20180131

Kurtuluş Savaşı ve Nutuk



 

 

Kurtuluş Savaşı Cepheleri


Kurtuluş Savaşı Cepheleri

Kurtuluş Savaşı Cepheleri, Kurtuluş Savaşı boyunca üç cephede savaş yapılmıştır. Doğu, Batı ve Güney de savaş yaptılar. Doğu bölgesinde Ermenilerle, Batı bölgesinde Yunanlarla, Güney bölgesinde Fransızlarla savaşlar yaptılar.








Kurtuluş Savaşı'nda Doğu Cephesi

1918 yılında Rusya da Çarlık rejimi yıkıldı. Sosyalist devletler kuruldu. Ermeni Devleti de bu rejimin yıkılması sonucu ortaya çıktı. O dönemde Taşnak Partisi vardı. Ermeniler bu parti güdümündeydiler. Ermeniler Müslüman olan insanlara çok fazlar zulüm ediyorlardı. Katliamlar yaparak insanlara haksızlık yapıyorlardı. Bunun üzerine Türkiye Büyük Millet Meclisi Ermeniler karşı savaş açılmasına karar verildi. Ermenilerin Osmanlı Devletinde yaptığı katliamlar sonucu Osmanlı Devleti Tehcir Kanununu çıkardı. Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan hemen sonra Ermeniler tekrar katliamlara başladılar. Amaçları Paris Barış Konferansında bağımsız bir Ermeni Devleti kurmaktı. Bunun üzerine General Harbord bir rapor hazırladı. Ermenileri incelemiştir bu raporda. Osmanlı Devleti Rusya ile savaşı sona erdirmiştir ve Brest-Litowsk anlaşmasını yaptılar. Bu antlaşma ile kaybedilen Kars, Ardahan ve Batum’u elde etme hakkı kazandı. Fakat bölgeden geri çekilmek zorunda kaldılar. Ermeniler rahat durmayınca Türk Ordusu karşı taarruza geçtiler ve amaçlarına ulaştılar. Türk Ordusu başarılı olunca Ermeniler barış istemek zorunda kaldılar. Bunun üzerine Gümrü Antlaşması( 3 Aralık 1920) imzalandı. Bu antlaşma sonucunda TBMM il başarısını kazandı. Doğu Cephesindeki ilk Ermenilere başarılarıdır. Bu antlaşma sonucunda dış ilişkiler güçlenmiştir. Bu antlaşma ile Misak-ı Milli’nin bazı kısımları gerçekleşti. Doğu Cephesi’nde barış yapılması Batı ve Güney cephelerini de güçlendirmiştir.



Kurtuluş Savaşı'nda Güney Cephesi

Birinci Dünya Savaşı esnasında yapılan gizli antlaşmalar ile Osmanlı toprakları paylaşılmıştır. Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra işgaller başladı. İlk olarak İngilizler Musul’u İşgal ettiler. Devamında İskenderun, Kilis, Antep, Maraş, İngiliz işgaline uğradı. Fransızlar ise Mersin, Osmaniye ve Adana’yı işgal ettiler. Paris Barış Konferansı’nda Orta Doğu yeniden paylaşıldı. Bunu sonunda Irak ve Filistin’i İngiltere’ye bıraktılar. Fransızlara ise Suriye, Antep, Maraş, Urfa Fransızlara bırakıldı.

İngilizler çekildiler. Fransızlar Ermenileri kışkırtıp tekrar Türkler üzerine saldılar. Halk bu durumdan memnun olmayarak Fransızlara karşı örgütlendiler ve Kuva-yı Milliye'ye yardım etmeye başladılar. Fransızlar halkın direnişlerinin ardından buraları elde tutamayacaklarını anlayınca 1920 de ateşkes yapıldı. Sakarya Savaşı’ndan sonra ise Ankara Antlaşması’nı imzaladılar. (20 ekim1921)

  • Düzenli Ordunun kazandığı  ilk zaferidir. 
  • Milletin Düzenli Ordu’ya karşı güveni artmıştır. 
  • Halkın zafere olan inançları daha da artmıştır. 
  • Çerkez Ethem İsyanı yok edildi. 
  • İstiklal Marşı Kabul edildi bu savaşla.
Ardından Londra Konferansı gerçekleşti. Moskova Antlaşması yapıldı. İkinci İnönü Savaşı yapıldı. Eskişehir-Kütahya Savaşları yapıldı. Başkomutanlık Kanunu çıkarıldı. Tekalifi Milliye emirleri çıkarıldı. İstiklal Mahkemeleri ve Sakarya Meydan muharebesi yapılmıştır.


Kurtuluş Savaşı'nda Batı Cephesi

Kurtuluş Savaşının en önemli muharebeleri Batı Cephesi’nde olmuştur. Bu cephede kazanılan her muharebe çok mühim sonuçlar içermektedir. Bu cephede kazanılan her muharebe çok mühim sonuçlar içermektedir. Batı Cephesinde düzenli ordu kuruldu. Ayvalık, Denizli ve Salihli yerlerinde Kuva-yı Milliye cepheleri Yunan işgallerine karşı oluşturuldu. Kurtuluş Savaşındaki ilk savunma hareketi Kuva-yı Milliye olmuştur. Bu dönemde Alaşehir ve Balıkesir Kongreleri yapıldı. Amaç Kuva-yı Milliye’yi örgütlemektir. Adana Antep Maraş şehirlerin yanlarına Kuva-yı Milliye birlikleri kurulmuştur. Batı Cephesinin Komutanı Ali Fuat Paşa olmuştur. Çerkez Ethem’in baskıları yüzünden Ali Fuat Paşa etkisiz kalmıştır. Ali Fuat Paşa başka yere atanarak Batı Cephesi ikiye bölünmüştür. Batı Bölümü ve Güney Bölümü diye. Kuva-yı Milliye, Yunan taarruzları karşısında etkisiz kalmıştır. Bunun üzerine ordudan kaçmalar başlamıştır. İstiklal Mahkemelerinin başarısıyla firarlar son bulmuştur. Düzenli ordu kurulduktan sonra Kuva-yı Milliye yok etmişlerdir. Kuva-yı Milliyeciler isyanlar çıkarmışlardır. Çerkez Ethem'in ve Demirci Efe’nin isyanlarıdır. Bu isyanlar Birinci İnönü Savaşlarından önce ve sonra bastırılmıştır. Birinci İnönü Savaşı başlamıştır. 



 

İnönü Savaşının sonucu

  • Düzenli Ordunun kazandığı  ilk zaferidir. 
  • Milletin Düzenli Ordu’ya karşı güveni artmıştır. 
  • Halkın zafere olan inançları daha da artmıştır. 
  • Çerkez Ethem İsyanı yok edildi. 
  • İstiklal Marşı Kabul edildi bu savaşla.
Ardından Londra Konferansı gerçekleşti. Moskova Antlaşması yapıldı. İkinci İnönü Savaşı yapıldı. Eskişehir-Kütahya Savaşları yapıldı. Başkomutanlık Kanunu çıkarıldı. Tekalifi Milliye emirleri çıkarıldı. İstiklal Mahkemeleri ve Sakarya Meydan muharebesi yapılmıştır.

Alıntı Kaynak: https://www.savaslar.gen.tr/kurtulus-savasi-cepheleri.html

20180130

97 senedir hiç araştırılmadı: Bir değil, sekiz ayrı Sevr vardır! / Murat Bardakçı




97 senedir hiç araştırılmadı: Bir değil, sekiz ayrı Sevr vardır!


Mağlûbiyetler tarihimizin utanç belgesi olan Sevr Andlaşması’nın tek bir belge olduğunu zannederiz ama Paris’in banliyösü Sévres’de 10 Ağustos 1920’de imzalanan sekiz ayrı andlaşma vardır ve bunların sadece biri bizimle ilgilidir.

Önümüzdeki perşembe günü, tarihimizin en pespaye zillet belgesi olan Sevr Andlaşması’nın imzalanmasının üzerinden 97 yıl geçmiş olacak... Sevr’in tek bir andlaşma olduğunu zannederiz ama Sevr bir “andlaşmalar serisi”dir ve tamamı sekiz adettir. Paris’in banliyölerinden Sévres’deki çini fabrikasının sergi salonunda 10 Ağustos 1920’de öğleden sonra saat dördü sekiz geçeden itibaren imzalanan bu sekiz andlaşmanın sadece biri Türkiye ile ilgilidir.

Ağustos ayı tarihimiz açısından zaferlerle dolu olduğu kadar, bir de felâket gününü barındırır...

1071 ve 1922’nin 30 Ağustos’unda kazandığımız Malazgirt ile Başkumandanlık Meydan Muharebeleri’ni hatırlayıp Ağustos ayının “zaferler ayı” olduğunu söyleriz ama 10 Ağustos 1920’de tarihimizin en büyük felâketlerinden biri olan Sevr Andlaşması’nı imzalamak zorunda kaldığımızdan bahsetmeyiz.

Önümüzdeki perşembe günü, bu uğursuz andlaşmanın imzalanmasının üzerinden tam 97 sene geçmiş olacak ve Sevr ne gariptir ki memleketin gündemini hâlâ işgal edip sık sık siyasî ve ideolojik tartışmalara konu oluyor!


Harp Tarihi Encümeni tarafından 1928’de hazırlanan Sevr ve İstiklâl Harbi yıllarında imzaladığımız diğer andlaşmalar ile Lozan sonrası sınırlarımızı gösteren harita

İŞTE, ANDLAŞMALARIN LİSTESİ

Türk Tarihi’nin en acı vesikalarından olan Sevr’in imzalanmasının üzerinden böyle neredeyse bir asır geçmiş olmasına rağmen, andlaşma hakkında hâlâ derinlemesine bir araştırma yapılmamıştır ve daha da önemlisi, Sevr’in Müttefikler ile Türkiye arasında imzalanmış tek bir andlaşma olduğu zannedilir.
Sevr bir “andlaşmalar serisi”dir ve Paris’in banliyölerinden Sévres’deki çini fabrikasının sergi salonunda 10 Ağustos 1920’de öğleden sonra saat dördü sekiz geçe imzalanan bu andlaşmalar, sekiz adettir:

1. Müttefikler ile Türkiye arasında imzalanan barış andlaşması.
2. İngiltere, Fransa ve İtalya’nın Anadolu hakkında imzaladıkları üçlü andlaşma.
3. Müttefikler ile Polonya, Romanya, Sırp-Hırvat-Slovak Devleti ve Çekoslovakya arasında imzalanan sınırlarla ilgili andlaşma.
4. Müttefikler ile İtalya, Polonya, Romanya, Sırp-Hırvat- Slovak Devleti ve Çekoslovakya arasında imzalanan andlaşma.
5. İtalya ile Yunanistan arasında imzalanan andlaşma.
6. Müttekifler ile Yunanistan arasında Trakya konusunda imzalanan andlaşma.
7. Müttefikler ile Ermenistan arasında imzalanan andlaşma.
8. Yunanistan ve Bulgaristan arasında karşılıklı göç konusunda imzalanan andlaşma.

İşte, Türkiye’de “Sevr” dendiğinde bu sekiz andlaşmanın ilk sırasındaki metin kastedilir ve o gün imzalanan diğer andlaşmalar ile ilgili olarak henüz bir çalışma yapılmamıştır.


İşte, diğer yedi adet Sevr Andlaşması’nın dördü (soldan): Yunanistan ve Ermenistan’la imzalanan ve Müttefikler’in Trakya konusunda Yunanistan’la yaptıkları andlaşmalar; en sağda da Polonya, Romanya, Sırp-Hırvat-Sloven Devleti ve Çekoslovakya ile varılan andlaşma var

Önce, bizde yanlış bilinen ve sık sık tekrarlanan bir hatayı düzelteyim:
Sevr Andlaşması’nın altında Damad Ferid Paşa’nın imzası yoktur!.. Ferid Paşa andlaşmanın imzalanması sırasında sadrazam, yani başbakandır ama delege değildir; dolayısıyla andlaşmaya imza koymamıştır. Sevr’i Türkiye adına imzalayanlar üç kişidir: O zamanlar “Meclis-i Ayân âzası” yani “senatör” olan Hâdi Paşa ile şair Rıza Tevfik ve Türkiye’nin İsviçre’deki ortaelçisi Reşad Halis Beyler...




Aynı yılın 7 Ekim’inde, Ankara İstiklâl Mahkemesi, andlaşmayı imzalayan bu üç kişiyi önce “vatana ihanet”gerekçesi ile gıyaplarında idama mahkûm etmiş, ardından 150’likler listesine alınıp vatandaşlıktan çıkartılmış ve Türkiye’ye girişleri yasaklanmıştır. Sevr’in imzalanmasından önce toplanıp Müttefikler’in barış şartlarını ele alan Saltanat Şûrâsı’nda andlaşmanın imzalanmasının lehinde oy kullananlar da Lozan Andlaşması’ndan sonra şayet hâlâ görevde iseler işlerinden çıkartılmışlar ve emeklilik hakları da iptal edilmiştir.

Sevr’i imzalayan Türk heyeti (soldan): Reşad Halis Bey, Rıza Tevfik ve Hâdi Paşa


Şimdi, Sevr’in siyasî hükümleri ve sınırlarımıza getirdiği değişiklikler dışındaki bazı özelliklerini de anlatayım:

DÖRDÜ SEKİZ GEÇE İMZALADILAR

Birinci Dünya Harbi’nin galibi olan müttefikler Almanya’ya 28 Haziran 1919’da Versailles’da, Bulgaristan’a 27 Kasım 1919’da Neuilly’de, Avusturya’ya 10 Eylül 1919’da Saint-Germain’de, Macaristan’a da 4 Haziran 1920’de Trianon’da andlaşmalar imzalatmış ve henüz hesaplaşılmamış tek bir mağlûp kalmıştı: Türkiye... Bu iş 1920’nin 10 Ağustos’unda yapıldı; üç Türk murahhas Paris’in porselenleriyle meşhur banliyösü Sévres’deki fabrikanın konferans salonunda, öğleden sonra saat dördü sekiz geçe andlaşmayı imzaladılar.

Hâdi Paşa, Sevr Andlaşması’nı Türkiye adına imzalıyor (Fransız Millî Kütüphanesi Fotoğraf Koleksiyonu’ndan)


Sevr, andlaşmanın orijinali Fransızca olan metnini Türkçe’ye tercüme eden Prof. Seha Meray ile Büyükelçi Osman Olcay’a göre, diğer mağlûplar ile yapılan andlaşmalardan tamamen farklı idi ve
“...Metin ayrıntılı olarak incelendiğinde ve özellikle karşılıklı öneriler ve bunların sunuluş belgeleri gözönünde tutulduğunda ortaya bir yenilgi belgesinin ötesinde, Avrupa emperyalizminin yalnız kendisinin avlanma alanı saydığı Avrupa kıt’asından atmaya kararlı olduğu Türkiye’ye karşı girişilmiş bir yoketme savaşının son aşaması çıkmaktadır. Birinci Dünya Savaşı’na son veren belgelerden ne Versailles, ne Saint-Germain, ne de Neuilly Andlaşmalarında bu derece insafsız, katı, acımasız hükümlere rastlanır...” 

diye yazıyorlardı.


Sevr’de Türkiye ile imzalanan andlaşmanın Fransızca orijinali

Hâdi Paşa, Rıza Tevfik ve Reşad Halis Beyler’in imzaladıkları metin, andlaşmadan ziyade güçlü bir memleketin çıkarttığı bir sömürge yasasını andırıyor; getirdiği askerî, siyasî ve malî hükümlerin yanısıra bir barış andlaşmasında bulunmaması gereken bazı garip maddeleriyle, müttefiklerin Türkiye’ye“medenileştirilmesi gereken bir topluluk” gibi baktıklarını da gösteriyordu. Andlaşmada, 
“Türkiye’nin tren vagonlarını sürekli fren aygıtının işlemesine engel olmayacak biçime sokması” (madde: 358),
“kazı yapma iznini yalnız yeterli arkeoloji deneyimi olduğu konusunda güvence gösteren kişilere vermesi” (madde: 421, ek: 7), 
Ağustos 1914’ten önce elde edilmiş tarihi eserleri iade etmesi”(madde: 422), 
“beyaz kadın ticaretini yasaklayıp önlemesi” (madde: 273/6), 
“müstehcen yayınları yasaklaması” (madde: 273/7) ve 
“tarıma yararlı kuşları koruması” (madde: 273/11) 

gibisinden ancak sömürge idarelerinde rastlanabilecek yaptırımlar da vardı.

 

BÖYLELERİNE ‘ÇATLAK’ DENİR

Zamanın hükümdarı Sultan Vahideddin’in ifadesi ile “Ne bir andlaşma ne de bir pakt, kötülüğün baştan aşağı ta kendisi” olan Sevr’in bugün hâlâ lehinde konuşan bazı kişiler ortaya çıkıyor ve “Bu andlaşmanın bazı bakımlardan Lozan’dan ileride olduğunu” söyleyebiliyorlar...

Böyle düşünenler hakkında siyasî terimler kullanmak gereksizdir, bu kişilere sadece “çatlak” denir!

Burada, Sevr’de imzalanan diğer andlaşmalardan bazılarının ilk sahifelerinin fotoğrafını yayınlıyorum. Diğer yedi andlaşmanın metinleri Osmanlı Arşivleri’nde mevcuttur ve meraklı ve ciddî araştırmacıları beklemektedirler...

Alıntı Kaynak: http://www.kamuhaber.com/97-senedir-hic-arastirilmadi-Bir-degil-sekiz-ayri-Sevr-vardir-63252h.htm


'Haklı savaş en insancıl eylemdir' / Doğu Perinçek


(*NOT: Aşağıda köşe yazısından sadece alıntılar var. Yazının tamamını  
yazının sonundaki bağlantıdan okuyabilirsiniz.) 
-Blog editörü

Haklı savaş en insancıl eylemdir

Doğu Perinçek

Tarih boyunca, her savaşta görülmüştür: Haklı savaşlara, vatan savaşlarına sözümona insancıllık adına karşı çıkılır. Oysa haklı savaş, en insancıl eylemdir.

Bir insanın yarasını sarabilirsiniz, yere düşmüş bir insanı elinden tutup kaldırabilirsiniz, ağlayan bir çocuğu güldürebilirsiniz, bir fakire bir tas çorba ısmarlayabilirsiniz, bir hastayı ziyaret edebilirsiniz, gönlü kırılan bir insanı avutabilirsiniz, bunların hepsi kuşkusuz insancıl davranışlardır. Ancak düşününüz haklı bir savaşta, milyonlarca emekçiyi, bütün bir milleti, hatta bazen bütün bir insanlığı ayak altında kalmaktan kurtarıyorsunuz. Haklı savaş, insanlığın en insancıl eylemidir.

İSTİKLÂL SAVAŞININ İNSANCILLIĞI

93 Harbinde (1876) Erzurum Tabyasında direnmekten daha insancıl bir eylem var mıydı?

Çanakkale Savaşından daha insancıl bir eylem var mı?

Birinci Cihan Savaşının devamı olan İstiklâl Savaşımızdan daha insancıl bir eylem gösterin, var mı?

....

.....



ZULME BAŞKALDIRMANIN İNSANCILLIĞI

İnsanlık tarihinden örnekleri hatırlayalım:

Spartakus Roma’nın zulmüne baş kaldırırken insancıl değil miydi? Zincire vurulmak mı insanlık?

Hazreti Muhammed, Mekke eşrafının zulmüne isyan edip, Bedir, Uhud, Hendek ve en son Huneyn savaşlarını yaparken insanlığın ön cephesinde değil miydi?

İran’ın Mazdekileri, Basra’nın zencileri, Azerbaycan’ın Babekleri, Anadolu’nun Babaileri, Avrupa’nın köylü isyancıları, zulme boyunlarını uzatsalar insancıl mı olacaklardı?

1640-1648 İngiliz Devrimi, 1776 Amerikan Devrimi ve 1789 Fransız Devrimi, dünyanın üç büyük milletini Ortaçağ zulmünden kurtardı ve bütün insanlık için demokrasinin yolunu açtı. Bu devrimlere insancıllık dışında neyi yakıştırabilirsiniz?

Filmlerde hep izleriz, Kuzey Amerika’da 1861-1865 yıllarında Kuzey-Güney Savaşında 700 bin Amerikalı öldü. O zaman ABD’de 31 milyon insan yaşıyordu. 45 Amerikalıdan biri hayatını kaybetti. Eğer Kuzeyliler Abraham Lincoln’ün önderliğinde Güney’in ağalarına karşı savaşmasalardı, kölecilik hüküm sürecekti. O zaman insancıllık mı olacaktı?

20. yüzyılın Leninleri, Maoları, Nkrumahları, Lumumbaları, Nasırları, Ho Şi Minh’leri, Castroları, Chavezleri, yoksul halkları baskı ve sömürüden kurtaran devrim savaşları yaptılar, milyarlarca insan insanlığına başka nasıl kavuşurdu?

İkinci Dünya Savaşında insanlık, Hitler ve Mussolini faşizmine karşı savaştı. Teslim olsalar, merhamet ve sevgi mi kazanacaktı?

Afrikalılar, Asyalılar, Latin Amerikalılar, köleciliğe, emperyalist sömürüye, zulme karşı insanlık için savaştılar. Boyun eğseler, ezilseler, ayak altında kalsalar insancıl mı olacaklardı?

....

....

SAVAŞTA ÖZGÜRLÜK

Hepimizin tanıdığı Atatürk düşmanları, .... savaş karşıtı psikolojik harekâtını Atatürk’ten alıntılarla yürütüyorlar. Lafa “Atatürk demiş ki” diye başlıyorlar. Evet Atatürk demiş, elbette savaş en son çaredir. Ama Atatürk Çanakkale’de, Sakarya’da savaştı! Atatürk, savaş karşıtlarına karşı da mücadele etti. Yoksa savaşı kazanamazdı.

İstiklâl Savaşında, o “savaş karşıtı” İngiliz Muhipleri Ankara’da “Savaşa hayır” diye bildiri dağıtabilirler miydi? O savaş karşıtları, yalnız düşman işgali altındaki kentlerde özgürdü.

Evet, Mecliste özgürlük vardı; ama o Mecliste Savaş karşıtı tek bir milletvekili yoktu, olamazdı. İstiklâl Savaşının Meclisinde savaş karşıtı tek bir söz söylenmedi, söylenemezdi. Tartışma, savaşı kazanma amaçlıydı. Özgürlük, savaşı kazanmak içindi. Çünkü O Meclis, Savaş Meclisiydi.



TARİHİMİZİN EN İNSANCIL EMRİ

Atatürk, 25 Nisan 1915 günü saat 10.00’da Conk Bayırı’nda askerlerine “Size ölmeyi emrediyorum” dedi. Vatan Savaşında ölmek, milleti insanca yaşatmak için ölmektir. Vatan için ölmek, en insancıl eylemdir.

Aynı Atatürk, Kocatepe’ye çıktı ve oradan tarihimizin en insancıl emrini verdi: “Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları, ilk hedefiniz Akdeniz’dir ileri!”

Dumlupınar, Altıntaş ovalarından İzmir’e doğru düşmanı süngüleye süngüleye koşan Mehmetçik, insanlığın en insancıl savaşlarından birini yaptı. “Annem beni yetiştirdi bu ellere yolladı” türküsünden daha insanca bir ses var mı? Eğer o büyük savaşı kazanmasaydık, insanlık Anadolu’da ayak altında kalacaktı.

Atatürk, emperyalist orduları çiçekle karşılasa, o zaman mı insancıl olacaktı?

Savaş, başka çare kalmadı mı, insanlık için biricik çaredir.

....
....

Alıntı kaynak:
Yazının tamamı

20180128

İzmir'de 120 bin Suriyeli sığınmacı yaşıyor / Şakir Sarıçay

İzmir'de 120 bin Suriyeli sığınmacı yaşıyor

Şakir SARIÇAY


İzmir’de 120 bin Suriyeli sığınmacı yaşıyor

Günlük konuşmalarımızda genellikle sığınmacı, mülteci ve göçmen kelimelerini birbirinin yerine ve aynı anlamdaymış gibi kullanıyoruz. Tabi ki ben de aynı şekilde biliyordum. Ta ki Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği  (SGDD) ve Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin birlikte organize ettiği, “Basın Mensupları için ‘Göç ve Mülteci’ Konularında Bilgi ve Farkındalık Semineri”ne katılana kadar.
Antalya’da 11-12 Kasım 2017 tarihlerinde düzenlenen ve Türkiye’deki yerel gazetecilere yönelik yapılan seminer oldukça verimli geçti. Başta Suriyeli sığınmacılar olmak üzere, ülkemize sığınmacı olarak gelen pek çok milletten insanlar için devletimizin ve sivil toplum kuruluşlarının yaptığı çabaları görmek, basın mensubu olarak bundan sonra bu konuda daha hassas bir dil kullanmamızı sağlayacaktır. Biraz geç kalmış bir toplantı olmasına rağmen son yedi yıldır ülkemize sığınan Suriyeliler başta olmak üzere pek çok sığınmacı ve mülteciye bakış açımızı güncellememiz bakımından oldukça başarılı bir toplantı oldu.

Sığınmacı ve mülteci ne demektir?

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğine göre sığınmacı; başka bir ülkeye sığınma talebinde bulunan, kendine uluslararası koruma arayan ama başvuru süresi henüz sonuçlanmamış kişilerdir. Başka bir ifadeyle, iltica talebinde bulunanlar başvuru süreci tamamlanan kadar sığınmacı olarak kabul edilirler. Mülteci ise; İltica talebinde bulunanların başvurularının olumlu sonuçlanması halinde mülteci statüsünü kazanmasıdır.



Göçmen nedir?

Göçmen ise, gönüllü olarak kişisel ve ailevi sebeplerden dolayı daha iyi şartlarda yaşamak amacıyla başka bir ülkeye göç eden kişidir. Almanya’da yaşayan Türkler göçmen için iyi bir örnektir.

İstanbul’da 522 bin, İzmir’de 120 bin Suriyeli sığınmacı yaşıyor. Türkiye kitleler halinde ülkemize geçen Suriyeli sığınmacılara Uluslararası literatüre göre “Geçici Koruma” sağlamaktadır. 

Türkiye geçici korumanın üç temel unsuru olarak Suriyelilere, 
1) açık sınır politikası ile ülke topraklarına kabul,  
2) geri göndermeme ilkesi ve 
3) gelen kişilerin temel ve acil ihtiyaçlarını karşılamaktadır.

İçişleri Bakanlığı Göç İdaresinin verilerine göre, Türkiye’de 3 milyon 300 bin Suriyeli sığınmacı bulunurken, 145 bin Afganistan, 140 bin Iraklı, 32 bin İranlı, 4 bin Somalili ve 9 bini diğer tabiiyetlere mensup olmak üzere toplamda 3 milyon 630 bin sığınmacıya ev sahipliği yapmaktadır.
Suriyeli sığınmacıların yüzde doksanı Geçici Barınma merkezlerinin dışında farklı şehirlerimizde halkımızla iç içe yaşamaktadırlar. İstanbul 522 bin sığınmacı ile ülkemizin en fazla sığınmacı barındıran şehri olarak birinciliği elinde tutuyor. Şanlıurfa 451 bin, Hatay 434 bin, Gaziantep 343 bin, Mersin 177 bin, Adana 165 bin, Bursa 130 bin, Kilis 129 bin, İzmir 120 bin, Kahramanmaraş 97 bin Suriyeli sığınmacı ağırlayan ilk on şehrimiz arasındadır. 

Suriyelilere vatandaşlık hakkı verilmediğini belirten yetkililer, 99 ile başlayan kayıt belgelerinin nüfus cüzdanı olmadığı, sadece kayıt altında olduklarını belirten belge olduğunu ifade ettiler. Türkiye’ye sığınan Suriyelilerin yüzde 70’ini kadınlar ve çocuklar oluşturuyor. Bu da savaşın daha çok kadın ve çocukları etkilediğini gösteriyor.31 Ağustos 2107 tarihine kadar Türkiye karasularında 13 bine yakın, batı kara sınırlarımızda ise 20 bin Suriyeli kaçarken yakalanmıştır.

Türkiye bu güne kadar Suriyeli sığınmacılara yaklaşık 30 milyar dolar yardımda bulunurken, Avrupa ülkelerinden gelen yardımlar söz vermelerine rağmen oldukça düşük kalmıştır. Türk insanının tarihi misyonu ve vicdani değerleri başta Suriyeli sığınmacılar olmak üzere, Afganistan, Doğu Türkistan, Somali, İran ve Irak’tan gelenlere kucak açmıştır. 

Göç etmenin ne demek olduğunu dünyada herhalde Türklerden başka en iyi bilen bir millet yoktur. Onun için Türk Milletinin son yıllarda özellikle Suriye’den gelen sığınmacılara gösterdiği anlayış ve yardımseverliğini tarih kitapları ve sığınmacılar arasından çıkacak yazarlar yazacaktır. Sığınmacı, mülteci ve göçmenin olmadığı, herkesin kendi ülkesinde rahatça ve özgürce yaşayacağı bir dünya temenni ederim.

'Türkolojinin/Türklük Biliminin İki Büyük Kaybı Üzerine' / Nail Tan

Türkolojinin/Türklük Biliminin İki Büyük Kaybı Üzerine

Nail TAN

2016 yılı başında TDK Şeref Üyesi, iki büyük Türkoloğu/Türklük Bilimcisi- ni peşpeşe kaybettik. Macar Türkolog Prof. Dr. György Hazai 7 Ocak 2016, Tatar Türkolog Prof. Dr. Fuat Ganiyev ise 28 Şubat 2016 tarihinde aramızdan ayrıldı.

TDK’nin dil kongrelerine katılan, yayın çalışmalarına destek veren Ha- zai ve Ganiyev’in hayat hikâyelerini ve önemli çalışmalarını kısaca hatırlatmakta yarar görmekteyiz.



Prof. Dr. György Hazai 

TDK dernek ve kamu bilim ku- rumu dönemleri ve TÜBA şeref üyesi, Macar Türkolog Prof. Dr. György Ha- zai 7 Ocak 2016 tarihinde Budapeşte’de hayata gözlerini yumdu. Cenaze töre- ni, dünyanın dört bir yanından gelen öğrencilerinin katılımıyla 26 Şubat 2016 tarihinde Budapeşte Farkasrét Mezarlığı’nda yapıldı. Cenaze törenin- de T. C. Budapeşte eski Büyükelçisi Ender Arat ve yeni büyükelçi Şakir Fa- kılı, TDK Başkanı Prof. Dr. Mustafa S. Kaçalin, TÜBA Başkanı Prof. Dr. Ah- met Cevat Acar, İSAM Başkanı Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu ve TDK eski Bilim ve Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. İsmail Parlatır ile hâlen TDK Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Mehmet Ölmez hazır bulundu.

Prof. Dr. Hasan Eren’in TDK ya- yını Türklük Bilimi Sözlüğü ile Macar Türkolog Edit Tasnadi ve yakın çalışma arkadaşı Prof. Dr. İsmail Parlatır’dan edindiğimiz bilgilere göre 30 Nisan 1932 tarihinde Budapeşte’de doğdu. İlk ve orta öğrenimini bu şehirde tamamla- dı. Budapeşte Loránd Eötvös Ü Sanat ve Beşerî Bilimler Fakültesi Türkoloji Bö- lümünde yüksek öğrenim gördü (1950- 1954). Gyula Németh, Lajos Fekete ve Lajos Ligeti gibi ünlü Türkologlarca yetiştirildi. Németh’in yönetiminde Bulgaristan’da düzenlenen Türk ağız araştırmaları gezilerine katıldı (1954- 55). Sofya Üniversitesinde Türkoloji dersleri verdi (1956-57). Bulgaristan’da doktora çalışmasının malzemesini derledi. Budapeşte’ye dönüşünde doktora te- zini tamamlayarak “Dr. of Fhilosophy” unvanını aldı (1958). Macar Bilimler Akademisinde (Hungarian Academy of Sciences) araştırmacı profesör olarak ders verdi (1958-1962). Makedonya Türk ağızları üzerindeki araştırmalarından sonra Berlin Humboldt Üniversite- sinde görev aldı (1963). Üniversitedeki görevinin yanı sıra Alman Bilimler Aka- demisinde Turfan Metinleri Araştırma Grubunun başkanlığını yürütüp pek çok bilim insanı yetiştirdi. Almanya’da 1984 yılına kadar görev yaptı. Macaristan’a dönüşünde Macar Bilimler Akademi- sinde Türkoloji çalışmalarını sürdürdü. Ayrıca Akademi Basımevinin Müdürlüğünü yürüttü. 1992 yılında Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi Türkoloji Bölümü Başkanlığına getirildi. 2000 yılında Macar Bilimler Akademisindeki görevine tekrar döndü. Budapeşte’de yeni kurulan Alman Üniversitesi (The Andrássy University) kurucu rektörlüğüne atandı ve bu görevde üç yıl hizmet verdi (2000- 2003). Ölümüne kadar, Macar Bilimler Akademisinde hem üye ve araştırmacı prof. hem de Dilcilik Enstitüsünde mdürlük görevini sürdürdü.

Macar Bilimler Akademisi asli üyesi Hazai; 1957 ve 1983’te TDK Şe- ref Üyeliği, 1979’da TTK Haberleşme Üyeliği, 1990’da Academia European Üyeliği, 1991’de Ankara Ü Fahri Doktor Unvanı, 2001’de TÜBA Şeref Üyeliği, 2013’te İstanbul Ü Fahri Doktor Unvanı ve 2014’te de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından T. C. Liyakat Nişanı ile ödüllendirildi. Doğumunun 65. yıl dö- nümü dolayısıyla öğrencilerinin hazırla- dığı armağan kitap 1997’de Almanya’da yayımlandı: Studia Ottomanica/Festga- be für György Hazai zum 65. Geburtstag (haz. Barbara Kellner-Heinkele, Peter Zieme), Wiesbaden 1997, XVI+264 s. Bu kitapta Türkiye’den Prof. Dr. Ha- san Eren ile Prof. Dr. Halil İnalcık’ın makaleleri yer almaktadır. Sonunda (s. 233-264), rahmetli Hazai’nin 1997 yılı- na kadarki yayınlarının bibliyografyası bulunmaktadır.

Altmış yılı aşan bilim hayatı sı- rasında yirmiyi aşkın kitap ile üç yüz kadar makale ve bildiriye imzasını attı. Türkiye’de Türk dili, tarihi, edebiyatı, folkloru konusunda düzenlenen pek çok toplantıya katılıp bildiri sundu. TDK ve TTK’nin bilimsel kongrelerinin en düzenli katılımcısıydı. Başta TDK’nin Türk Dili ve Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten olmak üzere TFA, Türk Diller Araştırmaları ve bazı üniversi- te dergilerinde makaleleri yayımlandı. Uluslararası Türkoloji dergi yayın se- rilerinin yazı kurullarında, hakem he- yetlerinde görev aldı: Türk Diller Araş- tırmaları, Journal of Turkish Studies/ Türklük Bilgisi Araştırmaları, Archivum Ottomanicum, Asian and African Studi- es, Acta Orientalia Academiae Scienti- arum Hungaricae, Studien zur Sprac- he, Bibliotheca Orientalis Hungarica, Central Asiatic Journal, Orientalis-tische Literaturzeitung, Turkologischer Anzeiger, Ural-Altaische Jahrbücher, Indiana U Uralic and Altaic Series, Ze- itschrift für Balkanologie gibi.

Türk şair ve yazarlarından Nazım Hikmet, Yaşar Kemal, Haldun Taner, Samim Kocagöz, Ömer Seyfettin, SabAhattin Ali ve Aziz Nesin’i Macaristan ve Almanya’da tanıttı. Eserlerinden çeviriler yaptı.

Hazai’nin yakın yıllardaki en önemli bir çalışması; Prof. Dr. İsmail Parlatır ve B. Kellner-Heinkele ile bir- likte Macar Bilimler Akademisi Kütüphanesindeki yazma eserlerin kataloğunu hazırlamasıdır. Bu katalog, TÜBA ve Macar Bilimler Akademisi iş birliğiyle 2007 yılında Ankara’da, İngilizce çevi- risi ise 2008’de Budapeşte’de yayımlanmıştır: Macar Bilimler Akademisi Kütüphanesindeki Türkçe El Yazmaları, Ankara 2007, XXX+530 s., TÜBA Yayınları: 13; Catalogue of Turkish Ma- nuscripts the Library of the Hungarian Academy of Sciences, Budapest 2008, 691 s.

Hazai’nin başlıca kitapları şöyle sıralanabilir:

Araştırma, inceleme: A bulgáriai cirillbetüs török emlékek problémái (1958), Sovietico-Turcica Beiträge zur Bibliographie der türkischen Sprach- wissenschaft in russischer Sprache in der Sowjetunion 1917-1957 (1960), Szenvedélyek tengere (1961), Ármin Vámbery 1832-1913, A biobibliog- raphy (1963), Tarih Boyunca Macar Türk Bağları (1963), Harsányi Nagy Jakab török szövegei (1964), Das Osmanisch-Türkische im XVII. Jahrhun- dert (1973), Vámbery Ármin (1976), Kurze Einführung in das Studium der türkischen Sprache (1978), Fejlödesi korszaktipusok ésterüteli variánsok vis- zonya török nyelu történetében (1984), Bibliographisches Handbuch der Tur- kologie (1986), Macar Türk Ortak Geçmişi (1989), Handbuch der turkisc- hen Sprachwissenschaft (1990), Nagy Szulejmán udvari emberének magyar krónikája (1996), Macar Bilimler Aka- demisi Kütüphanesindeki Türkçe El Yazmaları (Prof. Dr. İsmail Parlatır’la, Ankara 2007), Die aitanatolish-türkisc- he Übersetzung des Tuzkaratu’l-Awliya von Fariduddin Ättar (2008), Ferec ba’d eş-şidde “Freud nach Leid” (And- reas Tietze ile, 2008), Miniatures figu- res and illuminations from the Turkish manuscripts preserved in the Library of the Hungarian Academy of Sciences (B. Kellner-Heinkele ve İ. Parlatır’la, 2008), Vámbéry inspirációk (2009), Die Geschichte der Ungarn in einer Osma- nischen Chronik des 16. Jahrhunderts: Tercüman Mahmuds Tarih-i Ungurus (2009).

Çeviri: İnsanın Trajedisi (Gün Benderli ile, İmre Madách’tan, 1984).

Türkiye Türkçesi ve Osmanlı Türk- çesinin yanı sıra Almanca, İngilizce ve Fransızca biliyordu. Balkan dilleriyle de aşinalığı vardı.

İki defa evlenen Hazai’nin Macar birinci eşinden ikiz kızları Kinga ve Ce- cilia bulunmaktadır. İkinci eşi Fransız Mari Clotte bir yıl önce ölmüştü.

Türkolojinin en önemli isimlerin- den biriydi. Eserleri yanında çok sayıda Türkolog yetiştirmesiyle tanındı.



Prof. Dr. Fuat Ganiyev

TDK Şeref Üyesi, Rusya Federas- yonu Tataristan Cumhuriyeti Bilimler Akademisi Üyesi, Türkolog/Türklük Bi- limci Prof. Dr. Fuat (Aşrafoviç) Ganiyev 28 Şubat 2016 tarihinde Tataristan’ın Kazan şehrinde hayata gözlerini yumdu.

Rahmetli Ganiyev, 1 Ağustos 1930 tarihinde Başkurdistan SSC Salavat şehrinin Nasibaş köyünde doğdu. Kazan Devlet Enstitüsünü bitirerek öğretmen oldu (1954). Ortaokul müdürlüğü ve yayınevi redaktörlüğünün ardından Dil Edebiyat ve Tarih Enstitüsünde yüksek lisans çalışmalarına başladı (1959). “Ta- tar Dillindeki Fiillerin Görünüş Özellik- leri” başlıklı teziyle “Bilimler Adayı” unvanın aldı. Tatar lehçesi üzerindeki çalışmalarını sürdürdü. “Tatar Edebî Dilinde Eklerle Söz Yapımı” konulu te- ziyle “Filoloji Bilimleri Doktoru” unva- nına layık görüldü (1977). 1985 yılında profesörlüğe yükseldi. Kazan Millî Üni- versitesinde uzun yıllar öğretim üyeliği yaparak (1985-1992) çok sayıda öğren- ci yetiştirdi.

Bilimsel çalışmaları, Tataristan Cumhuriyeti Bilimler Akademisi Muhabir Üyeliği (1992) ve Asıl Üyeliği (1998), Rusya İnsanî Bilimler Akade- misi Üyeliği (1998) ve Türk Dil Kuru- mu Şeref Üyeliği (2000) unvanlarıyla değerlendirildi.

Başlıca eserleri şunlardır:

Araştırma-İnceleme: Tatar Dilinde Ses Bilgisel Söz Yapımı/Fonetiçeskoye slovoobrazovaniye v tatarskom yazıke (1973), Tatar Edebî Dilinde Eklerle Söz Yapımı/ Suffiksal’noye slovoobrazova- niye v tatarskom literaturnom yazıke (1974), Tatar Dilinin Morfoloji Mese- leleri /Voprosı morfologii tatarskogo yazıka (1980), Tatar Dilinde Birleşik Sözcüklerin Teşekkülü/Obrazovaniye slojnıh slov v tatarskom yazıke (1982), Tatar Dilinde Konversiyon/Konversiya v tatarskom yazıke (1985), Tatar Dili: Problemler ve Araştırmalar/ Tatarskiy yazık: problemı i issledovaniya (2000) Tatarcada Birleşik Kelime Teşekkülü (TDK 2010), Bugünkü Tatar Türkçesi Söz Yapımı (TDK 2013).

 Ankara Ü DTCF Modern Türk- lük Araştırmaları Dergisi’nin Danışma Kurulu Üyesi Ganiyev, Rusça Tatarca SözlükTatarca Rusça Sözlük ve Tatar Dilini Açıklamalı Sözlüğü gibi önemli sözlüklerin redaktörlüğünü de yapmıştı.

Türk dünyasının önemli dilcilerin- den, Türkologlarından biri olarak ardın- da çok önemli eserler bıraktı.

İki Türkoloğu da TDK’ye ve Türk- lük Bilimine değerli hizmetleri dolayı- sıyla saygıyla anıyoruz... 

Alıntı Kaynak: http://www.hazaigyorgy.com/wp-content/uploads/2017/01/z_-yitirdiklerimiz-Nail-TAN_TEMMUZ_2016.pdf