20170813

Türkler, Türklük, Türk Tarihi

Türkler


İNSAN topluluklarını millet hâline getiren ana unsur tarih içinde onların binlerce yılda ortaklaşa meydana getirdikleri mayaları yani kültürleridir. Ziya Gökalp Türk milliyetçiliğinin fikir yapısının temel taşlarından biridir. Atatürk, Ziya Gökalp’ın ölüm haberini aldığında eşi Saniye Hanıma çektiği telgrafta “Bir radyuma benzeyen beyni sukut etmiştir, Türk milleti elim bir ziya içindedir” demiş ve 1924’te ölüm gününü millî yas ilân etmiştir. Bununla onun fikirlerine verdiği önemi göstermiştir. Kan bağı yani maddî mânâdaki ırkçılık büyük Türk sosyologu Ziya Gökalp’ın da reddettiği gibi ancak atlarda aranır bir özelliktir. Erken Türklerden beri tarihin hiçbir döneminde ne Selçuklularda ne Osmanlılarda ve ne de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde ırk ayırımı yapılmamıştır. Türkler birbirlerine kültürel bağlarla bağlı olduklarından hiçbir zaman ırkçı olmamışlardır.

Bir atın ana ve babasından genetik olarak aldığı fizikî özellikleri onun hızlı koşmasını veya dayanıklı olmasını sağlayabilir. Bir insanda asıl önemli olan ise sahip olduğu fizikî özelliklerinden çok ailesi, okulu ve çevresinden aldığı kültür, bilgi ve düşünce seviyesidir. Bu özellikler ise insana kan bağı ile geçmez. 

Devletlerin uyguladıkları iyi ve sürekli bir eğitimin sonunda ancak kazanılabilinir. Kafa gücüne sahip olan toplumlar sadece kas gücüne sahip toplumları kullanırlar.
Çok iyi bilinir ki, Türk milleti tarihin belli bir döneminde kendini Türk olarak kabul eden bir Türk ana ve babadan da türemiş değildir. Türk ismi temelde aynı düşünce yapısını paylaşan insanlara verilen addır. Bu adın tarih içinde kelime anlamı aynen kalmak üzere bazı değişiklikler geçirerek bugünkü hâlini almıştır (Türgis, Türis …vb gibi). Türk adının tarihte bugünkü söylendiği gibi kullanıldığını gördüğümüz en önemli belge Türkistan’daki Orhun Yazıtlarındadır. Fin Coğrafya Cemiyeti’nin 1890 yılında yayınladığı “Fin Atlası” kitabında birinci taş, doğu yüzü 38. satırda ÖKÜK TÜRÜK yani “Rabbanî Türük”, “Tanrı Türü” denilmektedir.

Türklerin Orhun Yazıtlarından önceki binlerce yıllık tarihinde de Asya’nın milyonlarca km karelik topraklarına yayılmış yaşarlarken kendilerine verdikleri ad; “töreye uyan”, “yaratanını bilir”, “Rabbanî Türk”, “Tanrısını tanır”, “Allah’ına bağlı" olan anlamlarında “türök”dür. “Türök”teki “ök” Türkçedeki ses uyumundan dolayı “ük” olmuş ve kelime böylece “türük” olarak okunmuştur. Türkler dendiğinde Türkçe konuşan, aynı kültüre sahip, mensubiyet duygusu aynı olan, özetle ortak bir kültür bulutu altında yaşama iradesini gösteren insanlar anlaşılır, Atatürk “NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE” sözüyle bu konuya son noktayı koymuştur.

Günümüzden binlerce yıl önce Asya ve Avrupa kıtalarına yayılmış, fizikî olarak büyüklüğü bugünkü Türkiye topraklarının 25-30 misli olan o günlerin Türk yurdunda tek ulaşım aracının at olduğunu da göz önünde bulundurursak, haberleşmede ortak yazının kullanılmasının önemi ortaya çıkar. Yazıya geçmemiş bir dilin de yaşaması mümkün değildir.

İnsanlık tarihindeki bilinen son buzul dönemi günümüzden 14.500 yıl önce sona ermiştir. (İsa’dan 12.500 yıl önce). Almanya’daki Berlin şehrine kadar inen bu buzul döneminin sona ermesi demek dünya ısısının günümüze kadar yavaş yavaş artmaya devam etmesi demektir. Tarihin yazı ile başladığı doğrudur. Yazıdan önceki insanlık tarihinin bilim adamlarınca milyonlarca yıl öncesine götürülmesine, milyon yaşında insan kafataslarının Asya ve Avrupa’da bulunmasına karşın yazıdan öncesi biz insanlar için karanlıktır. Medeniyet, ilerleme, hayat tarzının değişmesi… yazı ile gelmiştir.

Asya kıtasının ortasında Baykal, Balkaş, Issık göllerini, Ala Tau-Tanrı dağlarını ve en eski yerleşim bölgesi olan “Yedi su” yu’da içine alıp kucaklayan Hazar Denizine kadar olan bugünki Kazakistan ve Kırgızistan toprakları ilk yazının ortaya çıktığı yerlerdir. Mağara resimlerinden sonra piktogramlar (20.000 yıl önce), petroglifler (15.000 yıl önce), tamgalar, harfler ve sonunda alfabeye geçişin dünyada ilk örnek lerinin olduğu yer Türkistan topraklarıdır. Tamgalı Say, Saymalı Taş, Talas Yazıtı, Altın Elbiseli Adam gibi yazılı tarih hazinelerinin yanında halen açılmamış belki de daha birçok altın elbiseli adamın olduğu onlarca kurgan bu bölgedeki ovaları dolduruyor, parasızlıktan ve ilgisizlikten henüz kazılmamış kurgan, saray ve şehir kalıntıları ile bu bölgede tarih âdeta topraktan fışkırmaktadır.

Türk kültürünün, Türk mayasının temelinde en başta Türk dili vardır. Dil başta olmak üzere dinî gelenekleri, örf ve âdetleri, ortak tarih şuuru, mensubiyet duygusu…. vb gibi sosyal olaylar kültürün temelindeki önemli unsurlardır. Millet varlığı bu temellerin üstünde yükselir. Erken Türk Tarihi araştırmacısı Kâzım MİRŞAN çalışmaları sonucunda tarihte yazının Tamga’dan harfe sonra da alfabeye geçildiği toprakların Türkistan’ın merkezinde olduğunu ortaya koymaktadır. Dünyada ilk defa yazıya geçen insanların o tarihten öncesine göre medeniyet açısından çok büyük ilerleme gösterdiklerinin ilk bulguları Kâzım MİRŞAN’ın araştırmalarında belgelenmektedir. Yazıya ilk geçen toplumun kültür seviyesini yükseltmesi sonucunda en büyük değişiklik düşünce yapısında olmuş ve yaratan, Tanrı, Allah, ölüm, dünya, ölümden sonrası, ruhun bedenden ayrılması gibi konularda insanlar düşünmüşler, yazmışlar, sonuçta bu konularda ortak kanaatler geliştirmişler. Aynı dili konuşup ortak kanaatlara sahip olma milletleşmenin çekirdek dönemidir. Asya’nın ortasında binlerce sene önce toprağa düşen çekirdek her zorluğu göğüsleyerek tarihin içinden gelip bugün milletler ailesinin ulu bir çınarı olarak yaşamaktadır. Bu düşünce yapılarının ortak kanaati olarak “ÖK”ü yani yaratanını, Rabbini, Tanrısını tanır temel fikrini kabul etmiş insanlar karşılığında erken Türk yazıtlarında gördüğümüz “ÖKÜK TÜRÜK” ve bugünkü karşılığı olan “TÜRKLER” kavramı ortaya çıkmıştır.

Erken Türk Tarihi araştırmacısı Kâzım MİRŞAN geçen ay 1 Temmuz 2004’te 86. yaşına girdi. Çalışmalarını azimle ve şevkle hâlâ sürdürüyor. Türkistan’a yaptığımız 4-13 Haziran 2004 tarihindeki Kazakistan ve Kırgızistan tarih gezisinde 18 kişilik gurubun o hep önünde oldu, arazide yağmurdan ıslandı, tepelere tırmandı, anlattı, sordu, bizlere azmiyle örnek oldu. Orkun dergimizde bunları yazmanın asıl sebebi şu; başta üniversitelerimizdeki Türkiyat (Türkoloji), Türk Tarihi ve Türk Dili dallarındaki kıymetli hocalarımız olmak üzere Türk milliyetçilerinin Erken Türk Tarihi alanındaki yeni gündeme gelen konularla ilgilenmelerini sağlamak içindir. Yeni gelişmelere bir örnek verelim;
  • Türk dünyası ve bilim çevreleri için Kırgızistan’da bulunan dünyanın en zengin kaya resimlerinin olduğu“Saymalı taş” vadisini ilk defa dünya bilim çevrelerine 1902’de Ruslar duyurmuştur. 
  • Fergana sıradağlarında KÖKART geçidi çıvarında 3.500 m yükseklikteki “Saymalı taş” Narın’dan-Andican’a posta yolu inşası sırasında Kırgız köylülerinin haber vermesi üzerine askerî topograf ve ressam N.G.HLUDOV tarafından resimleri çizilip bilim dünyası haberdar edilmiştir.
  • 3.500 m yükseklikte en eski çağlardan yakın çağlara kadar birkaç çağın resimlerini içeren petrogriflerin ana unsurları dağ keçileri, öküzler, geyikler, eşekler, atlar, yırtıcı hayvanlar, öküz arabaları, insan resimleri, semboller ve tamgalardır. 
  • 90.000 resim ile “Saymalı Taş” başta Türk dünyasına ve bütün insanlığa yepyeni bilimsel zenginlikler ve yeni açılımlar sunuyor. 
  • Türk dünyasının kendi tarihine ve tarihî eserlerine olan ilgisizliği hâlen sürdüğü için Türk eserlerine dün olduğu gibi bugün de başkaları sahip çıkmakta. Ama Prof. Raphael PUMPELLY ve Sir Aurel STEİN gibi gerçek bilim adamlarının TÜRKİSTAN’daki çalışmalarını saygıyla anmak gerekir.

Amerikalı Jeolog ve Arkeolog Prof. Raphael PUMPELLY (1837-1923). Türkistan’da ilki (1864- 1865) yıllarında olmak üzere uzun yıllar çalışmış ve 1904 yılında Türkistan’daki Aşkabat şehrine 5 km uzaklıktaki tarihî ANO şehrindeki iki kurganı kazmış. Kazı sonuçlarını “Explorations in Turkestan” kitabında yayınlamıştır. 

Araştırmaları sonunda ANO’daki kurganda İsa’dan önce 6.000 yılına kadar inilmiştir. Kitapta Türkistan’daki buğday ziraatının İ.Ö 8.000, hayvanların ehlileştirilmesinin İ.Ö. 6.800-8.000 tarihlerinde olduğunu belirtmektedir. Kitapta ANO’nun insanlık için önemi belirtilirken aynen söylenen
“Başlangıcı yer kürenin derinliklerine gömülü olan ve tepesinde iskeletler bulunan Türkistan’ın ANO medeniyetine bu uzun geçmiş kültürüne baktığımız zaman Mezopotamya ve Mısır’ın kültürlerinden daha eski bir çağda 2.000 yıl devam etmiş olan bir medeniyet ile karşılaşmış oluruz. Daha başlangıçta evli barklı bir köy hayatı görünüyor, kadınlar iplik büküyor, dokuma yapıyor, ekip biçiyor, zahireyi değirmen taşında öğütmeyi, fırınlarda ekmek pişirmeyi biliyorlardı. Çömlekçilik sanatkârları kaplara şekiller veriyor, ıslak killerden kapların etrafına yer yer halkalar yapıyor, uzak zamanlardan miras kalan boyalarla üzerlerine şekiller çiziyorlardı… atın insan kontrolü altına alınmasının başlangıcını burada görüyorum.”
(R.Pumpelly, Explorations in Turkestan, t-1, p-49)

Ord. Prof. Şemsettin GÜNALTAY 1937 yılında yayınladığı “YAKIN ŞARK" kitabında bu gerçekleri yayınlamıştır. Ama ne yazık ki Atatürk’ün 1938 deki ölümü ile Türk Tarih Kurumunun Türkistan çalışmalarında duraksama olduğu görülüyor.

Ama 18. yüzyıldan beri Türkistan’a olan ilgisini ara vermeden sürdüren ABD ve İngiltere gibi ülkelerin ise çalışmaları sürüyor. 2004 yılında ABD’nin Pensylvania Üniversitesi Prof. Frederik HİEBERT başkanlığında ANO kazılarını sürdürüyor. ABD 100 yıldır ANO’da. Kazılardan şimdiye kadar ortaya çıkan insanlığın ilk yerleşim yerlerinden olan Türkistan’daki ANO şehrinin geniş muntazam sokakları, top sahası büyüklüğünde binaları ile muhteşem ANO şehri. Bizler ise ata topraklarındaki ata eserlerimize top ve popa gösterdiğimiz ilgiyi göstermiyoruz, bizim olan tarihî değerlerimizle önce biz ilgilenmeliyiz, bizim olana önce biz sahip çıkalım, bizim ilim adamlarımız gerekli bilimsel çalışmaları yapıp dünyaya gerçekleri duyursunlar. Meselâ “Saymalı taş” yani Türkiye Türkçesi ile “nakışlı taş”binlerce yıldır olduğu gibi Türkistan topraklarının ortasında duruyor ve bugün Türk bilim adamlarının ilgisini bekliyor. Senenin on ayı karlar altında olan belki de bu sayede el değmeden bu günlere kadar gelebilen bu resimler bir an önce Türk bilim çevrelerince incelenmelidir. Eğer bizlerin bu alâkasızlığı böyle sürerse “Saymalı Taşa” bile birileri sahip çıkıp “bizim atalarımız bu resimleri yapmıştı, Türkistan’ın geçmişteki asıl sahipleri biziz, sizler sonradan geldiniz” derse hiç şaşmayalım.

21. yüzyıl insanlığın hizmetine yeni teknolojiler getiriyor; karbon testi ile yaş tayini, uzaydan çekilen fotoğraflarla toprağı kazmadan yeraltı hakkında bilgi sahibi olmak, kızıl ötesi ışınları kullanmak, bilgisayar kullanımı… vb. gibi teknikler Erken Türk Tarihi araştırmalarına yardım açısından da yeni kolaylıklar ve ufuklar açıyor. 86 yaşında Erken Türk Tarihi araştırmacısı Kâzım MİRŞAN bu konularda yalnız bırakılmamalı, onun tek istediği ortaya koyduğu eski Türk yazıtlarını okumaya dayalı çalışmalarının bilimsel tenkit edilmesi. Onun çalışmalarını onun sağlığında tenkit etmeyenler ilerde vebal altında kalacaklardır. Kâzım MİRŞAN bir ömür süren çalışmaları sonunda yayınladığı 40’ın üzerindeki bazıları İngilizce ve Almanca olan kitaplarında okuduğu Erken Türk Yazıtlarındaki bilgilere bağlı kalarak özetle diyor ki;
– “Alfabetik yazıyı Türkler buldu. 
– 12 hayvanlı Türk takvimi dünyadaki ilk takvimdir. 
– İlk Ödüsleri (Devletleri) Türkler kurmuştur (ON UYUL (On Federasyonu), AT İL ). 
– Pusulayı, anahtarı, saati, kâğıdı ve matbaayı Türkler buldu. 
– Ulu-Kem, Baykal-Lena, Altay, Talas, Moğolistan, Başkurdistan, İskiteli, Van Camonica, Anadolu, İsviçre, Etrüsk, Yunanistan, Makedonya, Fransa, Portekiz, Ön-Mısır, İskandinavya yazılarını okudum. 
– “Türük Bilin" tarihi ilgili bütün bilgileri veren tarihçiler; 
(1) Yoluğ TİGİN (İ.Ö. 879- İ.S. 580) Saray tarihçileri.
(2) Bilge Atun UQUQ (İ.Ö. 565-538).
(3) Qagan İnisi Oyı Çur TİGİN, Ulayu Tört TİGİN.
(4) Önre Bına BAŞI (İ.Ö. 530-493).
(5) Alp-Erin (İ.Ö. 322 ).

Bu tarihçilerin yazdığı ve bugün elimizde bulunan eski Türk yazıtlarına göre, “İÇÜÜM APAM BUUMIN QAGAN İSTEMİ”

Adının anlamı “Tabi olduğum Allah’ın arzusu olan Milletimin Kaanı”dır.“Türük Bilin” kurucusudur. Yaklaşık olarak d.ö.889’da doğmuş, d.ö. 879 Seleneyi alarak UÇUŞ BAŞI başkent olmak üzere “Türük Bili” kurmuş, yüz yaşının üzerinde ölmüştür”. Bunları Kâzım MİRŞAN yazıyor, söylüyor, aslında bunlar onun söylediklerinin tamamının yanında çok kısa bir özeti.

Kitaplarında bu bilgilerin tamamını bulmak mümkün Türk tarihinin bu gibi çok önemli konularının tartışılması onun sağlığında olsa daha iyi ve faydalı olmaz mı? Bu, bilim adamlarımızın tabiî görevi değil mi?

Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı olarak Sayın Prof. Dr. Turan YAZGAN hocamız bu ay Kâzım MİRŞAN’IN yeni kitabını yayınlıyor. İSKANDİNAVYA’DAKİ TÜRK YAZITLARI adlı kitap iki yıl önce Kâzım MİRŞAN Hocamla İsveç ve Norveç’e beraber yaptığımız inceleme gezisi sonunda “FUTHARK” yazısı olarak bilinen İskandinav yazılarının Kâzım MİRŞAN hocamız tarafından ERKEN TÜRK YAZITLARI olarak okunmasını kapsıyor. Bu kitabın Türk bilim hayatına yapacağı katkının büyük olacağına inanıyorum.

11 Haziran 2004 Cuma günü Kırgızistan’da Bişkek’te Manas Üniversitesi’ndeki “Türk Yazıtları” konferansına gitmek için otelde hazırlanırken, sayın Kâzım MİRŞAN bana “Bu benim Bişkek’e ikinci gelişim” dedi ve devam etti,“1923 yılında bir kış günü babam Mir ABBAS MİRŞAN, annem Mahi SERVER MİRŞAN ve araba sürücüsü ile birlikte Bişkek’e gelirken yolda at arabasının tekerinin kırılması ile Bişkek’e bir günlük uzaklıkta kar fırtınasında yolda kaldık. Babam ve arabacı atları arabadan çözdüler, babam annemle beni kar fırtınasında soğuktan donmayalım diye kara gömdü. Babam ve sürücü arabanın kırılan parçasını alıp atlara binip yaptırmaya gittiler, 7-8 saat sonra dönüp gelip bizi kara gömdükleri yerden çıkardılar, araba onarıldı ama ancak gece yarısı aç, üşümüş ve yorgun olarak Bişkek’e vardık. Bişkek’te babamın tanıdığı Kırgız bir aileye misafir olduk, annemle ben kar altında ıslanmıştık elbiselerimiz sırılsıklamdı. Evlerine misafir olduğumuz Kırgız aile ateş yaktı, elbiselerimiz kurutuldu, bize yemek verdiler. O Kırgız aileyi o zamanlar 4 yaşımda olduğumdan kimlerdi şimdi hatırlamıyorum ama onlara teşekkür borçluyum. 1923’ten bugüne aradan 81 yıl geçti, bugün yine Bişkek’teyim hadi şimdi gidelim o teşekkür borcumuzu Kırgız kardeşlerimize ödeyelim” dedi.

Kâzım MİRŞAN Türk olmasının ona yüklediği mânevî görevlerini bilen, bu yaşına kadar yaptığı Erken Türk Tarihi çalışmalarıyla da görevini yerine getirmiş bir büyüğümüz. Erken Türk Tarihi araştırmalarında onun yanındayız. Çünkü Mustafa Kemal ATATÜRK genç bir askerî talebeyken yazdığı şiirinde de diyor ki:
Atam; Artık hakikatler Türk bilim adamlarının araştırmalarından, alın terlerinden ve göz nurlarından, bir biri ardına ortaya çıkmakta. Bu çalışmaların sonucunda da aynı senin söylediğin gibi Anadolu’nun 7 bin yıllık Türk beşiği olduğu belgelenmektedir.

Gafil, hangi üç asır, hangi on asır,
Tuna ezelden Türk diyarıdır.
Bilinen tarihler söylememiş bunu,
Kalkıyor örtüler; örtülen doğacak.
Dinleyin sesini, doğan tarihin,
Aydınlıkta karaltı, karaltıda şafak,
Yalan tarihi görüp, doğru tarihe giden.
Asya’nın ortasında Oğuz Oğulları,
Avrupa’nın Alplerinde Oğuz Oğulları,
Doğudan çıkan biz, Batı’da yine biz,
Nerede olsa, ne de olsa kendimizi biliriz.
Hep insanlar kendilerini bilseler,
Bilinir o zaman ki hep biriz.
Türk sadece bir milletin adı değil,
Türk bütün adamların birliğidir.
Ey birbirine diş bileyen yığınlar,
Ey yığın yığın insan gafletleri,
Yırtılsın gözlerdeki gafletten perde,
Dünya o zaman görecek,
Hakikat nerede, hakikat nerede?
Sn. Turgay TÜFEKÇİOĞLU