Aydınlık Gazetesi
İLKİN BAŞAR ÖZAL
Büyük Savaş, gelişi 50 sene öncesinden belli olan bir yıkım süreciydi. 1914 yılından 1918 yılının sonuna kadar, 4 yıl boyunca 10 milyon insan hayatını kaybetti. İmparatorluklar dağıldı, hükümdarlar tarihe gömüldü, milletler varlıklarının farkına vardılar. “Bütün savaşları sona erdirecek savaş” olarak kurgulanan, adeta bütün devletlerin parçası olma aşamasında çekince göstermedikleri bu harbe Mustafa Kemal Atatürk başından itibaren karşıydı. Almanların yanında savaşa girilmesini hiç tasvip etmedi, hele ki Alman komutanların Osmanlı ordusunu yönetmesine en sert tepkiyi gösterdi. Ancak kendisine verilen görevleri de layıkıyla yerine getirdi. Üç cephede Mehmetçik ile birlikte omuz omuza mücadele etti, birlikte destan yazdılar. Askeri bir dehanın emrinde olduğunda, Mehmetçiğin neler başarabileceğini dünyaya kanıtladılar.
“İçinizde ve komuta ettiğimiz askerlerde Balkan utancının ikinci bir safhasını görmektense burada ölmeyi tercih etmeyenlerin bulunacağını kesinlikle kabul etmem...”
Bu sözler Atatürk tarafından 30 Nisan 1915 günü dile getirilmişti. İtilaf devletlerinin Çanakkale’ye çıkarma yapmalarından 5 gün sonra. Kendilerini neyin ve kimin beklediğini bilmeden, belki de bilerek ama küçümseyerek karaya ilk ayak basmalarının üzerinden bir hafta geçmeden...
Atatürk, Çanakkale Cephesi’nde bir ihtiyat tümeni olan 19. Tümen komutanı olarak mücadeleye dahil olmuştu. Ancak Balkan Savaşları sırasında görev yeri olan bölgeyi avucunun içi gibi biliyordu. 25 Nisan günü çıkarma gerçekleştiğinde ilk tepkiyi verenlerden biriydi. Askeri tarih üzerine yazan biri olarak bir şey öğrendim: “İtaat emirleri kabul etmektir, mutlak itaat ölümü kabul etmektir. Mutlak itaati de ancak gerçek liderler sağlar.” Atatürk, mermi bittiği için kaçan birlikleri durdurup süngüyle mücadeleye geri döndürürken ya da “size savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum” derken, herkesin ses çıkarmadan itaat etmesi nasıl bir lider olduğunun göstergesidir. Durumdan görev çıkartıp, emir almadan çıkarma yapanların üzerine keşif birliği ya da bir tabur değil koca bir alayı sürmek, ardından koca bir çıkarma cephesinin yönetimini tek başına üstlenmek,bunları yaparken en ön cephede bulunmak öyle her komutanın harcı değildir. Nitekim Kemalyeri’nde, Kocaçimen’de, Conkbayırı’nda, Anafartalar’da Atatürk, düşmanla temas halinde bulunulan noktaya, yaralanacak kadar yakınken, rakibi komutanlar kilometrelerce geride masadan emirler vermekteydi. Atatürk; askerlerinin yemeğini eksik etmeyen, evlerinden haber almaları için kendi postasını görevlendiren, yaralıları ziyaret edip gönüllerini alan, bandonun çaldığı marşlarla onlara yemek yediren, kan ve ateşe adamları ile birlikte göğüs geren bir liderdi. Parolası, savunma anında bile saldırmaktı. Ağustos 1915’te İtilaf kuvvetleri yeni bir çıkarma yaptıklarında kendisine ne yapacağı sorulduğunda verdiği “hemen saldırırım” cevabı bunun en açık kanıtıdır. Aslında Atatürk, İtilaf devletlerini daha işin başında bu özellikleri ile yenilgiye uğratmıştı ama onların bunu anlaması on ay sürdü. Bir zafer bir insana mal edilebilir mi sorusu hemen her mücadele sonrasında sorulur, cevabı tartışılır ancak bir şeyden emin olunmalıdır ki Mustafa Kemal’siz Çanakkale Cephesi’nin tarihini asla kimse yazamaz. Atatürk, Çanakkale Cephesi’nin kapanmasından sonra buradaki kadar ağır çatışmaların yaşandığı diğer bir cephede, Kafkas Cephesi’nde görev alır. Üstelik kendisi artık Paşa’dır.
Atatürk’ün 10 Mart 1916 tarihinde komutanlığına atandığı XVI. Kolordu, bağlı olduğu 2. Ordu’nun Doğu Cephesi’ne hareket etmesi ile birlikte Diyarbakır’a hareket etmiştir. Atatürk, bölgeye geldiğinde Ruslar Şubat ayında Erzurum, Muş ve Bitlis’i ele geçirmiş vaziyetteydi. Alman danışmanların hayretler içerisinde kalmasına neden olacak kadar kısa bir süre içinde kolordusunun eksiklerini tamamladı. Alman Binbaşı F. Klausvon Schmidt anılarında “Gözlerimin önünde olmasına rağmen inanamıyordum. Mustafa Kemal Paşa sadece komutan değil adeta babaları gibiydi. Onların yeme içmelerinden uyumalarına kadar herşeyleri ile ilgileniyor talimlerde bizzat bulunuyor teftişlerde gururlarını okşuyordu. Batı Cephesi’nde böyle bir komutana sahip olmak için Almanya herşeyini ortaya koyabilirdi.” 2 Ağustos 1916 tarihinde Rusları Muş’tan atmak için 16’ncı Kolorduya bağlı Bitlis bölgesindeki 5. Tümen ve Muş bölgesinde 8. Tümeniyle taarruza geçmiştir. Ruslar 6 Ağustos tarihinde mevcudunun yarıdan fazlasını kaybetmiştir. Bu durumda 7 Ağustos’ta Muş’u terk eden Ruslar, Varto istikametine çekilmişlerdir. Bu başarı Kafkas Cephesi’nde önemli bir yer tutmaktadır. Mustafa Kemal Paşa, 8. Tümen’in taarruzunda harekâtı yakından idare etmiştir. Nitekim 12 Aralık 1916 tarihinde Mustafa Kemal Paşa, Muş ve Bitlis’in Ruslardan geri alınışı sırasındaki başarısı nedeniyle Osmanlı Hükümeti’nin ikinci rütbeden Mecidiye nişanı ve Padişah V. Mehmet Reşat tarafından muharebe altın imtiyaz madalyasıyla ödüllendirilmiştir. 24 Aralık 1916’da da hizmetlerinden dolayı bir sene “sefer-i kıdem zammı” verilmiştir. Kafkas Cephesi’nden sonra Mustafa Kemal Paşa bu kez Suriye-Filistin Cephesi’nde görevlendirilir.
Hicaz (Mekke ve Medine)’da çıkartılan Arap İsyanı’yla koordineli olarak yürütülen İngiliz taarruzu, Sina Yarımadası’nı geçerek Filistin’e uzanmıştır. Filistin Cephesi’nde görevli Yıldırım Ordular Grubu; Gazze Muharebeleri, Şeria Muharebelerive Nablus Meydan Muharebesi sonucunda sırasıyla Dera, Şam ve Halep’e kadar çekilmişlerdir. Mustafa Kemal Paşa ile İsmet (İnönü), Fevzi (Çakmak), Ali Fuat (Cebesoy), Refet (Bele), Fahrettin (Altay) Beyler ve Osmanlı birliklerin çoğunluğu Filistin Cephesi’nde General Allenby tarafından sevk ve idare edilen İngiliz Ordusuna karşı savaşmışlardır. 7. Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa, 26 Ekim 1918’de Halep kuzeyinde İngiliz ve Arap Ordularının taarruzunu durdurmayı başarmıştır.
Barış zamanı çok iyi bir komutan olabilirsiniz. Ama savaş, başka birşeydir. Eliniz muharebe alanında, gözünüz haritadaki detaylarda, kulağınız ise savaşan askerde olmalıdır. Bir komutan olarak sözlüğünüzde; kararsızlığa, çekingenliğe, dirayetsizliğe yer yoktur. Asker savaş sırasında sadece emir veren bir komutan değil, kendisini peşinden sürükleyen bir lider arar. İşte Mustafa Kemal Atatürk’ün askerlik alanındaki temel başarısının altında yatan bu liderlik vasfıdır. Bu özelliği; askeri bilgileri, stratejik anlayışı, taktiksel düşünme tarzı ve vizyon sahibi olması ile birleşince ortaya çok da kolay bulunamayacak bir profil çıkar. Bu profil; Çanakkale, Kafkas ve Suriye-Filistin cephelerinde orduyu, Milli Mücadele sırasında ise koca bir milleti peşine takmıştır. Ve hâlâ da peşinden sürüklemektedir. İlginç bir anı ile bitirelim. F. Klausvon Schmidtanlatıyor: “Muş ve Bitlis’i aldıktan sonra iki çavuş Mustafa Kemal Paşa’nın karşısına çıktılar. Suratlarında uzun zamandır zafere hasret kalmış askerlerin yüz ifadesi vardı. Selam verip hararetle sordular: Komutanım, şimdi nereye?”
Alıntı/Kaynak: https://www.aydinlik.com.tr/mustafa-kemal-ataturk-ve-i-dunya-savasi-ozgurluk-meydani-kasim-2019-1