20200730

Erzurum Kongresi ve Misak-ı Millinin temelleri

1. Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür parçalanamaz. 
2. İstanbul Hükümeti vatanın bağımsızlığını sağlayamazsa, bu amaçla geçici bir hükümet kurulacaktır. Bu hükümetin üyelerini milli kongre seçecektir. Eğer kongre toplanmamışa seçim işini temsil Heyeti yapacaktır.
3. Kuvay-ı Milliye yi amil milli iradeyi hakim kılmak esastır. 
4. Azınlıklara siyasal, sosyal ve ekonomik dengeleri bozucu haklar verilemez. 
5. Manda ve himaye kabul edilemez. 
6. Mebuslar Meclisi derhal toplanmalı ve hükümet denetlenmelidir.

Lozan Barış Antlaşması - 24 Temmuz 1923



Cumhuriyet Meydanı, İzmir - 1970'li yıllar...

Karikatürist Turhan Selçuk Google'da

''Türkleri, İstanbul’dan kovmak ...''


A.B.D. eski Türkiye Büyükelçisi “Henry MORGENTHAU” Lozan Antlaşması’nı The New York Times’a (1923) şöyle yorumlamıştı:

“400 yıldır Türkleri, İstanbul’dan kovmak için çaba harcayan Avrupalılar için, Lozan çok acı bir ders olmuştur. “

20200725

🎞🎼🇹🇷"Mustafa Kemal'in Askerleriyiz (Bornova Marşı)"

Bu fotoğrafı alıp, çerçeveletip, çocuklarımızın odasına asmalıyız…


Soldan Sağa: Hasan Cavit Belül (Rize Milletvekili), Recep Peker, arkasında Ruşen Eşref Ünaydın, Şükrü Kaya, Tevfik Rüştü Aras, Mustafa Necati, Reşit Galip, Fevzi Çakmak, Ali Çetinkaya, İsmet İnönü, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Recep Zühtü Soyak, Fuat Bulca, Yaver Rusuhi, Salih Bozok, Nuri Conker, 

Bu fotoğrafı alıp, çerçeveletip, çocuklarımızın odasına asmalıyız… Eğer bu fotoğrafı bu kadar önemli kılan şey nedir diye sorarlarsa, onlara aynen şöyle demeliyiz: "Bayındırlık Bakanlığı görevinde, eski dönemin peşkeşlerinden kalma yabancı sermayeli büyük şirketlerin devletçe satın alınmasını sağlayan, tren yollarını söke söke millileştirme görevini başarıyla yapan, kılık değiştirerek sıradan bir vatandaş gibi yolcularla birlikte trene binip, kılı kırk yararcasına yakından gözlemler yapan ALİ ÇETİNKAYA'yı, Milli Eğitim Bakanlığı görevinde, okuma yazma oranı son derece düşük bir toplum miras alan, kısa sürede yabancı dil için İngiltere, Almanya ve Fransa’ya, müzik eğitimi için Almanya’ya, el işi ve resim pedagojisi için Danimarka’ya, ilkokul müfettişliği için Avusturya’ya ve beden eğitimi için İsveç’e öğrenciler gönderen, ve bu öğrencilerin yurda döndüklerinde, vatan sevgisiyle dopdolu, Anadolu’nun dört bir yanına hizmet vermek üzere koşan, birbirinden idealist öğretmenleri yetiştiren, özveriyle, en ücra yerlerinde dahi ülkenin aşkla görev almalarına vesile olan MUSTAFA NECATİ'yi, Andımız'ı yazan, Nazi Almanya’sından kaçan bilim adamlarının Türkiye'ye gelmesi için uğraşan, başaran ve eğitimde çığır açan REŞİT GALİP'i, Atatürk'ün barışa dayalı dış politikasının mimarı Dışişleri Bakanı TEVFİK RÜŞTÜ ARAS'ı, İçişleri Bakanı ŞÜKRÜ KAYA'yı, büyük komutanlar, kahramanlar İSMET İNÖNÜ'yü ve Mareşâl FEVZİ ÇAKMAK'ı ve tüm bu kadronun kurucusu ULU ÖNDER ATATÜRK'Ü aynı anda, bir arada bulunduran tek fotoğraf karesi budur çocuklarım" deyin. Deyin ki, cehaletleri ya da bilinçli hıyanetleri paçalarından akanların zavallılıklarını görüp, Cumhuriyet'in o altın çağında yaşayamama şansızlıklarına üzülsünler...Fakat bir o kadar da hırslansınlar, bilensinler, çok çalışsınlar, çabalasınlar; uygar, aydınlık, akılcı, çağdaş, tam bağımsız Atatürk Cumhuriyeti'nin, Türk Aydınlanmacılığı’nın bayrağını kaldığı yerden, bizlerden devralsınlar. Her birisi O’nun izinde falan değil, bizzat O’nun yolunda yürüyen, binlerce Mustafa Kemal olsunlar…

Bir sonraki nesillerin deniz fenerleri olsunlar…Yarım kalan devrimleri tamamlasınlar… Bizlerin de gözleri açık kalmasın, rahat göçüp gidebilelim bu Dünya’dan… Ülkeyi emin ellere bırakabilelim, meş'aleyi gönül huzuruyla onlara devredelim…

Alıntı: Sosyal Medys :  SibelEraltan    @EraltanSibel


Osmanlı mı, Türk mü?

"Dilimize Osmanlı dili ve milletimize Osmanlı milleti demek yanlıştır. Çünkü Osmanlı tabiri yalnız devletimizin adıdır. 

Milletimizin adı ise, yalnız Türk'tür. Bundan dolayı dili de Türk dilidir, edebiyatımız da Türk edebiyatıdır." 

Süleyman Paşa 

🖼 Fatih, Alparslan ve Mimar Sinan, Atatürk, İnönü ve Fevzi Çakmak aynı karede buluştu



Fatih Sultan Mehmet, Alparslan ve Mimar Sinan; Atatürk, İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak AYNI KAREDE

Fotoğraftaki çizimin Büyük Taarruz’dan sonra yayımlandığı tahmin ediliyor. Fotoğraftaki çizimde Fatih Sultan Mehmet, Alparslan ve Mimar Sinan; Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak’ı karşılıyor. Öyle ki çizimde Fatih Sultan Mehmet, Mustafa Kemal Atatürk’ün elini sıkarak kucaklıyor. Sultan Mehmet’in ve Atatürk’ün ayaklarının altında ise Türkiye’yi parçalara ayıran Sevr Anlaşmasının yırtılmış hali duruyor.

Fatih Sultan Mehmet’in hemen arkasında ise, Anadolu’nun kapılarını Türklere açan Alparslan duruyor. Büyük Taarruz’la yırtılan Sevr Anlaşması, Anadolu’yu tekrar Türk yurdu yaptı.

Alparslan’ın arkasında ise Mimar Sinan resmedilmiş. Çizimde arkada duran cami, Mimar Sinan’ın inşa ettiği Edirne’deki Selimiye Camii. Sevr Anlaşması’na göre Edirne ve Kırklareli Yunanistan’a veriliyordu. Atatürk, Büyük Taarruz ile Sevr Anlaşması’nı ortadan kaldırınca, Edirne ve Selimiye Camii de kurtulmuş oldu. İşte bu yüzden o çizime Selimiye Camii’ni inşa eden Mimar Sinan da kondu. Hatta çizimde Atatürk için, “Astın bugün al sancağı Sultan Selim’e…. Yad eyleyecek hürmetle namını Edirne” şeklinde yazıyor.
Alıntı/Kaynak: https://stratejikguvenlik.blog/2018/09/07/ataturk-ve-turk-milliyetcileri-dosyasi-fatih-sultan-mehmet-alparslan-ve-mimar-sinan-ataturk-ismet-inonu-ve-fevzi-cakmak-ayni-karede/

Lozan Barış Antlaşması'nın 97. yıldönümü

20200723

Baraközü Vadisi'nde yapılmış bir sulama göleti.


1) İlk bakışta hiçbir estetik değeri yokmuş gibi görünen bu tuhaf su birikintisi 99 sene önce Yunanların "Ankara'nın kapısı" olarak gördükleri Çal Dağı'na ulaşmak için günlerce zorladıkları Baraközü Vadisi'nde yapılmış bir sulama göleti.. Kızılkırmatepe mevzilerinin KD'sunda..



(2) Göletin etrafı bozkır. Bir tek ağaç dahi yok. Ama bozkır ekosisteminde yaşayan canlılar için bu estetik yoksunu gölet altın değerinde. Yani aslında bu çorak topraklara can veren bir vaha..


(3) Uzun menzilli objektifim olmadığı için çekemedim ama ustaları fotolardan ayırt edecektir. 5 dakikalık gözlemde bile kara leylek, angıt, uzun bacak, sakar meke, mahmuzlu kızkuşu gibi sulak alan türleri gördüm...

(4) 99 sene önce kan ve barut kokusunun hakim olduğu vadi bugün yaban hayatına kalmış durumda. Mevziler o günkü gibi yine bozkır güneşi altında. Ama artık top sesleri yerine kuş cıvıltıları var. Baraközü Vadisi'nde 99 sene sonra huzur var...


DR. SELIM ERDOGAN
@SakaryaSavasi

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Nazilli basma fabrikasının açılışında... 1937

'Milli Sınırlar İçinde Vatan Bir Bütündür, Parçalanamaz'

1939 Hatay'ın Türkiye Cumhuriyeti'ne katılması

20200721

Bilge Kişi Hacı Bektaş Veli


Bilge Kişi Hacı Bektaş Veli
“Hararet nardadır sacda değildir,Keramet baştadır taçta değildir Her ne arar isen, kendinde ara,Kudüs’te, Mekke’de Hac’da değildir.” 
Bilgelik; bugünden geleceği düşünmektir, insanın eğitim öğretimine önem vermektir. Varsıl iken yoksulluğu akıldan çıkarmayarak zamanı ve ortamı kollayıp yoksullara iyilik etmektir. İnsanlar arasında ayrıma gitmeyip birlik yolunda usanmadan bitimsiz uğraş vermektir. Hacı Bektaş Veli, 13.yüzyılda Nişabur’da yaşama gözlerini açtığında Anadolu insanının tinsel güneşi de doğmuştur. İnsanlık ateşi ile yanan yüreği, O’nu Anadolu’da Sulucakarahöyük’e kadar getirmiştir. 

Türk halkını birleştirip kaynaştırma ereğiyle gelmiş olup varsıl yoksul ayrımı yapmamış, toplum ve ülke birliğini sağlama yönünde uğraş vermiştir. Dahası, “Kadınlarını okutmayan uluslar yükselemezler.” demekle, eğitimin kadınlara da yönelik olmasını istemiştir. 

Sulucakarahöyük, Hacıbektaş hümanizminin merkezi ve devrinin ekin noktası olmuştur. Hacı Bektaş Veli, öğretileriyle topluma yön veren bir halk adamı işlevinde, toplumculuğu ve devrimciliği doğrultusunda ; din adamı, reformcu, düşünür, sosyolog, dilci ve gerçek bir Türkçü olma işlevinde bulunmuştur. Özgün düşünceleriyle Anadolu insanının gözünde ve gönlünde yükselip doruklaşmıştır. 

O’na göre: “Her şeyin en büyüğü iki şeydir: Bilim ve dayanç(sabır). Bilim ile Hakk’a yol bulunur. Dayanç ile halka varılır. Sevgi ve acıma insanlığın, şehvet ve hiddetse hayvanlığın simgesidir.” 

Ulu bilgenin kimi toplumcu tümceleri şöyle: “Kişiler toplumsuz yaşayamazlar. Toplum, kişilerden birinin eksikliğini öteki ile tamamlar. İnsanlar bir araya toplanıp, her biri diğerinin gereksinimlerini karşılayarak birbirlerine yardım etmedikçe kişi tek başına yeteneklerini geliştiremez. İsteklerini gerçekleştiremez. Bunun sonucu olarak kişi, çıkarından çok toplumun çıkarını yeğlemelidir.” 

Hoşgörünün, insan değeri bilirliğin, ezilen halkın derdini dert edinmenin uğraşını vermiştir. Güçsüzü korumuş ve yardımda bulunmuştur. Öz varlığını eğitmek ereğiyle bir yıl Çilehane’de acı yaşamı tatmıştır. Kentte oturma yerine köyde yaşamayı yeğlemiştir. Halkına halkın diliyle seslenmiştir. Kucağında ceylan ve aslan gibi iki hayvanı birlikte tutmakla: “Türklerin ceylan örneği suskun, dokunulursa aslan gibi yırtıcı olacağı” düşüncesini yansıtmıştır. O’ nun: “Yolumun dayandığı temel, eline-diline-beline sahip olmaktır. Hırsızlık eden, başkasının namusuna göz diken ve yalan söyleyen, kesin olarak aramızdan kovulmalıdır.” özdeyişi; sayrılara sağlık, gezginlere kılavuz, bilgisizlere ışık ve toplumu yönlendiren aydınlıktır. 

Bu yıl da 16-18 Ağustos günlerinde; eskinin Sulucakarahöyük’ünde, şimdinin Hacıbektaş’ında düzenlenen bilim ve kültür etkinlikleriyle anılmaktadır. Anmanın işlevi; düşünce bağnazlığından ve düşün suçluluğundan ötelerde bir özlemi canlı tutmaktır. “Yaratılmışların içinde insandan ulusu yoktur. İnsan, bilimin-erdemin simgesi ve özcesi her şeydir.” diyen Hacı Bektaş Veli, günümüzü de aydınlatmıyor mu ? 

O ulu bilgenin yedi yüzyıl öncesinden türküleşen soluğunu duymamız gerekir. Yine onun sözcükleriyle: “Düşünce karanlığına ışık tutanlara ne mutlu! ” Yeri aydınlık olsun. 


Muhsin DURUCAN

Alıntı/Kaynak: http://blog.milliyet.com.tr/muhsindurucan 

✍️ 100 yıl sonra dönüp dolaşıp yine bizim olan fotoğraf…


100 yıl sonra dönüp dolaşıp yine bizim olan fotoğraf…
1923 yılıydı.
Türkiye'den 10 bin kilometre uzakta, New York'ta bir evde, 10 yaşındaki bir çocuk, babasının daktilosunun başına oturmuş, o çocuksu heyecanıyla mektup yazıyordu.

Gazi Mustafa Kemal Paşa
Angora, Türkiye
 
Sayın efendim,
Ben 10 yaşında Amerikalı bir çocuğum.
Türkiye ve yeni hükümetine büyük ilgi duyuyorum.
Siz ve bayan Kemal hakkında bir gazete röportajı okudum.
Türkiye hakkında bir defterim var.
Şimdiden siz ve bayan Kemal hakkında birçok yazı ve resim topladım.
Lütfen bana küçük bir not ve imzalı fotoğrafınızı gönderin.
Bir gün Türkiye'yi görebileceğimi umut ediyorum.
Saygılarımla,
 
Curtis LaFrance

Mektup, Ankara'ya ulaştı.
Mustafa Kemal okudu.
Çalışma odasına gitti, oturdu, cevap yazdı.
Mustafa Kemal'in ABD'ye yazdığı ilk resmi mektuptu.


Türkiye Cumhuriyeti Riyaseti, hususi
Mister Curtis LaFrans'a,
 
Mektubunuzu aldım.
Türk vatanı hakkındaki ilgi ve iyi dileklerinize teşekkür ederim.
Arzunuz üzere bir adet fotoğrafımı gönderiyorum.
Amerika'nın zeki ve çalışkan çocuklarına yegane tavsiyem, Türkler hakkında her işittiklerine hakikat nazarıyla bakmayıp, kanaatlarini mutlaka esaslı araştırmaya dayandırmalarıdır.
Hayatta başarılı ve mutlu olmanızı dilerim.
 
Türkiye Reisicumhuru
Gazi Mustafa Kemal


Mustafa Kemal'le mektuplaşan 10 yaşındaki Curtis, Amerikan bağımsızlık mücadelesinin kahramanı, yeni kıtaya özgürlük fikrini aşılayan Fransız aristokrat Lafayette'in soyundan geliyordu.

Fransız devriminin en güçlü karakterlerinden biri olan Lafayette, Amerikan bağımsızlık savaşı patlak verince Philadelphia'ya gitmiş, İngilizlere karşı Amerikalıların safında yeralmış, general olmuş, George Washington'la beraber İngilizleri söküp atmış, “iki dünyanın kahramanı” ilan edilmişti.



İşte böyle bir adamın soyundan gelen Curtis, özgürlük ve bağımsızlık hikayeleriyle büyümüştü.

Bu yüzden, Amerikan gazetelerinde yayınlanan Türk Kurtuluş Savaşı'yla ilgili haberleri merakla takip ediyordu.

The Saturday Evening Post dergisinde yayınlanan Mustafa Kemal röportajını okumuş, okudukça hayran olmuş, yeni kurulan şehir “Angora”yı çok merak etmişti.

Ulaşır mı ulaşmaz mı, ciddiye alınır mıyım alınmaz mıyım diye düşünmeden, yukardaki mektubunu yazmıştı.



Aradan 75 yıl geçti.

75 yıl boyunca Türkiye'nin bu mektuptan haberi olmadı.


Çünkü, Mustafa Kemal bu mektubu, fırsattan istifade propaganda yapmak için, Türkiye Cumhuriyeti'nin reklamı olsun diye yazmamıştı.

Ne gazetelerin haberi olmuştu, ne de Amerikan konsolosluğuna duyurulmuştu.

10 bin kilometre uzaktaki 10 yaşındaki bir çocuğun samimi duygularına, samimi bir cevap vermişti, hepsi buydu.


Curtis büyüdü.
Yale Üniversitesi'nde okudu, makine mühendisi oldu.
Columbia Üniversitesi'nde işletme yüksek lisansı yaptı.
Çek cumhuriyetine gitti, Prag'ta Charles Üniversitesi'nde Slav dilleri üzerine eğitim alırken, İkinci Dünya Savaşı patladı, ülkesine döndü.
Aile şirketinin başına geçti.
İşi büyüttü, fabrika kurdu, itfaiye kamyonları üretti.
Avrupa'dan Afrika'ya onlarca ülkeye ihracat yaptı.
Çok zengin bir işadamı oldu.
Tarih kurumlarının, kütüphanelerin, müzelerin, müzik festivallerinin sponsoru oldu, yılın hayırseveri ödülü aldı.


85 yaşındayken, ABD'de yaşayan Saliha Sulander isimli Türk vatandaşıyla tesadüfen tanıştı.
Sohbet sohbeti açtı, Mustafa Kemal'le mektuplaşmasından bahsetti.
Saliha hanım kulaklarına inanamıyordu, acaba ben mi bilmiyorum diye araştırdı, hayır, mektuplaşmadan kimsenin haberi yoktu.

Aslına bakarsanız, Amerikan Life dergisi 1959'da bu mektupları yayınlamıştı, Life'ın Türkiye'deki versiyonu Hayat dergisi de söz konusu haberin Türkçesini yayınlamıştı ama, gazetelere yansımamıştı, düşük tirajlı derginin arşivinde tozlanıp gitmişti.
Saliha Sulander derhal Türk büyükelçiliğine gitti, anlattı.
Elçilik görevlilerimiz Curtis'e ulaştı, mektup incelendi, netleştirildi, Ankara haberdar edildi.

1998 yılıydı.
Bülent Ecevit'in talimatıyla, kültür bakanımız İstemihan Talay tarafından Türkiye'ye davet edildi.
Curtis, kızıyla birlikte Ankara'ya geldi.
“Polatlı diye bir yer olduğunu biliyorum, resmi davetlerden önce Polatlı'ya gitmek istiyorum” dedi.
Herkes merak etti tabii, hay hay gidelim ama, niye Polatlı?
Meğer, Curtis henüz iş hayatına yeni başladığı dönemde Polatlı belediyesi'ne itfaiye aracı satmıştı iyi mi!

Gittiler Polatlı'ya, 40 yıl önce sattığı itfaiye aracı hâlâ kullanılıyordu.


Anlaşıldı ki, Türkiye'ye ilk gelişi değildi.
1960'tan itibaren defalarca gelmişti.
Ankara'yı İstanbul'u İzmir'i gezmişti, tekneyle Ege ve Akdeniz kıyılarımızı dolaşmıştı.
Her gelişinde Anıtkabir'i ziyaret etmişti, kendisine ömrü boyunca ilham veren Atatürk'ün kabri başında saygı duruşunda bulunmuştu.



Ama bu defa farklıydı.
Bu defa Türkiye Cumhuriyeti devletinin resmi davetlisi olarak Ankara'daydı.
“Hayatımın en duygulu anını yaşıyorum” dedi.

Mustafa Kemal'in kendisine gönderdiği mektubu, Anıtkabir müzesinde sergilenmek üzere Türkiye'ye armağan etti.



Anıtkabir'deki törende kısa bir konuşma yaptı.
“1938'te Atatürk'ün öldüğünü duyduğumda 25 yaşında bir delikanlıydım, niye ağladığımı kimse anlamamıştı” dedi.


2012 yılında, 99 yaşındayken vefat etti.
Curtis'in uykusunda vefat ettiği gece, hayat hikayesine yakışır bir tesadüftü, 10 Kasım'dı!

Ve…
2020.

Curtis'le Mustafa Kemal'in mektuplaşmasının üzerinden neredeyse 100 yıl geçti.


Kimsenin aklının ucundan bile geçmeyen bir gelişme yaşandı.


ABD'nin en ünlü müzadeye şirketlerinden biri olan Jackson's International Auctioneers resmi internet sitesinden duyurdu…
“Mustafa Kemal'in imzalı bir fotoğrafı açık arttırmayla satışa sunulacaktı, 21.5×15 santimetre boyutlarındaki portre fotoğraf, 1923 yılında Mustafa Kemal'in Curtis LaFrance'a gönderdiği fotoğraftı.”

Açık arttırma 24 haziran'da, müzadeye şirketinin Iowa eyaleti Cedar Falls şehrindeki merkez salonunda yapılacaktı.

Tıpkı, Curtis'le Mustafa Kemal'in 100 yıl önceki mektuplaşması gibi, yine Türkiye'de kimsenin haberi yoktu, çünkü Türk basınının ruhu bile duymamıştı.

Doğrusu, kimsenin haberinin olması da mümkün değildi…
Tee Iowa'daki müzayede şirketinin açık arttırma listelerini kim takip edecekti de, kimin haberi olacaktı.

Mucize bile olsa, imkansıza yakındı.

O mucize gerçekleşti.

Tee Iowa'daki müzayede şirketinin açık arttırma listelerini, yurtsever bir Türk genci takip ediyordu.


Gürkan Us…

İstanbul Kadıköylü.
ABD'de Towson Üniversitesi'nde sinema televizyon okudu.
20 yıldır ABD'de Washington'da yaşıyor.
Konser organizasyonu şirketi var.
Türkiye'den sanatçıları ABD'ye getiriyor, turneler yaptırıyor.
En son uluslararası gururumuz Fazıl Say'ı getirdi, dört şehirde konser vermesini sağladı.
Gönüllü elçilik görevlisi gibi çalışıyor, Türkiye'nin müzik yoluyla tanıtımı için, ABD'de Türk derneklerine Türk federasyonlarına yardımcı oluyor, özellikle 29 Ekim Cumhuriyet balolarında, kendisi bir kuruş bile para almadan konser organizasyonları yapıyor.


Aynı zamanda müthiş bir koleksiyoner.
Atatürk ve Osmanlı koleksiyoneri…

Bu konuda da elçilik görevlisi gibi çalışıyor.
ABD'deki müzayede şirketlerini düzenli olarak takip ediyor.

Atatürk ve Osmanlı'ya dair satılan ne varsa, alıyor.

Bütün gelirini bu işe harcıyor.
Ekonomik gücü yetmezse, Türkiye'den satın alabilecek olanları bilgilendiriyor, ABD'de kalmasının önüne geçiyor.


Fotoğraflar, gazeteler, dergiler, Mustafa Kemal Atatürk'e dair muhteşem bir koleksiyona sahip… Hepsini ABD'de satın aldı,
Atatürk'le alakalı ne görürse açık arttırmaya giriyor.


Osmanlı silah koleksiyonu var.
Osmanlı dönemine ait kılıçlar, tüfekler topluyor.
Aslında silah merakı olduğu için değil…
Amerikan müzayede şirketleri tarafından açık arttırmaya konulan kılıçları tüfekleri Amerikalı koleksiyonerlere bırakmamak için alıyor.

Evi müze gibi.
Antikacıları dolaşıyor.
Türkiye'de örneği olmayan Osmanlı silahları var.


İşte bu yurtsever Türk delikanlısı, yine her zaman yaptığı gibi müzayede şirketlerinin açık arttırma duyurularını takip ediyordu.
Jackson's International Auctioneers'ın satışa sunacağı Mustafa Kemal imzalı fotoğrafı gördü.
Gördüğü andan itibaren adeta uyumadı…
Tahmini bütçeyi hazırladı.
Ne olur ne olmaz belki param yetmez diye düşünerek, kredi çekti!

ABD'de yangın halindeki koronavirüs salgını nedeniyle Iowa'ya gidemedi, müzayedeye Washington'dan internet
üzerinden katıldı.

24 Haziran'da tam dakikasında ekran başına geçti.
Kalabalık katılımla kıyasıya açık arttırma oldu.
Neticede dört Amerikalı koleksiyonerle çekişti.
En yüksek rakamı verdi.
Tarihi fotoğrafı almayı başardı.

“Ödediğim rakamın önemi yok, bana göre paha biçilmez, son kuruşuma kadar, yükselebileceğim yere kadar yükselecektim” dediği için, rakamı buraya yazmıyorum.
Türkiye'de o fiyata ev satın alabileceğini söyleyebilirim.

Müzayede kuralları gereği, kim sattı bilmiyoruz.
Ama, artık emin ellerde olduğunu biliyoruz.

Mustafa Kemal'in askeri…
Gürkan Us gibi gençlerimizle gurur duyuyoruz.


Yılmaz Özdil

Alıntı/Kaynak: https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/yilmaz-ozdil/100-yil-sonra-donup-dolasip-yine-bizim-olan-fotograf-5942659/

Kırgızistan'da merak uyandıran 4 bin yıllık kaya resimleri


Kırgızistan'ın başkenti Bişkek'ten 260 kilometre mesafedeki Çolpon-Ata kent girişinde 42 hektar alanda kurulu Çolpon-Ata Petroglif Açık Hava Müzesi'nde, 30 santimetre ila 3 metre büyüklüğünde ve üzerlerinde 1000'den fazla resmin yer aldığı kaya bulunuyor. 

Kayalarda, 4 bin yıl önce ortak yaşam tarzı olan dönemin insanlarının son derece sanatsal ve gerçekçi yaptığı çizimlerde, av kültürü, hayvanla mücadele sahneleri, avcı tasvirleri, sembolik çizgi, daire ve dikdörtgen şekilleri yer alıyor.

Çolpon-Ata Petroglif Açık Hava Müzesi'nde kaya resimleri dışında Göktürkler döneminde yapılan insan biçimli taş heykeller de sergileniyor.

Kırgızistan'da 10 binden fazla kaya resmi bulunuyor

Asya’dan Avrupa’ya uzanan tarihi İpek Yolu güzergahındaki Kırgızistan'ın genelinde 10 binden fazla kaya resmi bulunuyor.

Kırgızlar, UNESCO'nun Kırgızistan toprakları içerisinde kültür mirası listesinde bulunan kaya resimlerini, desenli taş anlamına gelen "Saymaluu Taş" olarak adlandırıyor.

Issık Göl bölgesinde 8 ayrı mevkide bulunan kaya resimleri, sayıca en çok Kırgızistan'ın güneyindeki Celalabad kentinden 120 kilometre mesafede ve deniz seviyesinden 3 bin metre yükseklikte koruma altında tutuluyor.


Çolpon-Ata Petroglif Açık Hava Müze rehberi Maksat Kurmanov, AA muhabirine, kaya resimlerinin yer aldığı köyde dünyaya geldiğini ve çocukluğunu taşlar arasında koyun otlatarak geçirdiğini ve taşların korumaya alınmasıyla müzede görev aldığını anlattı.

Kurmanov, 4 bin yıl önce kaya üzerine çizilmiş resimlerin sergilendiği müzenin yerli ve yabancı ziyaretçilerin ilgisini çektiğini ancak dünyada ve ülkede yayılan yeni tip koronavirüs salgını nedeniyle yabancı ziyaretçilerin gelemediğini söyledi.

Kurmanov, salgının bir an önce bitmesini ve müzeye yeniden yerli ve yabancı turistlerin akın etmesini beklediklerini belirtti.


En belirgin motiflerden biri geyik figürü

Kaya resimlerinin ne anlama geldiği konusunda sürekli merak içinde olduğunu söyleyen Kurmanov, resimlerde en belirgin motiflerden birinin geyik figürü olduğunu aktardı.

Kurmanov, kaya üzerine resimleri çizen insanların dağ geyiğini kendilerine et, deri ve yün vermesi, erişilmez yerlere erişilebilirliği ve kararlılığı nedeniyle yücelttiklerini ve bu nedenle kaya resimlerinin yüzde 80'inin geyiklerden oluştuğunu ifade etti. 

Alıntı/Kaynak: https://www.aa.com.tr/tr/dunya/kirgizistanda-merak-uyandiran-4-bin-yillik-kaya-resimleri-/1917121

Hacı Bektaş Veli'nin Aslan ve Ceylanlı Resminin Anlamı

Hacı Bektaş Veli'nin Aslan ve Ceylanlı Resminin Anlamı

"Hiç bir milleti ve insanı ayıplamayınız!" 
diyen Hacı Bektaş Veli; Anadolu’nun sosyal, siyasal, ekonomik, etnik ve dinsel yapısını dikkate alarak, sevgi ve hoşgörü kültürünün temellerini atmıştır. Uygarlıklar beşiği Anadolu’nun zengin kültür mozaiğini bozmadan; parçalamadan; farklılıklarıyla; sevgi ve hoşgörü temelinde biraraya getirerek ve tasavvufla yoğurarak, Anadolu Alevi ve Bektaşiliği'nin doğmasına öncülük etmiştir. Farklı dillerden, farklı kökenlerden ve kültürlerden gelen insanları bir bilen; ceylanla arslanı dost olarak kucaklayan bu anlayıştır. Bu anlayışın, Evrensel İnsan Hakları Beyannamesinde ifade edilen düşüncelerin temeli olduğu; günümüz insanının, hala bu anlayışa ulaşma çabası içinde olduğu yadsınamaz.

Hacı Bektaş Veli (1352-1429)
13.yüzyılda yaşamış ünlü mutasavvıftır.
Bektaşiliğin kurucusudur.
Türkistan’ın Nişabur şehrinde doğdu.
Bilinen en önemli yapıtı Makalat'tır. Sohbetler, sözler anlamına gelen bu yapıt Ahmet Yesevi'nin Fakr-name adlı yapıtının açıklaması gibidir.
Şiirlerinden çok mutasavvıf kişiliğiyle ünlüdür.

Eserleri:
Makalat: Kısa hikayeler ile Allah aşkı anlatılır. Ahmet Yesevi’nin Fakirname eserinin açıklaması gibidir.

Alıntı: http://www.edebiyatfatihi.net/2017/10/hac-bektas-velinin-aslan-ve-ceylanl.html

Albay Süleyman Fethi Bey: 'Kahrolsun Venizelos'' diye başırmıştı

Nutuk'u Farsça dinleyen Mustafa Kemal Paşa

''Bu ülkede en rahat Ermeniler ve Rumlar yaşadı''

20200718

✍️ Hüseyin Çavuş'un kaleminden...

'Türklerce Güneş kadındır, Ay ise erkek.'


YORUMLAR:

✍️ Yurttan anayurda Anadolu’nun 🇹🇷Türkleşmesi

SAMET ÜMİT ÇİLBURUNOĞLU / TGB ANKARA İL YÖNETİCİSİ

Önceleri Hazar Türk Devleti’ne bağlı olan sonraları bu devletin zayıflamasıyla Seyhun Irmağı kıyılarında Oğuz Yabgu Devleti’ni kuran Oğuzların 24 boyundan biri olan Kınık boyuna mensup Selçuk Bey, babası Dukak Bey’den sonra üstlendiği Hazar Türk Devleti subaşılığını çeşitli sebeplerle bırakıp boyu ile beraber Maveraünnehir’e göç etmiş, Samanilerin hâkim olduğu Müslüman Cend bölgesine yerleşmiştir. Burada Samanilere ve Karahanlılara asker yetiştirerek hem yönetimde söz sahibi konumlara gelmiş hem de geniş otlak arazilere sahip olmuşlardır. Samanilerin yoğun İslam propagandası üzerine Selçuk Bey boyu ile beraber müslüman olmuştur. Tabii müslüman olmasını yalnızca Samanilerin yoğun propagandasıyla açıklamak doğru değildir. Müslüman olmalarıyla beraber ileride kurulacak olan Büyük Selçuklu Devleti ve Anadolunun Türkleşmesi atılımı için büyük bir adım atılmış oluyor. Yazımızda Selçuk Bey’in Maveraünnehir’e göç etmesi ve burada İslamiyet’i seçmesinin sebeplerini ve bu feodal devletin kurulduğu koşulları irdeleyerek Malazgirt Zaferi’nden sonra Anadolu’da resmen başlayan Türkleşme hareketini açıklayacağız. Türkleşen Anadolu ile Türk devriminin ortaya çıkardığı millet tanımı arasında bir bağ kurmaya çalışacağız.

1. NEDEN İSLAMİYET?

Selçuk Bey’in boyu ile beraber müslüman Cend bölgesine yerleşmesinin ve burada İslamiyeti seçmesinin nedenlerine gelmeden önce Anadoluya gelen, yirmi dört boydan oluşan ve Oğuz Yabguluğu, Büyük Selçuklu Devleti gibi devletlerin kökeni olan Oğuzların, Orhun Yazıtları’nda bahsi geçen Tokuz Oğuzlardan ayrı bir boylar birliği olduğunu belirtmek gerekir. Anadolu’ya gelen Oğuzların kökeni Tokuz Oğuzlar değil On Ok’lardır.

Selçuk Bey, Hazar Türk Devleti subaşılığı görevindeyken 10. yüzyılın ikinci yarısında Kıpçak boy birliğinin dağılması, Oğuzların birleşen Türk boylarının baskısına maruz kalması, Yabguların güçlerinin bu durumdan etkilenmesi ve Selçuk Bey’in Yabgu’ya karşı giriştiği iktidar mücadelesinde başarısız olması gibi sebeplerle Maveraünnehir bölgesine göç etmiştir. Bu sebeplerin yanına feodal bir devletin temellerini oluşturacak gelişme düzeyine sahip bir topluluk olan Oğuz/Türkmenlerin yurt edinme isteği ve mücadelesi de eklenmelidir.

Ayrıca Selçuk Bey tarafından İslam ideolojisinin seçilmiş olması da Anadolu’nun Türkleşmesi sürecine büyük katkısı olan bir başka etkendir. İslamiyet, Türklerin o güne kadarki dini inanışlarına göre daha derin bir felsefeye sahipti. Arap coğrafyası, İslamiyet’in ortaya çıktığı ve geliştiği koşullarda “Allah’ın birliği Müslümanların kardeşliği” programıyla bir medeniyet devrimine sahne olmuş ve İslamiyet, o medeniyeti yayıldığı coğrafyalara da götürmüştür. Selçuk Bey de bu medeniyetin kendi halkının geleceğine katkı sağlayacağı öngörüsüyle hareket etmiş olacak ki müslüman olmuştur.

İslamiyet’in felsefesinin ve getirdiği medeniyetin yanı sıra siyasi ve toplumsal süreçlere olan katkısı ve getirebileceği ayrıcalıklardan faydalanma isteği de bunda etkili olmuştur. Selçuk Bey’in müslüman olma sebepleri, İslamiyet aracılığıyla hem kendi boyunun hem de Müslümanlaşacak Türklerin, İslamla yönetilen topraklarda barış ve düzen içerisinde yaşamalarını sağlamak, dinin koruyucusu veya savunucusu olarak hükmetmek, halifeliğin saygınlığı ve büyük bir gücü temsil ettiğini görmesi yanında ileride bu gücü arkasına alma isteği ve bu güçle beraber Allah’ın birliği Müslümanların kardeşliği ilkesine de dayanarak bağımsız ve teşkilatlı bir devlet kurma isteği olarak belirlenebilir.

Ayrıca Oğuz/Türkmenlerin, feodalizme geçecek belli bir gelişme düzeyine ulaşmış olmaları da İslam ideolojisini benimseyebilmeleri açısından önemli bir etken olmuştur.

2. BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİ'NİN KURULUŞU VE MALAZGİRT ZAFERİ

Selçuk Bey’in önderlik ettiği boy, Samani Devleti’nin yıkılmasıyla Horasan’a, Selçuk Bey’in ölümüyle de daha güneye göç etmiştir. Bu göçebe topluluk, Selçuk Bey’in oğlu Arslan Bey döneminde iyice güçlenmiştir. Bu dönem, Arslan Bey’in Gazneli Mahmud’a karşı bir savaşa destekçi olması ve Gazneliler tarafından tutuklanıp öldürülmesiyle sonuçlandı. Yeni bir yurt edinmek ve teşkilatlı bir devlet kurmak için bir bağımsızlık mücadelesinin gerekliliği ortaya çıktı. Bu mücadeleyi Selçuk Bey’in torunları olan Tuğrul Bey ve Çağrı Bey başlattı. Bağımsızlık mücadelesine girişen Tuğrul ve Çağrı Beyler Gaznelilerin üzerine yürüyüp Merv ve Nişabur kentlerini ele geçirerek bağımsız oldular. Tuğrul Bey, Nişabur kentinde kendini “sultan” unvanıyla hükümdar ilan etti ve bu dönemde teşkilatlı devlet düzeni kurulmaya başladı. Ancak Büyük Selçuklu Devleti’nin resmen kuruluşu Gazneli Devleti’ni yıkılış dönemine sokan Dandanakan Savaşı’nın kazanılmasıyla 1040 yılında gerçekleşmiştir.

Selçuk Bey’in İslamiyet’i seçmesi, Tuğrul Bey döneminde uygulanan iç ve dış politikalarda belirleyici olmuştur. Tuğrul Bey Darü’l-İslam topraklarında yaşayan Türkmenlere, bölgede barış ve düzen olması gerektiğini söyleyerek Bizans’a yağma yapmalarına izin vermiş, 1048-1064 arası Küçük Asya’ya, Erzurum, Ermenistan, Van, Malatya, Sivas bölgelerine seferler düzenlemiştir. Böylelikle dışarıda yağmayla kazandıklarının yanında din savunucusu olarak öne çıkmış ve bir güç elde etmiştir. Tuğrul Bey daha sonra kendisini halifeliğin ve Sünniliğin koruyucusu ilan ederek iç politikasını da bu güce dayandırmayı bilmiştir.

İslam ideolojisinin benimsenmesinin getirilerinden en etkilisi halifenin gücünü arkalarına almalarıdır. Tuğrul Bey içeride ve dışarıda belirlediği bu politikaların karşılığı olarak işgal altındaki Bağdat’a halife tarafından yardıma çağrıldı. Bağdat’ta işgalci konumda olan Büveyhoğullarını bölgeden kovması ve halifeden “Doğunun ve Batının Koruyucusu” unvanını alması ile din savunuculuğu ve koruyuculuğu ile kazandığı güç böylelikle Selçuk Bey’in ön gördüğü gibi halifeliğin saygınlığını da arkasına almasıyla pekişmiştir.

Tuğrul Bey’in ölümünden sonra onun Anadolu içlerine doğru başlattığı seferlere Alparslan da devam ederek Ermanistan’ın başkenti Ani’yi fethetti. Kentin en güzel kiliselerinden birisine Türklerin sembolü olan hilalin dikilmesi daha sonra Osmanlı’nın ve tüm İslam dünyasının sembolü haline gelecektir. Bu durumdan rahatsız olan Bizans İmparatoru IV. Romen Diyojen Yunanlar, Peçenekler ve Oğuzlar’dan oluşan 200 bin kişilik bir orduyla harekete geçti. Alparslan da buna sayıca daha zayıf ama kuvvetli bir orduyla karşılık verdi ve 26 Ağustos 1071 günü iki ordu karşı karşıya geldi. Sayıca daha zayıf olduğunu bildiğimiz Alparslan’ın ordusu ezici bir zaferle Bizans ordusunu mağlup etmiş ve Diyojen’i teslim almıştı. Alparslan, bir hafta boyunca esir olarak tuttuğu Diyojen’e Anadolu’nun sağlama alınmasını sağlayacak olan bir antlaşma teklif etti. Urfa, Antakya, Hiearapolis ve Malazgirt bölgelerinin teslim olması antlaşmada yer aldı. Alparslan Bey Diyojen’in serbest bırakılması için de 1 milyon altın istiyor ancak Bizans bunun çok fazla olduğunu söylüyordu. Bunun üzerine sultan her yıl 360 bin altın haraç verilmesini istemiş ancak bu da Bizans İmparatorluğu’na vekalet eden VII. Mihail Dukas’ın Diyojen’in imzaladığı bu anlaşmayı reddetmesiyle gerçekleşememiştir. Bunun sonucunda Alparslan’ın ordusu ve Türk beyleri, Anadolu’yu fethetmek için harekete geçmişlerdir. Haçlı Seferlerinin başlamasına sebep olacak bu süreç Avrupa’ya yeni akınların da sinyalini veriyordu.

3. NEDEN ANADOLU?

Malazgirt Savaşı’nın Büyük Selçuklu Devleti’nin zaferiyle sonuçlanması Anadolu’da Bizans hakimiyetini zayıflatmış, yerel otoriteler merkezi otoriteye başkaldırmaya başlamıştı. Tuğrul ve Çağrı Beylerin bağımsız, teşkilatlı ve feodal bir devlet kurma amacıyla giriştikleri mücadele Alparslan döneminde Anadolu’nun kapılarının Türklere resmen açılmasıyla bitmiyordu elbette. Feodal ilişkiler Oğuz/Türkmen kitleleri için eskisine göre yeni ve daha yüksek üretim ilişkilerini ifade ediyor ancak tabii ki bu ilişkilerin filizleri de eski toplumun bağrında filizleniyordu. Devlet kuruculuğu aşamasındaki Türk toplulukları kabile toplumundan daha ileri bir konuma gelmiş, Orta Asya’da ortaya çıkan sınıflaşma, feodalizm yönünde gelişmişti. Dr. Doğu Perinçek bu durumu Bozkurt Efsaneleri ve Gerçek isimli kitabında şu sözlerle ifade ediyor:
“Anadolu’yu fetheden Oğuzlar, eğer feodalizme geçecek belli bir gelişme düzeyine ulaşamasalardı ne İran’ın devlet geleneğini ne İslam ideolojisini ne de Arapların ve Bizans’ın çeşitli ekonomik ve toplumsal kurumlarını benimseyebilirlerdi. Çünkü hiçbir toplum, kendi iç gelişmesinin elvermediği bir toplumsal aşamaya sıçrayamaz. Her toplumun yapısı, bir önceki toplumun bağrında filizlenir.”

Bu tarihsel aşama Anadolu’nun kapılarını açan Büyük Selçuklu Devleti’ni yerleşik bir toplum düzeni kurmaya, yurt edinmeye, daralan otlakları genişletmeye sevk etmiştir. Bir yandan nüfus artışının da etkisiyle bu ihtiyacı karşılamak amacıyla Oğuz/Türkmen kitleleri Anadolu’ya göç ettirilmiş ve yerleştirilmiştir.

Anadolu, hem bu yeni feodal devletin kurulması hem nüfus artışından doğan yurt ihtiyacını karşılaması hem de yeni üretim ilişkileri için gereken alanı sağlaması açısından tercih edilmiştir. Bu göç dalgaları aynı zamanda Anadolu halkını da huzura kavuşturmuştur. Bizans İmparatorluğunun çürümüş ve ağır sömürü sistemi altında ezilen Anadolu halkı Türkleri bir kurtarıcı gibi karşılamış ve Anadolu ekonomisine getirdiği hareketliliği desteklemiştir.

4. TÜRKLEŞEN ANADOLU VE MİLLİ DEMOKRATİK DEVRİMLE OLUŞAN MİLLET TANIMI

Türklere Anadolu’nun kapılarını açan Malazgirt Savaşı’nın tarihi 26 Ağustos 1071, Mustafa Kemal Atatürk’ün Anadolu’nun hareketi üzerindeki önderliğini pekiştiren ve Cumhuriyet’in temellerinin atılmasını sağlayan Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nin tarihi ise 26 Ağustos 1922’dir. Haçlı Seferlerinin ateşleyicisi olarak belirlediğimiz Türk akınlarının öncesinde Malazgirt’te kaybeden Diyojen de Mustafa Kemal Atatürk ve Anadolu halkının vatan toprağından sürdüğü işgalci devletlerin kumandanları da kendi topraklarına döndüklerinde ölüm cezasıyla karşılaşmışlardı. 851 yıl arayla iki defa Anadolu’nun kaderi Türklerin elde ettiği zaferlerle belirlenmiştir. Bu manidar tesadüf Anadolu’nun Türkler için yurt ve vatan olarak önemini anlatmakta yeterli olmasa da iki tarihi zaferin arasındaki kader birliğini vurgulamak açısından önemli sayılabilir.

Anadolu’nun Türkleşmesi ve Cumhuriyet Devrimi ile oluşan millet tanımının bağlantısı elbette böyle bir tesadüften ibaret değildir. Türklerin Anadolu’ya göçleriyle başlayıp burayı yurt edinmesi, Türkiye Selçuklarının bu topraklarda kurulması ve ilerlemesi ile gelişen tarihsel bir sürecin ürünüdür.
Mustafa Kemal Atatürk’ün millet kavramını tanımlarken üzerinde durduğu unsurlar bu bağlantıyı anlamak açısından anahtar niteliğinde olacaktır. Mustafa Kemal, milleti tanımlarken şu üç unsur üzerinde duruyor: 1) Türkiye (vatan), 2) Türkiye halkı ve 3) Cumhuriyet Devrimi. Birinci unsur vatandır. Millet bu vatan üzerinde yaşamaktadır. Türkler de Anadolu’ya geldiklerinde burayı yurt edinmişlerdir. İkinci unsur Türkiye halkıdır. Milletin maddesi olan halk, belli bir coğrafya üzerinde yaşayan insan topluluğudur. Türkler de Anadolu’ya geldiklerinde Anadolu’da yaşayan kitlelerle karışarak Anadolu halkını oluşturmuştur. Üçüncü unsur Cumhuriyet Devrimi’dir. Devrim, halkı millet haline getiren unsurdur. Anadolu’ya gelen Türkler de burada feodal bir devlet kurarak ileri bir uygarlık inşa etmişlerdir.

İşte Cumhuriyet kuruculuğu ile bugünkü anlamını kazanan millet kavramının köklerini ararken Anadolu topraklarında uygarlığı inşa eden, devlet kuruculuğu aşamalarına gelen Büyük Selçuklulara, Türkiye Selçuklularına yani Anadolu’nun Türkleşmesi hareketine bakmak gerekir. Çünkü, “Her toplumun yapısı, bir önceki toplumun bağrında filizlenir.”
Kaynakça:
1) Doğu Perinçek, Bozkurt Efsaneleri ve Gerçek, Kaynak Yayınları
2) Doğu Perinçek, Og’dan Oğur’a, Kaynak Yayınları
3) Jean Paul-Roux, Türklerin Tarihi, Kabalcı Yayınları
4) TDV İslam Ansiklopedisi, Selçuklular/ Selçuk Bey/ Tuğrul Bey/ Çağrı Bey/ Alparslan/ Malazgirt Muharebesi maddeleri

Alıntı/ Kaynak: https://aydinlik.com.tr/haber/yurttan-anayurda-anadolu-nun-turklesmesi-213555