SAĞLAM ZEMİN – ÖMER SEYFETTİN
Bir Alman şâ’ir şi’irlerini Almanca, bir İngiliz İngilizce, bir Rus Rusça yazar, çünkü onun vatanı kendi lisânıdır. Bir heykeltıraş heykelini kendi memleketinde kurar. Çünkü başka yere gitse onun san’atıni anlamazlar. Ve bu san’atkâr vatanın sağlam bir zemini bulup gelecek arsılara hediye etmek istediği abideyi onun üzerinde yükseltir… İşte Türkçe Türk san’atkârları için bir vatan, bir sağlam zemindir. Türkçe’nin üzerine kuracakları abide geçecek zamanların yıkıcı ellerine dayanır. Halkının ismini nesilden nesile söyler… Onu ebedîleştirir.
Edebiyat heykeli için sağlam bir zemin canlı lisân, ya’nî konuşulan Türkçedir. San’atkâra kimse karışmaz. O istediğini yapar. Yalnız vatandaşları yaptığı şey’in sağlam bir zemin üzerine kurulmasını isterler ve bu haklarıdır.
Şimdi bir heykeltıraş düşününüz. Gidip kumsal çakıllı, berbat ve çürük bir zemin üzerine güzel, bedî’, mükemmel bir heykel kuruyor. Bu heykeli bir an için herkes beğenir. Fakat zemin çürük olduğumdan bu heykel yaşayamaz. Mutlaka devrilir. Ne kadar kuvvetli harçlarla bir mesnet yapsa yine yıkılır. Çünkü zemin gevşektir. Bu memleketin belediye re’isi yahut akıllı adamlar san’atkârlara:
– Ne yaparsan yap, yalnız zemine dikkat et kavî olsun.
Derler. Bir şâ’ire de böyle müdahale etmek hakkımızdır.
– Ey şâ’ir! Ne yazarsan yaz. Yazdığın ister millî, ister gayr-i millî olsun. İster Yunan Edebiyatı’nı; ister Japon Edebiyatı’nı terennüm et. Yalnız dikkat et, lisânın bizim lisânımız olsun. Bizim lisânımızla, halkın lisânıyla yazmadıkça eserin ölüme mahkûmdur. Ne yazacağına karışamayız. Fakat lisânının konuştuğumuz Türkçe olmasını isteriz ki senin rûbabını da işitelim.
Eski edebiyat lisânı, terkipli ve sun’î lisân edebiyat heykelinin çürük zeminidir. Veysî, Nergisî hakikaten büyük san’atkâr idiler. Onların eserlerindeki ince isti’âreler kıymeti takdir olunamayacak derece yüksektir. Fakat bu san’atı canlı bir lisân ile eda etmiyorlardı. “İskenderiye Edipleri” gibi hususî ve konuşulmaz bir lisânla yazıyorlardı. Bu uydurma lisânı ancak birkaç kişi anlıyordu. Bugün kimse anlamıyor.
Eski edebiyat lisanıyla yazılan diğer şi’irler de bu dalgadan kendilerini kurtaramadılar. Bugün onları kim okuyor? Hemen denilebilir ki hiç kimse. Hatta eski edebiyatın terkipli lisânı yavaş yavaş mizah lisânı olmaya başladı. Yarın fen ve hakikat galebe çalarsa: Ve ilâh… gibi şeyleri kimse ciddî zannetmeyecek herkes şaka ve mizah telâkki edecektir. Bugün bile bizde mizahın lisânı eski edebiyat lisânıdır. Tanin’in meşhur kasideleri neydi? Gayet tuhaf bir şey yazmak için mutlaka Arapça, Acemce terkipler yaparız. En muktedir mizah muharrirlerimizden birisi bana diyor ki: Eğer terkipler olmasa bizim sermayemiz azalır. Biz halkı güldürmek için yalnız Arapça, Acemce terkipler değil, Türkçe kelimelerden bile Arapça ve Acemce kâ’idelerle terkipler uydururuz. Hele seci’ … Bugün bu en gülünç şeydir. Konuşurken tecrübe ediniz. Birkaç terkip söylediniz mi karşınızdaki gülmeye başlar. Yahut siz alay etmek için terkip söylersiniz. Yazarken de böyle olacak. Canlı lisân edebiyat lisânı olunca kimse o ma’hûd klişe terkipleri, o vasf-ı terkipleri kullanmaya cesaret edemeyecek. Altı yedi ay evvel “Karagöz Gazetesi” böyle terkipli bir şi’iri aynen almış ve “Tercümesini gelecek hafta neşredeceğiz” diye eğlenmişti. O şièir bundan on sene evvel, eski edebiyat lisânının yeniden parladığı gün Servet-i Fünûn’da görülseydi belki takdir olunurdu. Hâlbuki bugün Karagöz sahifelerine naklediyor.
Bir şey’in gülünç olması âdetlerimize muhite, selikamıza milletimize zıt ve muhalif bulunmasıdır. Hatta Çince bile eski edebiyat lisânı kadar Türkçe’ye zıt ve muhalif değildir. Edebiyatımız için sağlam ve hakikî zemin konuşulan İstanbul Türkçesiyle millî aruzumuz olan hece vezinleridir. “Efa’îl ve tefa’îl” bizim sevk-i tabî’-mizde yoktur. Aruz ve kâ’idelerini bilmeyen bir adam aruzla yazılmış bir şi’iri okurken güçlük çeker. Ve zevkine varmaz. Fakat hece vezinleriyle yazılmış bir şi’iri herkes okur ve zevkine varır; nitekim eski destanlarımız ve koşmalarımızdaki o samimî ahengi, duyguları hangimiz duymayız?
Türkçe kelimelerde “med” yoktur. Türkçe’ye giren Arapça ve Acemce kelimelerdeki “med”ler de kısalmış, âdeta bir elifin dörtte biri kadar hissolunmaz dereceye inmiştir. Türkçe’ye giren Arapça ve Acemce kelimelerin çoğunda hiç med kalmamıştır. Hâlbuki Türkçe’nin ruhunu, edasını tetkik için ba’zı şâ’irlerimiz Arap ve Acem aruzunu kullanmakta inat ediyorlar. İnat ile ictimâ’î hakikatler değiştirilemez.
“Efâ’îl ve tefâ’îl” aruzunda hece aşırı bir “med” vardır. Bu med mecburiyeti Türkçe’nin edasını, Türkçe kelimeleri “savfiyyet”lerini bozar. Buna şahit Fuzulî’den Tevfik Fikret’e kadar aruz vezinlerini kullanan bütün Türk şâ’irlerinin eserleridir. Madem ki bir lisânda “med” yok, artık o lisânda “med-li” bir aruz kullanılabilir mi? Vâkı’â Türkçe’ye giren Arap kelimelerinde gayet hafif bir med kalmıştır. Fakat bu asla duyulmaz. Asla aruzun istediği gibi üç dört elif miktarında değildir. “Hayat, inkılâp; sabah; sükûn; harap” gibi birçok kelimelerdeki medlerin farkına varılmaz. Fakat bu kelimeler aruz ile kullanılınca hemen Türkçelikten çıkar. Renklerini; edalarını; savfiyetlerini gâéib eder. Uzar, lâstikleşir.
Tecrübe için bu kelimeleri Arap ve Acem aruzuyla kullanalım; bakınız, nasıl uzun ve Türk edasına muhalif bir tarzda çekiyorsunuz. (Hayat) gitmedi ama (memat) gelmiştir!
Bu (inkılâplara) yok mu intiha yarab! (Sükûn) bekleyenler bir (sabahtan) ekser… (Harap) bir sakfın zıllı-ı ictirâbında.
Eğer bu kelimeleri Türk şivesiyle telâffuz ederseniz vezin bozulur. Mutlaka çekeceksiniz. Konuşurken kullandığınız şivenin haricinde ve bambaşka bir eda ile çekeceksiniz. Fakat millî aruzla ya’nî hece vezinleriyle yazılmış olursa konuşurken nasıl telâffuz ederseniz öyle okuyacaksınız. Arap tecvidiyle çekmeyeceksiniz:
Akşam sabah hep boğuşmak, Hareketsiz yer haraptır. Ölüm için sükun birçok, Hayat demek inkılâptır…
Bu parçadaki sabah; harap; sükûn; hayat; inkılâp kelimelerini Arap tecvidiyle çekmek isterseniz bile muvaffak olamazsınız. Çünkü artık onlar Türk aruzuna girmiş; Türk tecvidine uymuştur. İctimâ’î bir mü’essese olan lisânın yalnız sarfı ve nahvi değil edası; şivesi ve tecvidi de mukaddestir. Milliyetlerinin büyüklüğünü idrak edemeyen birtakım cahil zavallı softalar gibi lisânımızın kelimelerini teşditler; Arap tecvidiyle dört elif miktarı çeker ve bozarsak hiçbir vakit Türkçe’nin güzelliğini eserlerimizde gösteremeyiz. Arap aruzu Arapça’ya mahsustur. Çünkü o Arap kelimelerinin şekliyyat ve savfiyyetlerine göre yapılmıştır. Türkçeye uymaz. Vâkı’â Fuzulî’den beri gelenler uydurmaya çalışmışlar. Fakat Tevfik Fikret bile o kadar dikkat ve gayret ettiği hâlde Arap aruzuyla yazdığı kelimeleri şivelerini edalarıyla muhafaza edememiş, Arap tecvidiyle kullanmıştır.
Her lisânın kendine â’id hususiyetleri olduğu gibi vezinlerin de kendilerine hususiyetleri vardır. Türkler kelimelerinin hecelerini çekmezler, sayarlar. Araplar kelimelerini çekerler… Türk vezinleri hecelerei çekmez ve hepsini sayar. Arap vezinleri heceleri saymaz ve ba’zısını çeker… Arap aruzu içinde Türk tecvidi de hemen söner lisânın tarassut edebildiğimiz şe’niyyetine, hakikatine inat ederek hâlâ Arap vezinlerini kullanırsak kendi lisânımızı yine kendimiz bozmuş oluruz. Eserlerimiz Türkçe sayılmaz.
Milletimizin ruhu rûbabımızı şâ’irlerimiz vatanlarının haricine çıkmamalı abideleri için sağlam bir zemin aramalıdırlar. Bu sağlam zemin: Konuşulan güzel Türkçe ve bayağı kelimeleri bile Türk tecvidine uyduran (millî aruz) ya’nî hece vezinleridir.
Öz lisânını seven şâ’irler abidelerini bu sağlam zemin üstüne kurmalıdırlar. Hece vezinleriyle yazılan şi’irlerin ömrü ihtimal milletinin ömrü kadar uzun olur. Fakat Arap aruzuyla yazılan şièirlerin ömrü ise Arap ve Acem edasını kendi lisânınınkine tercih etmiş olan hasta bir zümre muhitimizde daha ne kadar yaşabilirse işte o kadar…
Bu zümrenin günden güne azaldığını, ihtiyarladığını ve öldüğünü görmüyor musunuz?
ÖMER SEYFETTİN, TÜRK SÖZÜ, YIL : 1 SAYI: 15, 17 TEMMUZ 1330 PERŞEMBE,
Alıntı Kaynak: https://turkcetarih.com/saglam-zemin-omer-seyfettin/