20190227

✍️ Vatan şimdi O’nu bağrına basarak… Attila İlhan'ı sonsuzluğa uğurlaken

Vatan şimdi O’nu bağrına basarak…

Doğu Perinçek
Attila İlhan’ın son saptaması: ‘Bir millet uyanıyor.’ Hazırladığı diziye de bu adı vermişti.
Milletler kendiliklerinden uyanmazlar. Milletleri uyandıranlar vardır. Attila İlhan, milletini uyandıran, ateşleyen sahici yazardır, ve hepimizi milleti uyandırmaya, ayağa kal-dırmaya yönlendiren büyük düşünür! Namık Kemal neslindendir. Söz, onlarda bir işaret fişeği gibidir.
DİP DALGASININ KAŞİFİ VE RÜZGARCISI
O güçlü ve büyük akıntının, ‘dip dalgasının’ yazarıydı. Halkını, milletini ku-caklayan ve geleceğe taşıyan o büyük dalganın hem kaşiflerindendi, hem de rüzgarını yaratan ve pusulasını elinde tutan.
Karnından konuşan, sayıklayan şair değildir; halkının, milletinin şairi ve düşü-nürüdür. Sesi tarihin derinliklerinden gelir ve geleceğe uzanan büyük vâdide yankılanarak gider. Çünkü o ses, toplumun öncüsünün sesidir ve alabildiğine güzeldir.
Söz, onda bir yanardağın ağzından dökülen ateş gibidir. Bir yanardağ! Milletinin enerji birikimini bütün yakıcılığıyla, bütün coşkusuyla yeryüzüne döken bir volkan!
YERYÜZÜNE BASTIĞI TOPRAK
Eğer yeryüzüne basacaksan, ayakların dünyaya bir yerden basacak. İşte o dünyaya basabileceğimiz yer, çağımızda vatandır.
Attilâ İlhan’ın parolası vatandı; işareti namus! Ve aşk elbette. Attilâ İlhan, halkına ve vatanına ve insanlığa delice bir aşkla bağlıydı.
KENDİSİNİ TARİHİN BÜYÜK AKIŞI İÇİNDE TANIMLADI
Ayaklarını toprağa basanlar, daima zamanın büyük akıntısının içindedirler. O’nun hayatla bağını kuran büyük özelliği, kendisini ve yaratıcılığını, bireysel bir serüvenin yalnız-lığında değil, tarihin içinde, milletiyle ve büyük insanlıkla koyun koyuna tanımlaması ve üretmesidir.
Cemal Süreya, sürgündü; göçebeydi; Afrika’ya dahildi; Kadıköy vapurunda bile gezgindi; coğrafyaya geçen şairdi. Attilâ İlhan ise, tarihin doruklarından kopup gelen bir çığdır.
Attilâ İlhan için, bütün rüzgârlar tarihten alınır; bütün ateşler tarihin içinde bulunur, her şey ama her şey tarihin içindedir. Bu nedenle tarihe çalım atılamaz. Devrimcilik her zaman tarihseldir. Devrim tarihin içinde birikir ve tarihin içinde patlar.
Büyük yazarlar da bir volkan gibi tarihin içinde patlarlar; tarihin İçinden taşarlar. Büyük yazarı yaratan, tarihtir. Küçük yazar ise, tarihin dışındadır ve tarihe ihanet eder. Bir de kendisini piyasanın efendilerine sunan yazarlar bulunmaktadır. Onların tarihle ilişkileri, tarihin içine pislemeleridir. Tıpkı sipariş edilen romandaki kuşun Atatürk heykeline pislemesi gibi. Bir yağmurluk eylemleri vardır. Attilâ İlhan’ın ‘Edebiyatın Cim Boynerleri’ diye tanım-ladığı o piyasa yazarlarıyla kavgası, aslında bir tarihe bağlılık ve erdem kavgasıdır. Tarihsel-lik, Attilâ İlhan’ın yazarlık tılsımıdır.
TÜRK DEVRİMİ’Nİ TARİHİN İÇİNE MEVZİLENDİRDİ
Düşünürlüğü ve yaratıcılığı, hem insanlık tarihinden, hem de ve sonuna kadar millî tarihin içinden kuvvet alır. İki yüzyıldır kapitalizm ve emperyalizmle savaşan bir milletiz biz! Arkada kalan iki yüzyılın her anında dünyanın efendileriyle göğüs göğüse çarpışıyoruz. Bunun bilincindedir.
Attilâ İlhan, bu nedenle Türk Devrimi’ni, bir yandan kendi toplumsal sürecimiz içinde yorumlarken, bir yandan da evrensel devrimci akım içindeki bağlantılarıyla anlamıştır. İlk Türk milliyetçilerinin çevremizdeki halkçılık cereyanından, sosyalist akımlardan beslenen düşün kaynaklarının ortaya konmasını hep coşkuyla karşılamış; Mustafa Kemal Paşa’nın başyazarlığını yaptığı Hakimiyeti Milliye yazılarındaki sosyalizm açılımını aylarca yazmış ve Kurtuluş Savaşımızın ideolojik kaynaklarının yeniden keşfedilip bilinçlere çıkarılması için bayrak açmıştır.
KEMALİST DEVRİM’İN GELECEKLE BAĞINI KURDU
Kemalist Devrim’i, kaynaklarına indiği için anlamıştır. Attilâ İlhan, Kemalist Devrim’in evrensel kaynağının yalnız büyük Fransız Devrimi’nde değil, aynı zamanda Sovyet Devrimi’nde olduğunu çok iyi saptamıştı. Bu nedenle Kemalist Devrim’i tarihin içinde taşlaşmış bir hatıra olarak değil, geleceğe akıp giden dinamik bir olay olarak anlamıştır. Kemalist Devrim’in o kireçlenme dönemiyle savaşması, bir tarih yorumu değil, doğrudan doğruya geleceğimizi yaratmaya yönelik bir çabaydı.

Onu anlamayanlar, Kemalist Devrim’i anlamayanlardır ve Kemalist Devrim’i ta-mamlama görevine sarılmayanlardır. Dolayısıyla Kemalist Devrim’i kesintisiz olarak top-lumcu bir geleceğin büyük mirası olarak görmeyenlerdir. Yani sinsi ve açık
Tanzimatçılar!
Attilâ İlhan, her zaman cephede görev yaptığı için, Kemalist Devrim’i en iyi anlayan düşünürlerimiz arasındadır. Şunu kanıtlamıştır: Kemalist Devrim’i tamamlama ve ötesine geçme özlemiyle tutuşmak, Kemalist Devrim’i yerli yerine oturtmanın şartıdır. Kemalist Devrim mirasına sahip çıkmak için, Kemalist Devrim’i aşan bir programa sahip olmak gerekir. Aynen Atatürk gibi.
Gazi Paşa, bütün büyük devrimciler gibi, ‘arasız devrimlere’ açılan bir ufku ve eylemi olduğu için, Atatürk olmuştu. Gazi’nin amacında, tarihin bir anına kazık çakmak gibi bir hurafe yoktur. Menzilini ucu açık olarak ‘çağdaş uygarlık’ diye tanımlaması, sınıfsız bir dünya özlemini vurgulaması, Atatürk’ü, kendi deyişiyle ‘arasız devrimler’ diyalektiğine bağlamıştı.

1904 yılında not defterine ‘Evvela sosyalist olmalı, maddeyi anlamalı’ diye yazan Mustafa Kemal’in maddeyi anlayan geniş ufku ve eylemi, ancak Attilâ İlhan gibi maddeyi anlayan düşünürler tarafından gelecek kuşaklara taşınabilirdi. Toplumumuz, Kemalist Devrim’in yakın programını gerçekleştirdikten sonra, elbette orada yığılıp kalmayacaktı. Kemalist Devrim, bir millî demokratik devrimdi ve bu özelliğiyle kesintisiz olarak sosyaliz-me ilerlemenin ve sınıfsız toplum davasının bir aşamasıydı.


Attilâ İlhan Türk Devrimi’ni ve onun en büyük atılımı olan Kemalist Devrim’i tarihsel yerine mevzilendirdi. Dikkat buyurulsun, oturttu demiyoruz, mevzilendirdi diyoruz. Çünkü Kemalist Devrim, bağdaş kurmuş ve bitmiş bir olay değil, tamamlanmamış, tamam-lanması kaçınılmaz ve geleceği belirleyen büyük bir hareketti.


Attilâ İlhan, Kemalist Devrim’in, tarihin içinden geleceğe uzanan büyük itici gücünü anladı ve ortaya koydu. Hayat, Kemalist Devrim’in millî demokratik programı ile sosyalizm arasına bir duvar koymayan, tarihsel sürecin diyalektiğini git gelleri ve iniş çıkışlarıyla kavra-yan Attilâ İlhan’ı doğrulayacaktır. O nedenle Attilâ İlhan, yalnız arkada kalan kuşaklara değil, gelecek kuşaklara da Kemalizmi öğretme eylemini sürdürecektir.
GELENEĞİN İÇİNDEKİ GELECEĞİ KEŞFETTİ VE GELECEĞİN İÇİNDEKİ GELENEĞİ YARATTI
Kemalist Devrim bizim yakın tarih içindeki köklerimizdir. Bizim derken, bugün Türkiye’de halk, vatan, emek, namus, devrim, aydınlanma, yaratıcılık, yapıcılık adına ne varsa, işte onları kastediyoruz. Ama bu birikimin kökleri, daha derinde, daha derindedir! Büyük imparatorluklar kuran bir tarihin içinden geliyoruz.
Hayata bakınız, çarpışma, gelenek ile gelecek arasında değildir. Gelenek ve gelecek de, her biri kendi içlerinde ikiye bölünürler. Geleneğin içinde hem eskiyen vardır, hem de filizlenen. Geleceğin içinde de hem yarınlara kalacak bir gelenek vardır; hem de dünün aşınan ve çürüyenleri. Attilâ İlhan bu diyalektiği içselleştirmiştir. O, geleneğin içindeki
geleceği keşfetmiştir ve geleceğin içindeki geleneği yaratanlardandır.
Sanatçı olarak da beslenme kaynakları, hem destanlardan ve halk şiirinden akıp gelir, hem de Divan şiirinden. Geleceğin yolunu açan bu tarihsel miras, onun hem siyasal duruşunu, hem de sanatsal eylem ve edâsını besler. Derinliği bu Tarihsel Materyalist tavırdadır.
Onu sığlaşmış ve kireçlenmiş sözde Atatürkçülükten ayıran buydu. O köksüzler, Türk Devrimi’ni kendi evveliyatından kopararak, aslında Attilâ İlhan’a göre hayattan da koparmışlardır; bir gülü toprağından koparıp solmaya bırakmak gibi. Her toplum, ne yapacaksa, ancak ve ancak tarihin içinde bulduklarıyla yapar. Türk Devrimi de, tarihin içinde bulduklarıyla Türk Devrimi olmuştur. Ve sanatçı da, tarihin içinde bulduklarıyla sanatçı olur. Yaşadığımız anın bir an öncesi tarihtir. Arkada bırakmak üzere olduğumuz şu an dışındaki her şey tarihtir.
Peki Türk Devrimi’nin, feodal Türk tarihi içindeki mirası nedir? O miras, Türklerin imparatorluklar kurma yeteneğidir; bağımsız ve başı dik devletler kurma birikimidir; ticaret yollarına egemenliğidir. Ve Attilâ İlhan’la bir kat daha güzelleşen ve zenginleşen Türkçedir.
Ve uygarlık demek, 16. yüzıla kadar imparatorluk demektir. Attilâ İlhan, uygarlığa geçişin devlet kuruculuğuyla olduğunu derinliğine anlamış birkaç düşünürümüzden biridir.
Roma’nın köleci imparatorluğu, hepimize göre uygarlıktır. Mısır da öyle. Atina’nın köleci site devleti, hayran olduğumuz bir uygarlıktır. Başka kavimlerin köleci uygarlıklarına bayılırız; yanlış değil; ama Türklerin imparatorluklar tarihine geldiğimiz zaman, bilinçler tepetakla olur; tarihe başaşağı bakarız. Attilâ İlhan, Tarihsel Materyalist duruşu ve derinliğiyle Türk uygarlık tarihini dünya imparatorluklar tarihi içindeki konumuna yerleştirmiş, ayakları üzerine dikmiştir. Emperyaliz-min az gelişmiş ülke aydınlarını içine ittiği millî inkarcılık batağına düşmemiştir. Vatanına ve halkına bağlı kalmak onu gerçekle birleştirmiştir. Bu açıdan onun ufkunun genişliğini belirle-yen, milliyetçilik değil, enternasyonalizmdir. Sağlam vatanseverlikten enternasyonalizme açıl-mıştır. Zaten enternasyonalizme açılan bir başka liman yoktur.
Türklerin toplumsal serüvenleri içinde İslamiyeti kabul etmelerini de bu açıdan doğru yorumlamıştır. Tarihsel birikim, karşıtlarıyla vardır. Her akım, karşıtlarıyla mukayese ve çarpışma içinde ileri veya geridir; yoksa o zaman varolmayan bugüne göre değil. İşte yüzeysel ve geleceği olmayan gardorop Atatürkçüsünün anlayamadığı bu olmuştur.
DERİNLERE UZANAN YARATICILIK
Attilâ İlhan’ın yaratıcılık kaynakları, Türkçe yeteneği, sözcük hazinesi, bu tarihsel konumlanması nedeniyle sınır tanımaz. Beslenme kaynaklarını derine, daha derine, en derine uzatır. Nâzım Hikmet de öyleydi.
Yüzeysel öztürkçeciler onu anlamadılar; çünkü öz olanın tarih içinde oluştuğunu ve kavim çeperlerini aşan alışverişlerle beslendiğini bilmediler. Türkçeyi besleyen tarihsel kay-nakları görmediler. Türklerin de komşuları ve alışverişleri olduğunu bilmediler. Türk Devri-mi’ni yeniyi yaratmak olarak değil, yalnız ve yalnız eskiyi toptan red olarak anladılar.
Oysa geleneğin toptan reddi, intihardır ve hiçbir şeyin yok olamayacağını saptayan ünlü Lavoisier yasasına aykırıdır. Eskiyi toptan reddedenler, hayatın dışına düştükleri için, ne bir hazine keşfettiler, ne de bir dil görgüsü geliştirdiler. Dolayısıyla devrimcilikleri kısırdı. Sanatları, kıtlıkta büyümüş çocuklar gibi kavruk kaldı. Boyunlarını dik tutamadılar, ezik ve eğik durdular. Attilâ İlhan’ın sanatının gürlüğü, Kemalist Devrim’in öncesindeki tarihsel köklere kadar uzanmasındadır. Atatürk gökten inmemişti. Onu da bir tarih yapmıştı.
BATI EMPERYALİZMİNE KARŞI ASYALI KİMLİĞİ
Attilâ İlhan, Kemalist Devrim’i yalnız tarih boyutunda değil, dünya ölçeğindeki kamplaşmada da yerli yerine oturtmuştur. Kemalist Devrim, Ezilen Dünyanın emperyalizme karşı öncü devrimiydi. Asya başta olmak üzere bütün Ezilen Dünyayı ateşlemişti.
Attilâ İlhan, bilimselliği ve yaratıcılığındaki eşsiz gücü nedeniyle her zaman kendisine güvenmiştir. Ama Asya’lı kimliğiyle, kendisini ve geleceğin uygarlığını doğru tanımladığı için, kendisine daha çok güvenmiştir.
Batı, çağımızda artık demokratik devrimler döneminin Batısı değil, emperyalizmin Batısı idi. Bu nedenle geleceği ve yeniyi değil, yıkımı ve çürümeyi temsil ediyordu. Artık insanlık adına ne olacaksa, doğudan doğacaktı. O nedenle Asya’lı olmak, Attilâ İlhan’da bir bir üstünlük tarifesiydi; bir umudun adresiydi ve büyük uygarlık köklerinden beslenmenin adıydı.
Asya’lı olmak, Attilâ İlhan’da yalnız geleceğin uygarlığı içinde öncü konumlara yerleşmek değil, aynı zamanda yaşamak için, soluk alabilmek için biricik siyasal seçenekti. Atlantik macerasında Kemalist Devrim’le kazandığı her şeyini kaybeden Türkiye, günümüz dünyasında Avrasya ittifakı içinde ayağa kalkabilir ve Kemalist Devrim’i tamamlayabilirdi. Türkiye’nin ufku Avrasya idi. Avrasya denince, Attilâ İlhan’ın gözleri ışıldıyordu. Avrasya seçeneğinin Türkiye’deki ve dünyadaki öncüleri içinde yer aldı.
DÜNYA GÖRÜŞÜ VE TUTARLILIĞI
Kurtuluş Savaşımızı destanlaştıranlar niçin Nâzım Hikmet’ler olmuştur? Kemalist Devrim’i en derin tarihselliğiyle niçin Attilâ İlhan’lar anlamıştır? Attilâ İlhan’ın parolası niçin vatandır, işareti niçin sapına kadar namustur? Bu milletin tarihinin en derinlerine niçin Attilâ İlhan’lar kök salmıştır? Bu milletin birikimine niçin onlar güvenmiş, niçin onlar o derinden gelen ‘dip dalgasının’ önünde durulamayacağını saptamış ve müjdelemişlerdir?
Bu soruların bir cevabı olması gerekir.
Bu soruların bir cevabı vardır. Keşke bu soruları onun sağlığında sorsaydım. Attilâ İlhan, bu soruların toplumun önüne konmasını isterdi.
Aslında soruları tek bir soruya indirecek olursak, Attilâ İlhan’ı bir tutarlılık, bir dünya görüşü olarak tanımlama sorusundan kaçmak ayıptır ve saygısızlıktır. Attilâ İlhan deyince, bazı ayrıksılar dışında, bir tutarlılık, bir sistem var; bir dünya görüşü var ve o dünya görüşüne yaslanan bir duruş var; bir eylem var. Evet, ne çıkar onlar üstünü kapamak isteseler de, Attilâ İlhan da, büyük şairimiz Nâzım Hikmet gibi Bilimsel Sosyalist idi.Yaratıcılığının ve sağlam mevzilenmesinin felsefî kaynağı buradadır.

O, emperyalizmin beşinci kolu olan bir sosyalizm sahtekârlığını değil, devrim yapan sosyalizmi savundu.
Bilimsel Sosyalizm, çağımızda milyonlarca insanı ayağa kaldırmış olan, geleceğin yaratılması eylemine seferber eden biricik ve rakipsiz dünya görüşüdür. En derin vatansever-liğin, halka ve insanlığa en sağlam bağlılığın, toplum için en yaratıcı fedakârlığın, bencilliğin ötesine geçmenin ve eğilmez bükülmez kişiliğin kaynağıdır; erdemli olmanın yoludur.
Tarihsel Materyalizm, Attilâ İlhan için çocuksu bir merakın, delice öğrenme tutku-sunun, yanlışlarına karşı son derece rahat bir nesnelliğin ve bilgi karşısında hazırola geçen alçak gönüllülüğün felsefi ateşleyicisidir. Hepimizin ağabeyi, büyüğü, hatta bazılarımızın de-desi çağında olmasına rağmen, öğrenmeye açıktı. Sabit fikirli ve saplantılı değildi. Gerçeğe
sevda derecesinde bir sadakat, her büyük yazar gibi onun da öne çıkan özelliğiydi. Erdemliydi.
Tutarlılığı içindeki ayrıksılara gelince, Türk tarihindeki Jakobenliği ile Rus yakın tarihine bakışındaki Jakoben karşıtlığı hemen akla geliyor. Mustafa Kemal’e bakan Attilâ İlhan ile Sultan Galiyef’e bakan Attilâ İlhan aynı yerde durmazlar.
CESURDU VE SAFINI AÇIKÇA BELİRLEMİŞTİ
Cesurdu. Gençliğinden beri hep cesur! Öncelikle büyük tarihsel akışın hak verdiği ve zafer vaat ettiği bir konumda olma bilincinden kuvvet alan bir cesarettir bu.
Dalgaların üzerinde yüzen çok köpükler vardır. Onlar bir fiskede balon gibi sönme-ye teşnedir. Hıyanet de bir köpük gibidir aslında. Attilâ İlhan ise, karşı konulamayan büyük dip dalgasının önündedir. Cesareti buradandır.
Milletinin yediği aşa sinsice ağu katan kahpe yazarlar vardır. Dünyanın büyük za-limlerine bağlandıkları halde, korkaktırlar. El hayinün hayifün! Attilâ İlhan ise, emekçi halkın ve milletinin yazarıdır. Baştan aşağı namustur.
Safını açıkça belirlemiştir her zaman.
Dünya ölçeğinde bakarsanız, Attilâ İlhan, emperyalizmin sol ayağı olan İkinci Enternasyonal’in yani Sosyal Demokrasinin değil, Üçüncü Enternasyonal’in safında olduğunu hep iftiharla vurgular.
Türkiye ölçeğinde bakarsanız, 1960’larda Mehmet Ali Aybar’ın Türkiye İşçi Partisi’ ni desteklemiştir; 1995, 1999 ve 2003 seçimlerinde ve her fırsatta ‘İşçi Partisi’nin başarısı için’ kamuoyu önünde açık çağrılar yapmış; kendisini ortaya koymuştur.
‘TÜRKÇÜ-DEVRİMCİ DİYALOĞU’
Attilâ İlhan, emperyalizme karşı bütün milleti birleştirecek çözümlerde de cesurdu ve öncüydü. 19. yüzyılın toplumcu-devrimci milliyetçileri ile 20. yüzyılın toplumcuları / soysalistleri arasındaki ortak kökleri ve ortak mevzilenmeyi hep işledi ve bugünlere taşımak için öncü savaş verdi.
O, Millici Cephe ihtiyacını ilk ortaya atanlardandı. Arslan Bulut’un 1997 yılında ya-yınlanan ‘Doğu Perinçek ve Attilâ İlhan’la Röportajlar’ı ve 1998 yılında Kaynak Yayınları’nın çıkardığı ‘Türkçü-Devrimci Diyaloğu’ başlıklı kitabı bu açıdan yeniden okunmalı ve tartışıl-malıdır.
ABD emperyalizmi ve hempalarının ‘Kızıl Elma’ adını taktıkları Millîci Cephe, milletin ihtiyacı olduğu için önlenememiştir. Bunu çok iyi bilen Attilâ İlhan, Millîcilerin en son Lozan 2005’te omuz omuza eyleme geçmesini coşkuyla karşılamıştı. Mehmet Perinçek ile Lozan’dan sonra yaptıkları görüşmede ve son telefon konuşmalarımızda, milletin uya-nışından duyduğu mutluluktan içi içine sığmıyordu. Gittiği yerlerde, görüştüğü insanlarda, aldığı mektuplarda, dip dalgasının birleştirdiği o öncü tutumun ateşlediği hareketlenmeyi görüyordu. ‘Bu sefer ciddi bir şeyler oluyor galiba’ diyordu. Böyle bir dönemin Türkiye’de hiçbir zaman yaşanmadığını vurguluyordu. Yeni bir tarihsel sıçramanın eşiğine geliyorduk. Geleceğe içi dolu dolu bakıyordu.
‘GÖZÜM ARKADA KALMAYACAK ÇÜNKÜ’
Birkaç ay önce rahatsızlık geçirdiğinde, doktorlar ‘Devamlı dinlen, çok dolaşma’ diyorlarmış. ‘Artık doktorları dinlemeyeceğim, bu kadar sene yaşadım, yarın ölsem gözüm arkada kalmayacak’ diyordu. ‘İşte dip dalgası geliyor ya, volkanın patlayacağını görüyor ve biliyorum.’
Son telefon konuşmamızda, ‘Mehmet Perinçek’e de söyledim’ dedi, ‘artık gözüm arkada kalmaz, onlar var.’ Daha başka şeyler de söylemiş.
TOPRAK ARTIK DAHA BEREKETLİ
Attilâ İlhan, bu milletin tarihsel birikiminin içindedir artık, ama aynı zamanda bu milletin ve insanlığın yarınıdır da.

Büyük yaratıcılar, ölümlerinden sonra da yaratma eylemini sürdürürler. Attilâ İlhan’ı koynuna bıraktığımız o verimli toprağımız, artık daha zengindir. Toprağımız, Attilâ İlhan’la artık daha bereketlidir.
Bir daha Attilâ İlhan olmaz, buna koskoca bir millet, ne kadar üzülsek azdır. Yüreğimiz kan ağlasa, yeridir. Ama büyük yaratıcılarımızın, büyük tarihimizin mirasından yeni ve gür filizlenmeler olacaktır. Attilâ İlhan, o filizleri besleyen büyük toprağımızın, vatan toprağının kucağında her zaman vardır ve her zaman bizimdir. Vatan şimdi onu bağrına basarak, daha çok vatan olmuştur.

Alıntı/ Kaynak: Aydınlık Gazetesi