1931 yılının ilkbaharında, Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün özlemlerinden biri olan, Türk tarihini inceleyecek bir kurum gerçekleştirilmiş, Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti kurulmuş (15 Nisan 1931) ve ertesi yıl da ilk bilimsel toplantısını düzenleyerek bilim dünyasına ayak basmıştır (2-11 Temmuz 1932). Toplantının son gecesinde, tarihimizle olduğu kadar dilimizle de ilgilenen bu cemiyetin bazı üyeleri Gazinin koruyucu başkanlığı altında toplanacak ve su kutsal buyruğun doğrultusunda ikinci bir “Cemiyet”in kuruculuğuna öncülük edecektir:
“Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti gibi bir de ona kardeş bir dil cemiyeti kuralım. Adi Türk Dili Tetkik Cemiyeti olsun.”
O günkü adıyla “nizamname” olan tüzükte Kurumun amacı ortaya konulurken bu amaca ulaşmak için tutulacak yol da belirtiliyordu. Bu yollardan dördüncüsünde söyle deniliyordu: “Cemiyet mesaisinin semerelerini her türlü yollardan nesre çalışmak.”
Bu arada ilk Türk Dili Kurultayı’nın toplanması kararlaştırılmış ve bir tarih belirlenmiştir: 26 Eylül-5 Ekim 1932.
Bu ilk kurultayda kabul edilen yedi mad****k çalışma programının besinci maddesi de söyle idi; “Kurum organı olarak bir derginin yayımlanması.”
Üç ayrı dönemde yayımlanan Türk Dili adli derginin ilk sayısı Nisan 1933 tarihini taşımaktadır. Ocak 1938’e kadar 33 sayısı çıkacak olan derginin tam adi Türk Dili / Türk Dili Tetkik Cemiyeti Bülteni (sonradan Türk Dil Kurumu Bülteni adıyla)’dır. Bu sayılar, daha sonra Seri I olarak anılacaktır.
Bazen iki, bazen üç aylık olarak yayımlanan bu dönem dergilerinin ilk sayısında yer alan “Baslarken” başlıklı yazıda söyle denilmektedir.
“Türk Dili adındaki bu bültenimiz, ilk Dil Kurultayı’nın yüksek bir kararından doğdu. Bu karar Kurultayı Umumî Merkez Heyetine direktif olmak üzere verilmiş çalışma programının altıncı maddesinde söyle yazılıdır: Cemiyet gerek kendisinin, gerek dışarıda Türk dili isleriyle uğraşanların tetkiklerini bir mecmua ile neşretmelidir. Türk Dili’nde su bahisler bulunacaktır.”
Burada dergide yer alacak konular 15 başlık altında sıralanıyordu.
Derginin yayınına iki yıl ara verildikten sonra Ocak 1940’ta yeniden başlanılır; yeni ad ise Türk Dili / Türkçe-Fransızca Belleten’dir. Aralık 1943’e kadar yayımlanan ve Seri II olarak belirlenen bu dönemde 20 sayı (1-20) çıkartılmıştır.
Bir buçuk yıl ara verildikten sonra dergi, Haziran 1945’te Seri III olarak yayınına devam eder. Ocak 1950’de sona erecek olan bu dönemde, Türk Dili Belleten adıyla 15 sayı (1-15) yayımlanır.
Böylece Türk Dili dergisi, üç kısa dönemde (Nisan 1933-Ocak 1950) 68 sayılık bir toplama ulaşır.
20 aylık bir aradan sonra dergi yeniden yayın hayatına geçirilir. Adi, Türk Dili / Aylık Dil ve Edebiyat Dergisi’dir. Bu dergi günümüzde de büyük bir basari ile yayın hayatini sürdürmektedir ve Eylül 2001’de 597. sayıya ulaşmıştır.
ATATÜRK' ÜN TÜRK DİLİ İLE İLGİLİ SÖYLEDİKLERİ
Türk milletinin dili Türkçe'dir. Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir.Onun için her Türk, dilini çok sever ve onu yüceltmek için çalışır... Türk dili Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği sayısız felaketler içinde ahlakının, geleneklerinin, hatıralarının, çıkarlarının, kısaca bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde korunduğunu görüyor. Türk dili Türk milletinin, kalbidir, zihnidir. 1929
Türk dili zengin, geniş bir dildir. Her kavramı ifade kabiliyeti vardır. Yalnız onun bütün varlıklarını aramak, bulmak, toplamak, onlar üzerinde çalışmak lazımdır. 1930
Milli duygu ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması, milli duygusunun gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir, yeter ki bu dil bilinçle işlensin. Ülkesini yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır. 1930
Türk dilinin kendi benliğine, aslında güzellik ve zenginliğe kavuşması için, bütün devlet teşkilatımızın dikkatli, ilgili olmasını isteriz. 1932
Türk dilinin sadeleştirilmesi, zenginleştirilmesi ve kamuoyuna bunların benimsetilmesi içn her yayın vasıtasından faydalanmalıyız. Her aydın hangi konuda olursa olsun yazarken buna dikkat edebilmeli, konuşma dilimizi ise ahenkli, güzel bir hale getirmeliyiz. 1938
Milliyetin çok belirgin niteliklerinden biri de dildir. Türk milletindenim diyen insan, her şeyden evvel mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüne, topluluğuna bağlılığını iddia ederse buna inanmak doğru olmaz. 1931
Milli bilincin ayakta kalabilmesi ve uyanık bulunması için dil ve tarih uğrunda çalışmaya mecburuz.
Türk milletinin milli dili ve milli benliği bütün hayatında egemen ve esas kalacaktır. 1933
******
* Türk demek, dil demektir. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.
* Kesin olarak bilinmelidir ki, Türk ulusunun ulusal dili ve bengi, bütün yaşamında egemen ve temel olacaktır.
* Türk dilinin, kendi benliğine, aslındaki güzellik ve zenginliğine kavuşması için, bütün devlet örgütümüzün dikkatli, ilgili olmasını isteriz.
* Dilin zengin ve ulusal almaşı, ulusal duyguların gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki, bu dil bilinçli olarak işlensin.
* Ulusal duygu ile dil arasındaki bağ çok güçlüdür. Dilin ulusal ve zengin olması, ulusal duygunun gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil, bilinçle işlensin. — 2 Eylül 1932
* Türk demek, dil demektir. Ulusun çok açık niteliklerinden birisi de dildir. Her şeyden Önce ve kesinlikle Türkçe konuşulmalıdır. — 1932
2.KAYNAK
Yabancı dil gerekli midir? Evet. Peki, yabancı dil öğretiminde başarılı mıyız? Hayır. Atalar ne diyor? “Bir dil bir insan, iki dil iki insan”. Biz buna inanıyor muyuz? Hayır. Nerden belli? Halimizden. İnansak böyle olur muydu? Hayır.
Yabancı dilde başarısızlık herkesçe bilinen bir şey ve bundan yakınmanın sorunu çözdüğü söylenemez. ‘Dert ortaklığı değil, çözüm ortaklığı yapalım’ diyordu bir arkadaşımız(1). Çok güzel ifade edilmiş ve hepimize rehberlik etmesi gereken özlü bir söz.
Peki, neden başarısızız? Nedeni bilirsek, çözümü de buluruz. Bilimsel düşünce bunu diyor. Ders mi az, öğretmen mi yetersiz, öğrenciler mi tembel, istek mi yok yoksa öğrendiklerimizi mi kullanmıyoruz?
Kanımca bu sayılanların hepsi yanlış, en sondaki doğrudur. Bizde az ya da çok hepsi var, yalnızca “öğrenileni kullanma becerisi” eksik. Tıpkı aldığınız sürücü belgesinin kullanılmadıkça Size bir yararı olmaması, bildiklerinizi gittikçe unutmanız gibi.
Biz edindiğimiz bilgileri kullanmıyoruz. Nasıl Türkçe bilgimiz kitap, gazete okumadığımız için yetersiz ise, öğrendiğimiz dili de yazıldığı kitap, dergi ve gazetelerden okuyarak geliştirmiyoruz. Gelişmeyen dil ne yazık ki geriliyor, unutuluyor.
Mustafa Kemal Atatürk’ün yabancı dile bakışı hakkında daha önceden muhakkak bir şeyler duymuş ya da okumuşsunuzdur (2). Ben burada okuduğum ve benimsediğim bazı görüşlerden hareketle çıkarımlarda bulunacağım.
Atatürk yabancı dil bilirdi: Bildiği diller Fransızca ve Almanca idi. 1910 yılında Fransa’ya gitmiş, manevralara katılmış; 1917 yılında da Almanya’ya gidip, cephede incelemelerde bulunmuştur. Anıt Kabir müzesinde onun okuduğu yabancı kitapları ve önemli bulduğu için altını çizdiği yerleri görebilirsiniz (3).
Atatürk’ün eğitim üzerine onca özlü sözünün varlığını hepimiz biliyoruz. Acaba yabancı dil eğitimi konusunda Atatürk ne düşünmektedir? Bunun için fazla uzun araştırmaya gerek yoktur. Yaptıklarına bakmak yeterli olacaktır.
Örn. “Ankara Üniversitesi’nin fakülte olarak kurulan (1935) ilk yükseköğretim kurumu olan Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Büyük Önderimiz’in adını koyduğu ve özel bir misyon yüklediği bir bilim merkezidir. Mustafa Kemal Atatürk Fakültemizin kurulmasını önerirken, çağdaş Türkiye’nin yapacağı atılımda hem ulusal bilincin gelişmesi, hem de özgür düşünceli bireylerin yetişebilmesi için, Türk dilinin, Türk tarihinin ve Türk kültürünün derinliğine araştırılmasının en başta gelen koşul olduğuna inanıyordu.” (4)
“Yabancı dillerin öğretimi” amacıyla Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin “Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümleri” kurulurken; “Tarih ve Türkoloji” bilimlerine yardımcı olmak amaçlanmıştır; “Yabancı Dil ve edebiyat bilimleri, temelde kültürler arası iletişimi sağlamakla yükümlüdür. Bir yabancı dile ve onun edebiyatına bilimsel yaklaşım, kazanılan metod bilgisi ve bilim kavramlarıyla ana dile yönelmeyi sağlıyorsa, asıl işlevini gerçekleştirmiş demektir.” (5)
Atatürk’ün o halde yabancı dil öğrenimini önemsediği, ancak bunu kendi ulusal yararlarımız doğrultusunda kullanılmasını gerekli gördüğü ortadadır. Nitekim“kendi yaşamının son yıllarında, Alman baskısından kaçan Yahudi kökenli bilim-insanlarını Türkiye’ye kabul etmemekle kalmamış, onların bu ülkede görevli oldukları üçüncü yıldan itibaren derslerini Türkçe olarak vermelerini zorunlu kılmıştır.” (6)
Buradan anlaşılan ikinci bir gerçek ise, Atatürk’ün hazır yabancı bilim insanları gelmişken, hazırlık derslerinden sonra yabancı dilde eğitim yapılması gibi bir düşünce taşımıyor olmasıdır. Derslerin Türkçe yapılmasını öncelikli gördüğü anlaşılıyor. Ama biz ne yapmışız? Atatürk’ün de adını taşıyan liselerde yabancı dilde dersler yapmayı özendirmişiz (7) ve böylece yabancı dilde eğitim yapan kurumlar çoğalmış. Sanki yabancı dil anadilden çok daha önemli imiş gibi bir durum yaratmışız. Bu ise Atatürk’ün hiç de amaçlamadığı bir noktaya getirmiş bizi. Şimdi bunu tartışıyor, yapılan yanlışı düzeltmek istiyoruz (8).
Oysa derslerin yabancı dilde yapılması yerine, yabancı kaynakları da kullanmayı/ kullanabilmeyi özendiren, zorunlu kılan bir eğitim mo**** geliştirmeliyiz. Bu model yalnızca öğrenciyi değil aynı zamanda eğitim yöneticilerini, öğretmenleri ve aileyi de içine alacak denli kapsamlı olmalıdır.
Bunu yapmazsak zaman içinde hiç geri dönülemez bir noktaya varmamız işten bile olmayacaktır. Bir kültür ulusu olarak bağımsızlığımızın ve onurumuzun bir göstergesi olan dilimize hak ettiği saygıyı ve özeni göstermemiz gereklidir.
“Bir ülkeyi bağımlı kılmanın ilk şartı o ülkenin dilini kullanılmaz hale getirmektir. Onun için eğitim dilini bağımlı olacağı ülkenin diliyle yani İngilizce ile yapmalıdır. Eğitim kurumlarının dilinin İngilizceleştirilmesi bu amaca hizmet etmektedir. Dil gidince kültür onu takip eder. (Buna kültür emperyalizmi diyoruz) Peşinden yurtseverlik duyguları yok olur. Sonuçta ülkemiz kendisini savunamaz duruma gelir ve önce esir olur, sonra yok olur.” (9)
Üzerinde durmamız gereken bir başka husus da Türk akademisyenlerin yabancı dilde yayın yapma zorunluluğu. Burada da kanımca gerekli düzenleme/ düzeltmeler yapılmalı. Her konu ve alanda illaki yurtdışı yayın aranmamalı. Ancak uluslar arası düzey için başka ölçütler bulunmalıdır. Maalesef “Akademik yükseltmelerde öne alınan; “Science Citation Index (SCI)” ve “Social Science Citation Index (SSCI)”de adı geçen dergilerde yayın yapmayı öngörenlerin, “bilim evrenseldir” diyerek, aslında ülkemizin stratejik bilgilerinin yurtdışına hem de bedavaya kaçırılmasına hizmet ettiklerini fark etmiyoruz ?” (10)
İşin bir de bilimsellik boyutu var: Size şu an Eğitim Fakültesinde derslere giren Alman Öğretim üyesi Prof. Dr. Otto Holzapfel’le yaşadığımız bir olayı aktarayım. Birlikte bir makale yazdık ve yukarıda endeks (AHCI) dergilerinden birine gönderdik: Aldığımız yanıt şu oldu. “Sizin yazınız bilimsel bir dergide yayınlanmalıdır.” (11)
O halde listede yer alması, bu dergiyi yeterince bilimsel yapmaya yetmiyor anlaşılan. Nitekim arkeologlar da bol bol reklâm metni bulunan bazı popüler dergilerin bu listede yer aldığını belirtmektedirler.
Bir bilim insanımız şu kaygılarını dile getirir (12):
• Dilini kaybeden ülke kimliğini ve geleceğini de kaybedecektir!
• Dilde özensizlik, dilde yozlaşma anadiline sahip çıkmamakla gerçekleşmektedir. Türkçenin bilim dili olmadığını öne sürmek kendi dilini inkâr ve açıkça tembelliktir!
• YÖK yanlış hedef seçmiştir. Akademik yükseltmelerde SCI (Science Citation Index) ya da SCCI (Social Science Citation Index) neden seçilmiştir? Neden Türkçe yayınlanan bilimsel eserlere gereken önem verilmemekte ve üstelik küçümsenmektedir?
• Bilimsel eserde gereken nitelik ve içerik midir? Yoksa çok ve anlamsız, yararsız ürünler mi? Bunca palavra ve dünyada insanları hiçbir şekilde etkilemeyecek üretim yerine keşke sağlam birkaç yeniliğe, devrime, icat ve keşife ulaşabilsek!
• Başkasının diliyle düşünmeye çalışmak, doğrudan o başkasının düşünce çerçevesini ve altyapısını benimsemek anlamına gelir!
• Bağımsız düşünce, bağımsız dil olmadan olmaz!
• Binlerce yıllık kültür ve özelliklerinden vazgeçme yoluna girmiş bulunan Türk bilim-insanı, bunu çağdaşlaşmak ve çağdaş uygarlıkların üstüne çıkabilmek için mi yapmaktadır?
Özetle;
Türkçeyi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak, layık olduğu biçimde araştırılıp geliştirilmesi için onca çabayı göze alan ve hatta hasta yatağında bile “arkadaşlara selam, dil çalışmalarını sakın aksatmayın” diyen Atatürk, acaba “yabancı dil eğitimi” ve “yabancı dilde eğitim” hakkında ne düşünürdü dersiniz? Türk Ulusu! Çocuklarınıza yabancı dil öğretmeyin, öğretir gibi yapın, ama sakın öğrettiğinizi kullandırmayın. Kitap okutmayın. Böylece yabancı dil öğrenemez, kendilerine olan güveni yitirirler! O zaman muhtaç oldukları kudretin yabancıların damarında akan kanda olduğunu, yabancı dil öğrenemeyeceklerine göre doğrudan yabancının dilini benimsemeleri gerektiğini anlarlar! Ne mutlu Türküm deyip, dilini küçümseyene! Ne mutlu yabancı dilde eğitim alana!
Böyle mi derdi? Yoksa biz mi onu yanlış anlıyoruz?
Kaynak: http://www.okulsoru.com/2013/12/ataturkun-dil-hakkndaki-gorusleri-dil.html