SAMET ÜMİT ÇİLBURUNOĞLU / TGB ANKARA İL YÖNETİCİSİ
Önceleri Hazar Türk Devleti’ne bağlı olan sonraları bu devletin zayıflamasıyla Seyhun Irmağı kıyılarında Oğuz Yabgu Devleti’ni kuran Oğuzların 24 boyundan biri olan Kınık boyuna mensup Selçuk Bey, babası Dukak Bey’den sonra üstlendiği Hazar Türk Devleti subaşılığını çeşitli sebeplerle bırakıp boyu ile beraber Maveraünnehir’e göç etmiş, Samanilerin hâkim olduğu Müslüman Cend bölgesine yerleşmiştir. Burada Samanilere ve Karahanlılara asker yetiştirerek hem yönetimde söz sahibi konumlara gelmiş hem de geniş otlak arazilere sahip olmuşlardır. Samanilerin yoğun İslam propagandası üzerine Selçuk Bey boyu ile beraber müslüman olmuştur. Tabii müslüman olmasını yalnızca Samanilerin yoğun propagandasıyla açıklamak doğru değildir. Müslüman olmalarıyla beraber ileride kurulacak olan Büyük Selçuklu Devleti ve Anadolunun Türkleşmesi atılımı için büyük bir adım atılmış oluyor. Yazımızda Selçuk Bey’in Maveraünnehir’e göç etmesi ve burada İslamiyet’i seçmesinin sebeplerini ve bu feodal devletin kurulduğu koşulları irdeleyerek Malazgirt Zaferi’nden sonra Anadolu’da resmen başlayan Türkleşme hareketini açıklayacağız. Türkleşen Anadolu ile Türk devriminin ortaya çıkardığı millet tanımı arasında bir bağ kurmaya çalışacağız.
1. NEDEN İSLAMİYET?
Selçuk Bey’in boyu ile beraber müslüman Cend bölgesine yerleşmesinin ve burada İslamiyeti seçmesinin nedenlerine gelmeden önce Anadoluya gelen, yirmi dört boydan oluşan ve Oğuz Yabguluğu, Büyük Selçuklu Devleti gibi devletlerin kökeni olan Oğuzların, Orhun Yazıtları’nda bahsi geçen Tokuz Oğuzlardan ayrı bir boylar birliği olduğunu belirtmek gerekir. Anadolu’ya gelen Oğuzların kökeni Tokuz Oğuzlar değil On Ok’lardır.
Selçuk Bey, Hazar Türk Devleti subaşılığı görevindeyken 10. yüzyılın ikinci yarısında Kıpçak boy birliğinin dağılması, Oğuzların birleşen Türk boylarının baskısına maruz kalması, Yabguların güçlerinin bu durumdan etkilenmesi ve Selçuk Bey’in Yabgu’ya karşı giriştiği iktidar mücadelesinde başarısız olması gibi sebeplerle Maveraünnehir bölgesine göç etmiştir. Bu sebeplerin yanına feodal bir devletin temellerini oluşturacak gelişme düzeyine sahip bir topluluk olan Oğuz/Türkmenlerin yurt edinme isteği ve mücadelesi de eklenmelidir.
Ayrıca Selçuk Bey tarafından İslam ideolojisinin seçilmiş olması da Anadolu’nun Türkleşmesi sürecine büyük katkısı olan bir başka etkendir. İslamiyet, Türklerin o güne kadarki dini inanışlarına göre daha derin bir felsefeye sahipti. Arap coğrafyası, İslamiyet’in ortaya çıktığı ve geliştiği koşullarda “Allah’ın birliği Müslümanların kardeşliği” programıyla bir medeniyet devrimine sahne olmuş ve İslamiyet, o medeniyeti yayıldığı coğrafyalara da götürmüştür. Selçuk Bey de bu medeniyetin kendi halkının geleceğine katkı sağlayacağı öngörüsüyle hareket etmiş olacak ki müslüman olmuştur.
İslamiyet’in felsefesinin ve getirdiği medeniyetin yanı sıra siyasi ve toplumsal süreçlere olan katkısı ve getirebileceği ayrıcalıklardan faydalanma isteği de bunda etkili olmuştur. Selçuk Bey’in müslüman olma sebepleri, İslamiyet aracılığıyla hem kendi boyunun hem de Müslümanlaşacak Türklerin, İslamla yönetilen topraklarda barış ve düzen içerisinde yaşamalarını sağlamak, dinin koruyucusu veya savunucusu olarak hükmetmek, halifeliğin saygınlığı ve büyük bir gücü temsil ettiğini görmesi yanında ileride bu gücü arkasına alma isteği ve bu güçle beraber Allah’ın birliği Müslümanların kardeşliği ilkesine de dayanarak bağımsız ve teşkilatlı bir devlet kurma isteği olarak belirlenebilir.
Ayrıca Oğuz/Türkmenlerin, feodalizme geçecek belli bir gelişme düzeyine ulaşmış olmaları da İslam ideolojisini benimseyebilmeleri açısından önemli bir etken olmuştur.
2. BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİ'NİN KURULUŞU VE MALAZGİRT ZAFERİ
Selçuk Bey’in önderlik ettiği boy, Samani Devleti’nin yıkılmasıyla Horasan’a, Selçuk Bey’in ölümüyle de daha güneye göç etmiştir. Bu göçebe topluluk, Selçuk Bey’in oğlu Arslan Bey döneminde iyice güçlenmiştir. Bu dönem, Arslan Bey’in Gazneli Mahmud’a karşı bir savaşa destekçi olması ve Gazneliler tarafından tutuklanıp öldürülmesiyle sonuçlandı. Yeni bir yurt edinmek ve teşkilatlı bir devlet kurmak için bir bağımsızlık mücadelesinin gerekliliği ortaya çıktı. Bu mücadeleyi Selçuk Bey’in torunları olan Tuğrul Bey ve Çağrı Bey başlattı. Bağımsızlık mücadelesine girişen Tuğrul ve Çağrı Beyler Gaznelilerin üzerine yürüyüp Merv ve Nişabur kentlerini ele geçirerek bağımsız oldular. Tuğrul Bey, Nişabur kentinde kendini “sultan” unvanıyla hükümdar ilan etti ve bu dönemde teşkilatlı devlet düzeni kurulmaya başladı. Ancak Büyük Selçuklu Devleti’nin resmen kuruluşu Gazneli Devleti’ni yıkılış dönemine sokan Dandanakan Savaşı’nın kazanılmasıyla 1040 yılında gerçekleşmiştir.
Selçuk Bey’in İslamiyet’i seçmesi, Tuğrul Bey döneminde uygulanan iç ve dış politikalarda belirleyici olmuştur. Tuğrul Bey Darü’l-İslam topraklarında yaşayan Türkmenlere, bölgede barış ve düzen olması gerektiğini söyleyerek Bizans’a yağma yapmalarına izin vermiş, 1048-1064 arası Küçük Asya’ya, Erzurum, Ermenistan, Van, Malatya, Sivas bölgelerine seferler düzenlemiştir. Böylelikle dışarıda yağmayla kazandıklarının yanında din savunucusu olarak öne çıkmış ve bir güç elde etmiştir. Tuğrul Bey daha sonra kendisini halifeliğin ve Sünniliğin koruyucusu ilan ederek iç politikasını da bu güce dayandırmayı bilmiştir.
İslam ideolojisinin benimsenmesinin getirilerinden en etkilisi halifenin gücünü arkalarına almalarıdır. Tuğrul Bey içeride ve dışarıda belirlediği bu politikaların karşılığı olarak işgal altındaki Bağdat’a halife tarafından yardıma çağrıldı. Bağdat’ta işgalci konumda olan Büveyhoğullarını bölgeden kovması ve halifeden “Doğunun ve Batının Koruyucusu” unvanını alması ile din savunuculuğu ve koruyuculuğu ile kazandığı güç böylelikle Selçuk Bey’in ön gördüğü gibi halifeliğin saygınlığını da arkasına almasıyla pekişmiştir.
Tuğrul Bey’in ölümünden sonra onun Anadolu içlerine doğru başlattığı seferlere Alparslan da devam ederek Ermanistan’ın başkenti Ani’yi fethetti. Kentin en güzel kiliselerinden birisine Türklerin sembolü olan hilalin dikilmesi daha sonra Osmanlı’nın ve tüm İslam dünyasının sembolü haline gelecektir. Bu durumdan rahatsız olan Bizans İmparatoru IV. Romen Diyojen Yunanlar, Peçenekler ve Oğuzlar’dan oluşan 200 bin kişilik bir orduyla harekete geçti. Alparslan da buna sayıca daha zayıf ama kuvvetli bir orduyla karşılık verdi ve 26 Ağustos 1071 günü iki ordu karşı karşıya geldi. Sayıca daha zayıf olduğunu bildiğimiz Alparslan’ın ordusu ezici bir zaferle Bizans ordusunu mağlup etmiş ve Diyojen’i teslim almıştı. Alparslan, bir hafta boyunca esir olarak tuttuğu Diyojen’e Anadolu’nun sağlama alınmasını sağlayacak olan bir antlaşma teklif etti. Urfa, Antakya, Hiearapolis ve Malazgirt bölgelerinin teslim olması antlaşmada yer aldı. Alparslan Bey Diyojen’in serbest bırakılması için de 1 milyon altın istiyor ancak Bizans bunun çok fazla olduğunu söylüyordu. Bunun üzerine sultan her yıl 360 bin altın haraç verilmesini istemiş ancak bu da Bizans İmparatorluğu’na vekalet eden VII. Mihail Dukas’ın Diyojen’in imzaladığı bu anlaşmayı reddetmesiyle gerçekleşememiştir. Bunun sonucunda Alparslan’ın ordusu ve Türk beyleri, Anadolu’yu fethetmek için harekete geçmişlerdir. Haçlı Seferlerinin başlamasına sebep olacak bu süreç Avrupa’ya yeni akınların da sinyalini veriyordu.
3. NEDEN ANADOLU?
Malazgirt Savaşı’nın Büyük Selçuklu Devleti’nin zaferiyle sonuçlanması Anadolu’da Bizans hakimiyetini zayıflatmış, yerel otoriteler merkezi otoriteye başkaldırmaya başlamıştı. Tuğrul ve Çağrı Beylerin bağımsız, teşkilatlı ve feodal bir devlet kurma amacıyla giriştikleri mücadele Alparslan döneminde Anadolu’nun kapılarının Türklere resmen açılmasıyla bitmiyordu elbette. Feodal ilişkiler Oğuz/Türkmen kitleleri için eskisine göre yeni ve daha yüksek üretim ilişkilerini ifade ediyor ancak tabii ki bu ilişkilerin filizleri de eski toplumun bağrında filizleniyordu. Devlet kuruculuğu aşamasındaki Türk toplulukları kabile toplumundan daha ileri bir konuma gelmiş, Orta Asya’da ortaya çıkan sınıflaşma, feodalizm yönünde gelişmişti. Dr. Doğu Perinçek bu durumu Bozkurt Efsaneleri ve Gerçek isimli kitabında şu sözlerle ifade ediyor:
“Anadolu’yu fetheden Oğuzlar, eğer feodalizme geçecek belli bir gelişme düzeyine ulaşamasalardı ne İran’ın devlet geleneğini ne İslam ideolojisini ne de Arapların ve Bizans’ın çeşitli ekonomik ve toplumsal kurumlarını benimseyebilirlerdi. Çünkü hiçbir toplum, kendi iç gelişmesinin elvermediği bir toplumsal aşamaya sıçrayamaz. Her toplumun yapısı, bir önceki toplumun bağrında filizlenir.”
Bu tarihsel aşama Anadolu’nun kapılarını açan Büyük Selçuklu Devleti’ni yerleşik bir toplum düzeni kurmaya, yurt edinmeye, daralan otlakları genişletmeye sevk etmiştir. Bir yandan nüfus artışının da etkisiyle bu ihtiyacı karşılamak amacıyla Oğuz/Türkmen kitleleri Anadolu’ya göç ettirilmiş ve yerleştirilmiştir.
Anadolu, hem bu yeni feodal devletin kurulması hem nüfus artışından doğan yurt ihtiyacını karşılaması hem de yeni üretim ilişkileri için gereken alanı sağlaması açısından tercih edilmiştir. Bu göç dalgaları aynı zamanda Anadolu halkını da huzura kavuşturmuştur. Bizans İmparatorluğunun çürümüş ve ağır sömürü sistemi altında ezilen Anadolu halkı Türkleri bir kurtarıcı gibi karşılamış ve Anadolu ekonomisine getirdiği hareketliliği desteklemiştir.
4. TÜRKLEŞEN ANADOLU VE MİLLİ DEMOKRATİK DEVRİMLE OLUŞAN MİLLET TANIMI
Türklere Anadolu’nun kapılarını açan Malazgirt Savaşı’nın tarihi 26 Ağustos 1071, Mustafa Kemal Atatürk’ün Anadolu’nun hareketi üzerindeki önderliğini pekiştiren ve Cumhuriyet’in temellerinin atılmasını sağlayan Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nin tarihi ise 26 Ağustos 1922’dir. Haçlı Seferlerinin ateşleyicisi olarak belirlediğimiz Türk akınlarının öncesinde Malazgirt’te kaybeden Diyojen de Mustafa Kemal Atatürk ve Anadolu halkının vatan toprağından sürdüğü işgalci devletlerin kumandanları da kendi topraklarına döndüklerinde ölüm cezasıyla karşılaşmışlardı. 851 yıl arayla iki defa Anadolu’nun kaderi Türklerin elde ettiği zaferlerle belirlenmiştir. Bu manidar tesadüf Anadolu’nun Türkler için yurt ve vatan olarak önemini anlatmakta yeterli olmasa da iki tarihi zaferin arasındaki kader birliğini vurgulamak açısından önemli sayılabilir.
Anadolu’nun Türkleşmesi ve Cumhuriyet Devrimi ile oluşan millet tanımının bağlantısı elbette böyle bir tesadüften ibaret değildir. Türklerin Anadolu’ya göçleriyle başlayıp burayı yurt edinmesi, Türkiye Selçuklarının bu topraklarda kurulması ve ilerlemesi ile gelişen tarihsel bir sürecin ürünüdür.
Mustafa Kemal Atatürk’ün millet kavramını tanımlarken üzerinde durduğu unsurlar bu bağlantıyı anlamak açısından anahtar niteliğinde olacaktır. Mustafa Kemal, milleti tanımlarken şu üç unsur üzerinde duruyor: 1) Türkiye (vatan), 2) Türkiye halkı ve 3) Cumhuriyet Devrimi. Birinci unsur vatandır. Millet bu vatan üzerinde yaşamaktadır. Türkler de Anadolu’ya geldiklerinde burayı yurt edinmişlerdir. İkinci unsur Türkiye halkıdır. Milletin maddesi olan halk, belli bir coğrafya üzerinde yaşayan insan topluluğudur. Türkler de Anadolu’ya geldiklerinde Anadolu’da yaşayan kitlelerle karışarak Anadolu halkını oluşturmuştur. Üçüncü unsur Cumhuriyet Devrimi’dir. Devrim, halkı millet haline getiren unsurdur. Anadolu’ya gelen Türkler de burada feodal bir devlet kurarak ileri bir uygarlık inşa etmişlerdir.
İşte Cumhuriyet kuruculuğu ile bugünkü anlamını kazanan millet kavramının köklerini ararken Anadolu topraklarında uygarlığı inşa eden, devlet kuruculuğu aşamalarına gelen Büyük Selçuklulara, Türkiye Selçuklularına yani Anadolu’nun Türkleşmesi hareketine bakmak gerekir. Çünkü, “Her toplumun yapısı, bir önceki toplumun bağrında filizlenir.”
Kaynakça:
1) Doğu Perinçek, Bozkurt Efsaneleri ve Gerçek, Kaynak Yayınları
2) Doğu Perinçek, Og’dan Oğur’a, Kaynak Yayınları
3) Jean Paul-Roux, Türklerin Tarihi, Kabalcı Yayınları
4) TDV İslam Ansiklopedisi, Selçuklular/ Selçuk Bey/ Tuğrul Bey/ Çağrı Bey/ Alparslan/ Malazgirt Muharebesi maddeleri
Alıntı/ Kaynak: https://aydinlik.com.tr/haber/yurttan-anayurda-anadolu-nun-turklesmesi-213555