20200517

✍️ İşgal Döneminde Aydın Travması

1918 yılı toplumumuzun en büyük şoku yaşadığı ve aydınlarımızın en büyük bunosmanlı türkalım içine düştüğü yıl olarak tarihimize geçmiştir dersek yeridir.



Tarihler 13 Kasım 1918 gösteriyor…
İstanbul Boğazı kapatılmış. Mustafa Kemal, Haydarpaşa’dan İstanbul’a geçmek için saatlerce bekliyor, İstanbul işgaline acı acı tanık oluyordu.
Kartal 2 isimli istimbotla işgal ordularının zırhlıları arasından karşıya geçerken ruhunun derinlerinde hissettiği isyanı yaveri Cevat Abbas’a söylediği şu cümleyle açığa vurmuştu: "Geldikleri gibi giderler"1
Ve tam 5 yıl sonra 6 Ekim 1923’te Mustafa Kemal’in dediği oldu.

BİR DÖNÜM NOKTASI 

Kurtuluş mücadelesi içinde çeşitli dönüm noktalarını barındırmıştır. Bunlardan biri Mondros Antlaşması’nın imzalanması ve İstanbul’un işgalidir. Bu durumun yarattığı iklimin etkisi büyük olmuş ve herkesin yeniden konumlanmasına sebep olmuştur. Böylelikle, I. Dünya Savaşı boyunca İttihat ve Terakki Cemiyetinin vatansever bağımsızlıkçı siyasetlerinin karşısında konumlanan kuvvetsiz, teslimiyetçi Hürriyet ve İtilaf Fırkası için gün doğmuştu.

Hürriyet ve İtilafın önde gelenleri ve daha birçok ismin teslimiyetçi siyasetleri bir zehir gibi yayılıyordu. Savaş bitmiş Osmanlı Devleti yenilmişti. Onlara göre İttihat ve Terakki ülkeyi uçuruma sürüklemişti. Artık galip devletlere karşı direnmek çılgınlıktan başka bir şey değildi. Yapılacak en iyi iş onların çıkarlarıyla Osmanlı Devleti’nin çıkarlarını ortaklaşmaktı. Denk olmayan iki kuvvetin ortaklığı güçsüzünün güçlüye boyun eğmesi demek olduğu gayet açıktı. Öyleyse Türk milleti işgallere sessiz kalacak, devlet ise tüm kurumlarıyla işgal kuvvetlerinin canını sıkmayacak, onları incitmeyecekti. Bu söylemler Mondros Mütarekesi sonrasında daha güçlü bir şekilde ortaya çıkmış giderek aydınlar arasında hakim görüş haline gelmişti.

Mustafa Kemal’in Milli Mücadele’nin strateji ve taktiklerini çıkardığı İstanbul günlerinde temas ettiği herkeste bu düşünceler kendisini belli ediyordu. İşte 19 Mayıs 1919’ı hazırlayan koşullarda Mustafa Kemal’in emperyalizme karşı aldığı tavır kadar iç cephedeki teslimiyetçiliğe karşı tutumları bu süreçte sistematik bir hal almıştır. Bir nevi 19 Mayıs’ı daha iyi anlamak için dönemin hakim havasına ve aydınlarına mercek uzatmak diyebiliriz.

İŞGAL ALTINDA BAŞLICA GÖRÜŞLER

Mütareke sonrasında çeşitli kurtuluş reçetelerinin konuşulduğunu söylemiştik. Bu kurtuluş çarelerini kısaca üç kategoride incelemek mümkündür. Bunlardan birincisi Amerikan Mandasını isteyenler, ikincisi İngiliz Himayesini isteyenler ve üçüncüsü ise bölgesel kurtuluş çarelerine başvuranlardır.
İlk iki fikri savunanlar, Osmanlı Devleti'nin bir bütün olarak kalmasını düşünenlerdir. Osmanlı ülkesinin çeşitli devletler arasında paylaşılmasındansa, bu ülkeyi bütün olarak bir devletin koruyuculuğu altında bulundurmayı yeğleyenlerdir.
Üçüncü çözüm yolunu öne sürenler ise kendilerinin Osmanlı Devleti'nden koparılması ihtimaline karşı ondan ayrılmamak yollarına başvuruyorlar, bazı bölgelerde, Osmanlı Devleti'nin ortadan kaldırılacağına inanıyor, Osmanlı ülkelerinin paylaşılacağına kesin gözüyle bakarak kendi başlarını kurtarmaya çalışıyorlardı.2

Bu üç akımın dışında, Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'ya geçmesiyle birlikte büyük bir hız kazanan ve özellikle İstanbul basınında gündeme gelen bir başka düşünce ise Tam Bağımsızlıktır. İstanbul basınında da gündeme getirilen bağımsızlık fikri, Osmanlı Devleti'nin hiçbir devlete bağlı olmaksızın yaşayabileceğine inanan, Milli mücadeleyi destekleyen aydınlar tarafından dile getirilmiştir. Bu görüşler Mustafa Kemal Paşa’nın çevresindekiler tarafından savunulmuştur. Mustafa Kemal Paşa Nutuk’ta görüşlerini şu şekilde ifade ediyor: ‘’Efendiler ben bu kararların hiçbirinde isabet görmedim. Çünkü bu kararların isabet ettiği bütün deliller ve mantıklar çürüktü, esassız idi… Efendiler bu vaziyet karşısında bir tek karar vardı. Oda hakimiyet-i milliye’ye müstenit, bilakaydüşart müstakil yeni bir Türk Devleti tesis etmek.’3

Tam bağımsızlık görüş ve düşüncesinin özellikle İzmir'in işgalinden sonra esaslı bir şekilde gündeme gelmesinin en önemli nedenleri hiç şüphesiz Amerikan Mandacılığı-İngiliz Himayeciliği gibi çözüm önerilerinin giderek yaygın bir hal alması ile son olarak İzmir'in müttefik görüntüsü altında Yunanlılarca işgal edilmesi olarak sıralayabiliriz.4

MONDROS’UN HEMEN ARDINDAN

Mondros’un imzalanmasından bir gün sonra Hadisat gazetesinde çıkan "Avrupalılara Karşı Vaziyetimiz" başlıklı makalede Avrupalılarca Türklerin sevilmediği, “Türkler sevilmeye layık değildir” ön yargısıyla yaklaşıldığı, bizim de barışa hazırlanırken bu noktayı göz önünde tutmamız gerektiği uyarısında bulunuluyor. Yaptığımız her türlü çalışmayı bu kanıyı yok etmek amacıyla yapmamız gerektiğini belirterek düşmanın şartlarının ancak bu şekilde hafifleteceğini umut etmemiz gerektiği yazılıyordu.

İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne yakınlığı bilinen gazeteler, mütareke şartlarının çok ağır olmadığı, olsa bile asıl önemlisinin barış anlaşması olduğunu ona hazırlanmak gerektiğini ön plana çıkarmıştır. Tanin Gazetesi, 1 Kasım 1918 günü şöyle diyordu: ‘’Dün akşamdan alınan haberler, mütarekenin dün gazetelerde neşr edilenlerden daha hafif şartlar ile imza edildiğini teyid ediyordu. / Yeni devir, yeni dünyada yeni Türkiye teşkilatına hazırlanmak devri demektir.’’5
İttihatçı taraftarlarının şartları ılımlı bulmasına kızarak çatanlar az değildi: Kim bilir vatanımızı nasıl hırpalanacak ve doğranacak? Bazı gazetelerin ve bilhassa Minber’in tebriklerle(!) neşr ve ilan eyledikleri mütarekename bu korkumuzu artırıyor ve takviye ediyordu.

Sabah gazetesinde aynı gün çıkan Ali Kemal’in "Türklerin Günahı Nedir?" başlıklı makalesinde ise Avrupa’nın bize yardım etmesi gerektiği çünkü Türk milletinin asırlardır baskı altında ezilmiş olmasından dolayı dünya milletlerinin en mağdurlarından biri olduğu vurgulanmıştır. Ayrıca birkaç kişinin (İttihat ve Terakki önderliğinden bahsediyor.) Almanya ile ilişkiye girerek “memleketi satmalarının’’ cezasını padişahından en küçük ferdine kadar çektiği belirtilmiş, bu duruma neden olan suçluların cezalandırılması ancak Türklere de insaf edilmesi İtilaf devletlerden istemiştir.

Tipik bir sömürge aydını olan Ali Kemal’in satılık kalemi şu üç esasa dayanıyordu:
1) İttihatçılar, özgürlükleri yok etmek, iç barışı bozmak ve dünya savaşına katılmakla ülkeye büyük kötülükler yapmışlardır. Bu partinin yöneticileri ve mensupları sayıları ne olursa olsun, en ağır şekilde cezalandırılmalıdır.
2) Ankara’da Kurtuluş Savaşı’nı başlatanlar, İttihatçıların ikinci takımı ve taraftarlarıdır. Onlar da aynı kafa ile son yurt parçasını elden çıkartacaklardır. Bu felaketi önlemek için Kuvayı Milliye her çareye başvurularak ezilmelidir.
3) Osmanlı Devleti için tek kurtuluş yolu, Sevr antlaşmasını uygulamak ve Batı devletlerinin yeniden güvenini kazanmaktır. Bu amaca ancak Hilâfet ve Saltanat Makamına bağlı ve güçlü bir Bâbıâli hükümetiyle ulaşılır.
Nazım Hikmet "Memleketimden İnsan Manzaraları" adlı şiirinde Ali Kemal’den şöyle söz etmiştir: "'-Kim bu Ali Kemal?' / '-Gazete muharriri, / İngiliz'den para alır. / Adamıydı Halifenin. / Gözlüklü / Şişman. / Kan damlardı kaleminden / fakat murdar / fakat pis bir kan. / Gün olur daha derin / Daha geniş yara açar / Kalemin düşmanlığı / Mavzerin düşmanlığından.’’6

Görüldüğü üzere İstanbul’un teslimiyetçi basını mütarekenin imzası sürecinde ortaya çıkan bütün olumsuzlukları İttihat ve Terakki Cemiyeti ve önderlerine  bağlamışlardır. İttihatçıların yargılanması savunarak böyle İtilaf devletlerinin güvenini kazanılacağı görüşü hakimdir. Ancak içlerinden birkaçı sonrasında İtilaf devletlerinin mütareke şartlarına uymadıklarını anlamışlar bu seferde Wilson İlkeleri’nin ülkemizde uygulanabileceğini şiddetle savunmuşlardır.

RAUF ORBAY’A GÖRE MONDROS…

Mondros’tan İstanbul’a gelen Rauf Bey basına verdiği demeçte imzalanan mütarekeyle devletin bağımsızlığının, saltanatın hukukunun korunduğu, mütarekenin galip ile mağlup arasında yapılmadığını, savaş haline son vermek isteyen iki denk kuvvet arasında savaş haline son verme niteliği taşıdığını anlatmıştır.
Ayrıca Rauf Orbay İngilizleri dost olarak görmüş şöyle demiştir: ‘’İngilizlerle dostluğumuz, Kırım Savaşlarındaki silah arkadaşlığımızla başlamıştı. Bu da Rus başarısının, Türk ve İngiliz çıkarına aynı ölçüde zararlı bulunacağı inancından ileri gelmişti ve bu inanç̧ o tarihten beri Türk milletinin kalbinde yer tutmuştu. Dünya Savaşı’nda, Alman tehlikesine karşı İngilizler, ezeli düşmanımız olan Rusların yanını tutmuşlarsa da, Türkler­ de İngiliz milletine karşı kin ve öfke duyguları doğmamıştı. Aşağı yukarı yüz yıldan beri Türkler aleyhinde çevrilmedik dolap bırakmayarak, 1 numaralı Türk düşmanı sayılmakta olan Yunanlılar araya girmemek koşuluyla, İngiliz ve Fransızlar ile Boğaz istihkamlarını işgal konusunda anlaşmamız mümkün olabilecektir.7
Rauf Orbay’ın zaman içerisinde hatasından dönmüş sonra Mustafa Kemal Paşa ile Anadolu’ya geçecek ve oradan mücadelenin merkez isimlerinden biri olacaktır. Mondros sonrasında ilk tepkilerin Yunanlıları ve Ermenilere karşı olduğu ve İngilizlerin doğrudan hedefte olmadığı düşünüldüğünde Rauf Orbay’ın böyle düşünmesi kendince çok müsaittir. Bu örnek Milli mücadelenin kahramanlarının bile İtilaf devletlerinden bu derece etkilendiğin gerçeğini gösteriyor. 

WİLSON PRENSİPLERİ GERÇEĞİ VE MANDACILIK

ABD Başkanı Thomas Woodrow Wilson’un 8 Ocak 1918’de Amerikan Kongresi’ne sunduğu 14 maddelik barış programı bazı Türk aydınları üzerinde Amerika’ya karşı büyük bir sevgi ve umudun doğmasını sağladı. Esas olarak Türk aydınlarının Amerikan mandasının tercih etmesinin temel sebepler Paris Barış Konferansı’nda İtilaf Devletleri’nin Osmanlı Devleti’ni yalnız bırakması ve Amerika’nın ‘’Türkiye’nin toprak bütünlüğünü’’ sağlayacağı yönündeki yaygın eğilimdir. Ayrıca yine aydınlar arasında Amerikan mandasının, Avrupa’nın azınlıklar lehine yaptığı müdahaleleri bitireceği yönünde mesnetsiz bir eğilim oluştuğunu da söyleyebiliriz. Amerikan mandasını savunucularının büyük bir kısmı İstanbul’da toplanmış küçük burjuva çevreleriydi. Dolayısıyla Wilson Prensipleri meselesi daha çok İstanbul basınında taraftar bulmuş ve tartışılmıştır.
Tanin Gazetesi 8 Ekim 1918 günü Wilson Prensipleriyle ilgili Osmanlı Devleti’nin ilerleyişine mani olan engellerin artık kalmadığını şöyle vurguluyordu: ‘’Türkiye kadar memnun olacak bir devlet ve Türkler kadar sevinecek bir millet güç bulunur.’’8

Yunus Nadi ise tıpkı Tanin Gazetesi gibi kayıplar olsa da Wilson Prensiplerini olumlu buluyor ve Başkan Wilson’un aracılığıyla kalıcı barışın gerçekleşeceğini yazılarından duramadan tekrarlıyordu.

Wilson Prensiplerinin sonsuz savunucularından Halide Edip ise "Vilson Prensiplerine Neden Taraftar Olduğu’’nu bu başlıklı makalesinde açıklama gereği duymuştur. Diğer milletlerinki gibi kendi kaderinin de nihayet altı hafta içinde (Şubat 1919 başı) saptanacağını ileri süren Halide Edip, o an gelmeden önce bir fikir çerçevesinde birleşmenin lüzumunu ileri sürmektedir. Ona göre Türkiye’nin:

1) Yeni ve insani bir yönetime
2) Bu yönetimin umumun hukukunu ve gelişmesini üstelenecek tarzda olmasına, ihtiyaç vardır. Bu milliyetçi oluşumu karşılayacak fikir temeli Wilson’un prensiplerinde bulunabilir.9

Wilson prensipleriyle ortaya çıkan barış şartları kısa vadede Türkiye için yarar ve uyum sağladığı halde, Wilson, Paris Barış Konferansı’nda müttefiklerinin etkisinde kalarak doğrudan Osmanlı Devleti’yle ilgili olan 12. Maddeden vazgeçmiştir. Bu madde şu şekildedir: ‘’Osmanlı İmparatorluğu’nda Türklere emin bir egemenlik hakkı tanımak gereklidir. Bununla beraber, Türklerin hakimiyeti altında bulunan diğer milliyetler mensuplarına da serbest bir gelişme imkanı verilmelidir. Çanakkale Boğazı uluslarasın güvence altında bütün milletlerinin gemilerine ve ticaret ulaşımına açık bulundurmalıdır.’’10

1919 yılı başlarında  ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Wilson’a sunduğu rapor şu şekildeydi: ‘’Trakya’da Midye-Enez çizgisinden Sakarya nehrine kadar olan ve Boğazları da içine alan bölgede uluslararası statüye bağlı bir İstanbul Devleti kurmak, bunun yanı sıra Orta Anadolu’da bağımsız bir Türkiye Devleti’nin yaşamasına imkan vermek.’’11

Abdullah Cevdet, Wilson Prensiplerine daha farklı bir bakış açısıyla yaklaşmaktadır. O bu ilkelerle bir Kürdistan kurulması gerektiğini savunmuştur.12

ABD’de çıkan ASIA Dergisi’nin yayın müdürü Louıs Froelick ise "İstanbul, muhtemelen uluslararası bir yönetime bırakılacaktır. Türk’ün bunca yıldan sonra Avrupa’dan çıkartılması kesinleşmiş gibidir. Türklerin ana yurtları olan Anadolu’ya yerleşecekleri ve Bursa ya da Konya’yı başkent yapacakları sanılmaktadır."13
Wilson Prensiplerinin. Maddesini ilk defa değerlendiren arkadaşlarıyla Cenevre’de bir araya gelerek beyanname hazırlayan Prens Sabahattin ve arkadaşlarıdır. Özetle şu yorumu yapmışlardır: "Bu prensip, İngiliz kıtalarının işgal ettikleri Türk topraklarını terk etmeleri ve burada oturan insanların kendi mukadderatlarını kendilerinin tayin etmeleri şartı ile devamlı bir anlaşmanın temelini teşkil etmektedir. Osmanlı, siyasi birliğini muhafaza etmeleri şartı ile azınlıklar ileride kuracakları muhtariyet şeklinde seçebilirler."14 Beyannamenin tamamı incelendiğinde Osmanlı Federalizmi şeklinde bir yapı istedikleri ortaya çıkıyor.
İstanbul basınında Wilson’un ilkelerinin etkili olduğunu hatta örgütlenme faaliyeti yürüttüklerini söylemiştik. Ancak bu prensiplere en başından beri ciddiyetle karşı çıkan gazetelerde vardı. Bunlar Söz, Minber (Atatürk’ün İstanbul’dayken çıkardığı gazete), Yeni İstanbul ve İslami eğilimleri olan Sebilürreşad gazeteleri diye sırayabiliriz.15

WİLSON PRENSİPLERİ CEMİYETİ

Mondros Antlaşması sonrasında kurulan cemiyetlerden biri de "Wilson Prensipleri Cemiyeti"dir. Kurucuları arasında, Halide Edip, Celalettin Muhtar, Ali Kemal, Hüseyin Avni Bey, Refik Halit gibi isimler bulunmuştur. Dönemin önemli gazetelerinin başyazarları, sahipleri de Cemiyet’in ileri gelenleri arasındadır.

Cemiyet amacını iki başlıkta açıklıyordu:
1) Türkiye’nin ortak dayanan bir hükümet sistemine kavuşması, Dünya’da itibarlı bir mevki edebilmesi buna bağlıdır.
2) Türkiye’nin devlet hayatında millet ve din ayrımı ortadan kaldırılması bütün vatandaşlarının güven ve sağlanacağı bir ortam yaratılması.
Bu hususta cemiyet mensuplarının ilk icraatlarından biri de 5 Aralık 1918’de Wilson’a gönderdikleri muhtıra olmuştur. Muhtırada, Amerika’nın müttefikleri ile Türkiye arasında arabuluculuk yapması isteniyordu. Amerika’nın rehberliği ile ordusuz bir Türkiye’nin varlığı kabul ediliyor ve Türk devletinin şeklen mevcudiyetine rıza gösteriliyordu. WPC mensupları böylesine temelsiz bir düşüncede olmalarının sebebi; Türk milletinin kendisinin istikrarlı ve uygar bir devlet kuramayacağını içeren aşağılık kompleksidir. Onlara göre Amerikan mandası geçici olacak ve sonunda bağımsız ve uygar bir Türkiye ortaya çıkacaktır.

Halide Edip, Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği mektupta da aynı görüş ve ideallere yer vermiştir. Özellikle Amerikan mandasının gerçekleşmesi ile azınlıkların Avrupa destekli ayaklanmalarına son verebileceği savunmuştur. Halide Edip’in 1919 yılı ortalarına ait olan bu mektubu sonrasında fikirleri büyük oranda değişmeye başlayacak o da Milli Mücadele’de emperyalizme karşı önemli görevlerde bulunacaktır.

İNGİLİZ MUHİPLERİ CEMİYETİ

Kısa bir süre önce TRT yayınlanan "Ya İstiklal Ya Ölüm" dizisinde İngiliz Muhipleri Cemiyetini, Rahip Frew, Sait Molla, Damat Ferit ve İngiliz İşgal Kumandaları arasındaki bağı tüm gerçekliğiyle izleyiciye sunmuştu.16 Milli Mücadeleye karşı büyük bir ihanet içerisinde olan bu cemiyet adeta dönemin FETÖsü gibi faaliyet yürütmekteydi. İngiliz sermayesiyle güçlenen cemiyet, Milli mücadele karşıtı hareketleri kışkırtmış, Anadolu’da oluşan Kuvâ-yı Milliye’yi yok etmeye yönelik saldırılara girişmişlerdir. Marmara ve Ege bölgelerinde çıkan isyanlar dahil, Konya-Bozkır ayaklanmaları ile Konya Delibaş Mehmet İsyanı hareketinde de büyük rolleri olan cemiyetin yayın organı “İstanbul” gazetesiydi.

Mustafa Kemal Paşa Nutuk’ta İngiliz Muhipleri Cemiyetini şöyle anlatıyor:
"İstanbul'da çeşitli amaçlarla gizli ve açık olmak üzere de, birtakım parti ya da dernek adı altında kuruluşlar vardı. 

…Bu derneğin iki görünüşü ve niteliği vardı. Biri, dış görünüşü ve uygarca girişimlerle İngiliz desteğini istemeye ve sağlamaya yönelen niteliği idi. Öteki, gizli yönü idi. Asıl çalışma bu yöndeydi. Yurt içinde örgütler kurarak ayaklanma ve başkaldırmalara yol açmak, ulusal bilinci işlemez kılmak, yabancı devletlerin işe karışmalarını kolaylaştırmak gibi haince girişimler, derneğin bu gizli kolunca yönetilmekteydi. Sait Molla'nın, derneğin açık girişimlerinde olduğu gibi ondan daha çok gizli işlerinde de rol oynadığı görülecektir. Bu dernek için söylediklerim, sırası geldikçe yapacağım açıklamalar ve gerektiğinde göstereceğim belgelerle daha iyi anlaşılacaktır."17

PAROLA: YA İSTİKLAL YA ÖLÜM

1918 yılı toplumumuzun en büyük şoku yaşadığı ve aydınlarımızın en büyük bunalım içine düştüğü yıl olarak tarihimize geçmiştir dersek yeridir. 1919 ise yeni bir hareketin ivme kazandığı, umutların yeniden canlandığı yıl olarak hatırlanacaktır. Mustafa Kemal için 19 Mayıs 1919’un doğum günüm diye sahiplenilmesi bundan olacaktır. Çünkü Anadolu’yu ve İstanbul’u kurtarmak o gün başlar. Mustafa Kemal, Bandırma Vapuruna her siyasi düşünce için sonsuz açmış ama umutsuzluk ve karamsarlık için böyle yapmamıştır. O vapuru İngiliz batıramazdı karamsarlık batırırdı. O yüzden batmadı. Çünkü Milli Mücadele, Yakup Kadri’nin Sodom ve Gomorre kitabındaki çürümüşlüğe teslim olanlara, Mithat Cemal Kuntay’ın Üç İstanbul’unda Muharrir Adnan Bey’in zaaflarıyla yaşayanlara karşı da bir tavrı barındırıyordu.

Tarih fırsatları altın tepside sunmuyordu. 600 yıllık İmparatorluğun çöküşü, sonu gelmez savaşlar, açlık ve sefalet, geleceğe dair güvensizlik ve umutsuzluğun olduğu bu iklimde, Mustafa Kemal Paşa ateşten gömleğini çoktan giymiş, Ya İstiklal Ya Ölüm demişti. Karamsarlığa düşenlere çöl sanılan bu alemde saklı ve kuvvetli bir hayat olduğuna ikna etmişti.

Türk gençliği için kendi tarihi, en büyük şansıdır. O asırlık birikimi pusulasıdır. Tarihimizden aldığımız özgüvenle yarınlar için daha umutlu daha kararlıyız. Yaşasın 19 Mayıs! Yaşasın Cumhuriyet!
Anıl Eren Yıldız
TGB Ankara İl Başkanı


KAYNAKÇA
1. Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, Remzi Kitabevi, Ankara 1997, C. 1, s. 319.
2. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk-Söylev, T.T.K. yayınları, Ankara 1986, C. I, s. 17.
3. Uluğ İğdemir, Sivas Kongresi Tutanakları, T.T.K. yayınları, Ankara 1969, s. 60.
4. Doç. Dr. Salih Tunç, Mütareke Döneminde İstanbul Basınında Gündeme Gelen İstiklalcilik Fikirleri” (Mayıs-Eylül 1919), Ankara Üniversitesi OTAM, Ankara-2000, S. 11.
5. Tanin, 01.11.1918 tarihli sayısı.
6. Nazım Hikmet, Memleketimden İnsan Manzaraları, YKY Yayınları.
7. Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, Tekin Yayınevi, 2001, C.1, s. 16.
8. Tanin, 08.10.1918 tarihli sayısı.
9. Yenigün, 17.12.1918 tarihli sayısı.
10. https://tr.wikipedia.org/wiki/Wilson_İlkeleri
11. Sabahattin Selek, Anadolu İhtilali, İstanbul, 1976, s. 457.
12. Şükrü Hanioğlu, Dr. Abdullah Cevdet, İstanbul, s. 320.
13. Osman Ulugay, Amerikan Basınında Türk Kurtuluş Savaşı, İstanbul, 1975, s. 61.

14. Prens Sabahattin, Türkiye Nasıl Kurtarılır? Ve İzahlar, İstanbul, 1999, s. 87.
15. Orhan Koloğlu, 1918: Aydınlarımızın Bunalım Yılı, Boyut Yayın, İstanbul, s. 183
16. Ya İstiklal Ya Ölüm, TRT, 2020, Dizi, böl. 1-6.
17. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk-Söylev, T.T.K. yayınları, Ankara 1986, C. I, s. 157.

Alıntı/Kaynak: https://tgb.gen.tr/serbest-kursu/-29822

İzmir'in göbeğinde! Smyrna antik tiyatrosu ortaya çıkıyor

 İzmir'in göbeğinde! Smyrna antik tiyatrosu ortaya çıkıyor İzmir'in tarihi miraslarından Smyrna Antik Kenti'nin 20 bin kişilik a...