyonalizmdir. Sağlam vatanseverlikten enternasyonalizme açıl-mıştır. Zaten enternasyonalizme açılan bir başka liman yoktur.
Türklerin toplumsal serüvenleri içinde İslamiyeti kabul etmelerini de bu açıdan doğru yorumlamıştır. Tarihsel birikim, karşıtlarıyla vardır. Her akım, karşıtlarıyla mukayese ve çarpışma içinde ileri veya geridir; yoksa o zaman varolmayan bugüne göre değil. İşte yüzeysel ve geleceği olmayan gardorop Atatürkçüsünün anlayamadığı bu olmuştur.
DERİNLERE UZANAN YARATICILIK
Attilâ İlhan’ın yaratıcılık kaynakları, Türkçe yeteneği, sözcük hazinesi, bu tarihsel konumlanması nedeniyle sınır tanımaz. Beslenme kaynaklarını derine, daha derine, en derine uzatır. Nâzım Hikmet de öyleydi.
Yüzeysel öztürkçeciler onu anlamadılar; çünkü öz olanın tarih içinde oluştuğunu ve kavim çeperlerini aşan alışverişlerle beslendiğini bilmediler. Türkçeyi besleyen tarihsel kay-nakları görmediler. Türklerin de komşuları ve alışverişleri olduğunu bilmediler. Türk Devri-mi’ni yeniyi yaratmak olarak değil, yalnız ve yalnız eskiyi toptan red olarak anladılar.
Oysa geleneğin toptan reddi, intihardır ve hiçbir şeyin yok olamayacağını saptayan ünlü Lavoisier yasasına aykırıdır. Eskiyi toptan reddedenler, hayatın dışına düştükleri için, ne bir hazine keşfettiler, ne de bir dil görgüsü geliştirdiler. Dolayısıyla devrimcilikleri kısırdı. Sanatları, kıtlıkta büyümüş çocuklar gibi kavruk kaldı. Boyunlarını dik tutamadılar, ezik ve eğik durdular. Attilâ İlhan’ın sanatının gürlüğü, Kemalist Devrim’in öncesindeki tarihsel köklere kadar uzanmasındadır. Atatürk gökten inmemişti. Onu da bir tarih yapmıştı.
BATI EMPERYALİZMİNE KARŞI ASYALI KİMLİĞİ
Attilâ İlhan, Kemalist Devrim’i yalnız tarih boyutunda değil, dünya ölçeğindeki kamplaşmada da yerli yerine oturtmuştur. Kemalist Devrim, Ezilen Dünyanın emperyalizme karşı öncü devrimiydi. Asya başta olmak üzere bütün Ezilen Dünyayı ateşlemişti.
Attilâ İlhan, bilimselliği ve yaratıcılığındaki eşsiz gücü nedeniyle her zaman kendisine güvenmiştir. Ama Asya’lı kimliğiyle, kendisini ve geleceğin uygarlığını doğru tanımladığı için, kendisine daha çok güvenmiştir.
Batı, çağımızda artık demokratik devrimler döneminin Batısı değil, emperyalizmin Batısı idi. Bu nedenle geleceği ve yeniyi değil, yıkımı ve çürümeyi temsil ediyordu. Artık insanlık adına ne olacaksa, doğudan doğacaktı. O nedenle Asya’lı olmak, Attilâ İlhan’da bir bir üstünlük tarifesiydi; bir umudun adresiydi ve büyük uygarlık köklerinden beslenmenin adıydı.
Asya’lı olmak, Attilâ İlhan’da yalnız geleceğin uygarlığı içinde öncü konumlara yerleşmek değil, aynı zamanda yaşamak için, soluk alabilmek için biricik siyasal seçenekti. Atlantik macerasında Kemalist Devrim’le kazandığı her şeyini kaybeden Türkiye, günümüz dünyasında Avrasya ittifakı içinde ayağa kalkabilir ve Kemalist Devrim’i tamamlayabilirdi. Türkiye’nin ufku Avrasya idi. Avrasya denince, Attilâ İlhan’ın gözleri ışıldıyordu. Avrasya seçeneğinin Türkiye’deki ve dünyadaki öncüleri içinde yer aldı.
DÜNYA GÖRÜŞÜ VE TUTARLILIĞI
Kurtuluş Savaşımızı destanlaştıranlar niçin Nâzım Hikmet’ler olmuştur? Kemalist Devrim’i en derin tarihselliğiyle niçin Attilâ İlhan’lar anlamıştır? Attilâ İlhan’ın parolası niçin vatandır, işareti niçin sapına kadar namustur? Bu milletin tarihinin en derinlerine niçin Attilâ İlhan’lar kök salmıştır? Bu milletin birikimine niçin onlar güvenmiş, niçin onlar o derinden gelen ‘dip dalgasının’ önünde durulamayacağını saptamış ve müjdelemişlerdir?
Bu soruların bir cevabı olması gerekir.
Bu soruların bir cevabı vardır. Keşke bu soruları onun sağlığında sorsaydım. Attilâ İlhan, bu soruların toplumun önüne konmasını isterdi.
Aslında soruları tek bir soruya indirecek olursak, Attilâ İlhan’ı bir tutarlılık, bir dünya görüşü olarak tanımlama sorusundan kaçmak ayıptır ve saygısızlıktır. Attilâ İlhan deyince, bazı ayrıksılar dışında, bir tutarlılık, bir sistem var; bir dünya görüşü var ve o dünya görüşüne yaslanan bir duruş var; bir eylem var. Evet, ne çıkar onlar üstünü kapamak isteseler de, Attilâ İlhan da, büyük şairimiz Nâzım Hikmet gibi Bilimsel Sosyalist idi.Yaratıcılığının ve sağlam mevzilenmesinin felsefî kaynağı buradadır.

O, emperyalizmin beşinci kolu olan bir sosyalizm sahtekârlığını değil, devrim yapan sosyalizmi savundu.
Bilimsel Sosyalizm, çağımızda milyonlarca insanı ayağa kaldırmış olan, geleceğin yaratılması eylemine seferber eden biricik ve rakipsiz dünya görüşüdür. En derin vatansever-liğin, halka ve insanlığa en sağlam bağlılığın, toplum için en yaratıcı fedakârlığın, bencilliğin ötesine geçmenin ve eğilmez bükülmez kişiliğin kaynağıdır; erdemli olmanın yoludur.
Tarihsel Materyalizm, Attilâ İlhan için çocuksu bir merakın, delice öğrenme tutku-sunun, yanlışlarına karşı son derece rahat bir nesnelliğin ve bilgi karşısında hazırola geçen alçak gönüllülüğün felsefi ateşleyicisidir. Hepimizin ağabeyi, büyüğü, hatta bazılarımızın de-desi çağında olmasına rağmen, öğrenmeye açıktı. Sabit fikirli ve saplantılı değildi. Gerçeğe
sevda derecesinde bir sadakat, her büyük yazar gibi onun da öne çıkan özelliğiydi. Erdemliydi.
Tutarlılığı içindeki ayrıksılara gelince, Türk tarihindeki Jakobenliği ile Rus yakın tarihine bakışındaki Jakoben karşıtlığı hemen akla geliyor. Mustafa Kemal’e bakan Attilâ İlhan ile Sultan Galiyef’e bakan Attilâ İlhan aynı yerde durmazlar.
CESURDU VE SAFINI AÇIKÇA BELİRLEMİŞTİ
Cesurdu. Gençliğinden beri hep cesur! Öncelikle büyük tarihsel akışın hak verdiği ve zafer vaat ettiği bir konumda olma bilincinden kuvvet alan bir cesarettir bu.
Dalgaların üzerinde yüzen çok köpükler vardır. Onlar bir fiskede balon gibi sönme-ye teşnedir. Hıyanet de bir köpük gibidir aslında. Attilâ İlhan ise, karşı konulamayan büyük dip dalgasının önündedir. Cesareti buradandır.
Milletinin yediği aşa sinsice ağu katan kahpe yazarlar vardır. Dünyanın büyük za-limlerine bağlandıkları halde, korkaktırlar. El hayinün hayifün! Attilâ İlhan ise, emekçi halkın ve milletinin yazarıdır. Baştan aşağı namustur.
Safını açıkça belirlemiştir her zaman.
Dünya ölçeğinde bakarsanız, Attilâ İlhan, emperyalizmin sol ayağı olan İkinci Enternasyonal’in yani Sosyal Demokrasinin değil, Üçüncü Enternasyonal’in safında olduğunu hep iftiharla vurgular.
Türkiye ölçeğinde bakarsanız, 1960’larda Mehmet Ali Aybar’ın Türkiye İşçi Partisi’ ni desteklemiştir; 1995, 1999 ve 2003 seçimlerinde ve her fırsatta ‘İşçi Partisi’nin başarısı için’ kamuoyu önünde açık çağrılar yapmış; kendisini ortaya koymuştur.
‘TÜRKÇÜ-DEVRİMCİ DİYALOĞU’
Attilâ İlhan, emperyalizme karşı bütün milleti birleştirecek çözümlerde de cesurdu ve öncüydü. 19. yüzyılın toplumcu-devrimci milliyetçileri ile 20. yüzyılın toplumcuları / soysalistleri arasındaki ortak kökleri ve ortak mevzilenmeyi hep işledi ve bugünlere taşımak için öncü savaş verdi.
O, Millici Cephe ihtiyacını ilk ortaya atanlardandı. Arslan Bulut’un 1997 yılında ya-yınlanan ‘Doğu Perinçek ve Attilâ İlhan’la Röportajlar’ı ve 1998 yılında Kaynak Yayınları’nın çıkardığı ‘Türkçü-Devrimci Diyaloğu’ başlıklı kitabı bu açıdan yeniden okunmalı ve tartışıl-malıdır.
ABD emperyalizmi ve hempalarının ‘Kızıl Elma’ adını taktıkları Millîci Cephe, milletin ihtiyacı olduğu için önlenememiştir. Bunu çok iyi bilen Attilâ İlhan, Millîcilerin en son Lozan 2005’te omuz omuza eyleme geçmesini coşkuyla karşılamıştı. Mehmet Perinçek ile Lozan’dan sonra yaptıkları görüşmede ve son telefon konuşmalarımızda, milletin uya-nışından duyduğu mutluluktan içi içine sığmıyordu. Gittiği yerlerde, görüştüğü insanlarda, aldığı mektuplarda, dip dalgasının birleştirdiği o öncü tutumun ateşlediği hareketlenmeyi görüyordu. ‘Bu sefer ciddi bir şeyler oluyor galiba’ diyordu. Böyle bir dönemin Türkiye’de hiçbir zaman yaşanmadığını vurguluyordu. Yeni bir tarihsel sıçramanın eşiğine geliyorduk. Geleceğe içi dolu dolu bakıyordu.
‘GÖZÜM ARKADA KALMAYACAK ÇÜNKÜ’
Birkaç ay önce rahatsızlık geçirdiğinde, doktorlar ‘Devamlı dinlen, çok dolaşma’ diyorlarmış. ‘Artık doktorları dinlemeyeceğim, bu kadar sene yaşadım, yarın ölsem gözüm arkada kalmayacak’ diyordu. ‘İşte dip dalgası geliyor ya, volkanın patlayacağını görüyor ve biliyorum.’
Son telefon konuşmamızda, ‘Mehmet Perinçek’e de söyledim’ dedi, ‘artık gözüm arkada kalmaz, onlar var.’ Daha başka şeyler de söylemiş.
TOPRAK ARTIK DAHA BEREKETLİ
Attilâ İlhan, bu milletin tarihsel birikiminin içindedir artık, ama aynı zamanda bu milletin ve insanlığın yarınıdır da.

Büyük yaratıcılar, ölümlerinden sonra da yaratma eylemini sürdürürler. Attilâ İlhan’ı koynuna bıraktığımız o verimli toprağımız, artık daha zengindir. Toprağımız, Attilâ İlhan’la artık daha bereketlidir.
Bir daha Attilâ İlhan olmaz, buna koskoca bir millet, ne kadar üzülsek azdır. Yüreğimiz kan ağlasa, yeridir. Ama büyük yaratıcılarımızın, büyük tarihimizin mirasından yeni ve gür filizlenmeler olacaktır. Attilâ İlhan, o filizleri besleyen büyük toprağımızın, vatan toprağının kucağında her zaman vardır ve her zaman bizimdir. Vatan şimdi onu bağrına basarak, daha çok vatan olmuştur.

Alıntı/ Kaynak: Aydınlık Gazetesi