Her evde boy boy resimleri, heykelleri bulunurdu,
çocuklar bu resim ve heykellerinden tanırdı O'nu. Aileler çocuklarına
Türk milletinin atasını bu şekilde tanıtır, millî inançlarına onun
sevgisini katarak
yetiştirirlerdi.
Onun içindir ki, her Kerküklü evvelâ ve evvelâ Türktür, Türk kalmak
için de yalnız varını yoğunu değil, canını bile vermekten kaçınmaz,
yeter ki, kimliklerine dokunulmasın.
Ataya yemin edenlerin, yeminin doğruluğundan şüphe etmek ihanetlerin
en büyüğü sayılırdı. Cüzdanında Mustafa Kemal'in resmi ile ay yıldızlı
bayrağı bulunduranlarla, çeyiz sandıklarında şanlı bayrak ile Kuran-ı
Kerim'i saklayan Türkmen kızları Türk olmanın gururunu ve yüce
Atatürk'ün sevgisini tadarak, hissederek büyürlerdi.
Türk demek, Türk olmak Türk doğup Türk gibi büyümek, anavatanı
Türkiye'yi, Mustafa Kemal'in Türkiyesini görüp havasını teneffüs etmek
mutluluğuna erişebilmek için büyütürlerdi, büyürlerdi. Erişilmez Türklük
şuuru ile dolu yüce insan, oradaki Türklerin Turan fikriyatını bilmekte
idi ki, siyasî sınırlarımız dışında kendilerine
sorulmadan bırakılmalarından çok önceleri, 1926 Ankara
Antlaşması'ndan önce: 1 Mayıs 1920 yılında Türkiye Büyük Millet
Meclisi'ndeki nutkunda1 hep kabul ettiğimiz esaslardan birisi ve belki
birincisi olan, hudut meselesi tayin ve tespit edilirken, hudud-u
millîmiz İskenderun'un cenubundan geçer, şarka doğru uzanarak Musul'u,
Süleymaniye'yi, Kerkük'ü ihtava eder. İşte HUDUD-U MİLLÎMİZ BUDUR
demiştir.
Atatürk 1920 ve de 1927'deki büyük nutkunda millî sınırlarımızın
nerelerden geçtiğini, bizim olmasının gerektiğine işaret etmesine
rağmen, tarihçi sayın Cemal Kutay Bey'in dedikleri gibi Atatürk'ün
dönemi onun vefatı ile bitmiştir. Yalnız dönemi değil sayın hocam,
düşüncesi de, önerileri de, Türk millî politikası da bitmiştir.
Bitmiştir ki, 1990 yılında Körfez Savaşı sonunda millî menfaatlerimize
hizmet etmeyen, zedeleyen oyunların tezgâhlanması sonucu, o dönemin
siyasî iktidarı zamanında ABD ile yapılan müzakereler sonucunda,
reddedilen Sevr Antlaşması'nda belirlenen sınır benimsenmiş, hayâl
edilen Irak Kürdistan'ının sınırı çizilmiş, Irak'taki Türk varlığı ikiye
bölünmüş, az bir kısmı güvenli, yani plânlanan ve korunan, bugün alt
yapısı tamamlanmış oluşumun içinde bırakılmış, öz olan çoğunluktaki
Türkler Allah'a emanet, Irak'la bütün ilişkiler kesildiği bir zamanda
kuzuyu kurda teslim eder misâli, güvensiz bölgede güvencesiz bırakılarak
erimelerine, tehcir edilmelerine, bugünkü durumun ortaya çıkmasına
neden olunmuştur. Türk milletinin millî sınırlarını belirleyen
Atatürk'ün "Ahval ve Şerait" uygunluğu, plân ve fikirleri bir kenara
itilmiş, ilkeleri, düşünceleri unutulmuş, unutturulmuştur. Hâlâ biz
Atatürkçüyüz demekte olanlar, ata yurtlarında toprakları için kanları
akan şehitlere ne cevap verecekler? "Ahval ve Şerait" uygun oldu ama biz
beceremedik, 3 milyon Türkün erimesine vesile olduk, oluşum oluştu ve
vatanımızın belli kesimini büyük tehlikelere maruz bıraktık. Seni dinlemedik, bizi affet mi
diyecekler? Eminim 40 yıldan beri siyaset yapanlar bir şey olmamış gibi
öğütlerine devam edecekler, bir toplum eridi, hem de öz be öz Türk,
şairin dediği, "Ki ben Türk oğlu Türküm, Türk için terki hayat ettim".
Türklüğü için hayatı terk etmekten sakınmayan
yüce milletimizin bir parçası olan Kerküklüler erimektedir, ulu
önderim başına yemin edenlerin hâlini kalk da bir gör, öfkelenmek yerine
mutlaka benim gibi ağlarsın.
1 Ağustos 1925 yılında Seyyid Muhammed Cebarîye yazdığı mektupta
Musul2 ahalisinin kurtuluş günlerinin yakın olduğunu, aşağıda
okuyacağımız yazıda bildirmiştir:
"Mücahid-i muhterem Sadatdan Seyyid Muhammed ve akrabalarına:3
Memleketin bir cüz'î hayenfekki olan Musul'un ahalisinin kariben halas
bulacağına itikad ve itimad olunarak öteden beri devam eden
mücahedatınızda berkarar olmanızı selâmet ve saadet-i atiniz namına
hamiyyeti malûmumuzaterk eylerim.
Türkiye Hükûmetinin şefkatini ve Musul'un hükûmetimize karşı yüksek
bir cidal ile münevver bir istikbal temin olunması din kardeşlerimizin
huzur ve saadeti için kıymetdardır. Halas günleri karibdir. Şems-i
istihlasın
tulüuna4 kabürane müterakkib bulunulmasını hatırlatır, Cenab-ı Vacib-ül-vücud'dan cümleye muvaffakiyetler temenni eylerim."
1 Ağustos 1925.
Mustafa Kemal
"Layenfek" ayrılmaz bir bütün olarak yüce Atatürk ve Meclis-i
Mebusan tarafından kabul edilen bu toprakların kurtuluşu ele geçen
fırsatlar değerlendirilmediği için gerçekleşemedi, 3 milyon Türk sabırla
Atatürk'ün vaad ettiği "Güneşin" doğmasını beklemektedir.
Fakat gerçek olan bir şey varsa, bu insanlar, ister anavatanda
isterse yaşadıkları topraklarında, pek güç durumdadırlar. Atatürkçü bir
politikanın özlemini yıllardan beri çeken, bekleyen Kerküklüler yaşam
kavgalarında, mücadelelerinde yalnızlığın bedelini çok pahalı
ödemektedirler, kimliklerinin yok edilmesi için her yola başvuranların
karşısında, ölüm kalım arasında direniyorlar, ne mutlu Türküm
nidalarının Babagurgurun alevleriyle ufuklarında birleşmesini,
ebedîleşmesini, tarihin bu haksız sayfasının kapanmasını, albayrak
üstünde güneşlerinin bir an önce doğmasını istemektedirler. Bugünlerin
yakınlığına inanmak istiyorlar, Tanrı Dağı'nda bir elinde ay yıldızlı
bayrak, diğer eliyle Bozkurdun başını tutan Atatürk'ün önünde dizilen
Kerkük'ün kahraman şehitleri, kanları ile sulanan ata topraklarına
kavuşacakları günü ümitle beklemektedirler.
DİPNOTLARI
1. Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri. Atatürk Araştırma Merkezi yayınları, 1989. s. 75.
2. Musul vilâyeti imparatorluk zamanında. Musul, Erbil, Kerkük ve
Süleymaniye'yi kapsamakta idi. Kerkük, Erbil ve Musul vilâyetinin bir
bölümü Türktü.
3. Tarih Dergisi. Sayı 10. Kasım 1972. Dr. Fethi Tevetoğlu.
4. Kurtuluş güneşinin doğmasını, Kerküklüler bugüne kadar hep beklediler,
beklemeye sabırla ve inançla devam ettirmektedirler.
Alıntı Kaynak: http://www.bizturkmeniz.com/tr/index.php?page=article&id=8264 |