20190911

🖼 🇹🇷Türk ressamı İbrahim Çallı'nın Hayatı ve 16 Önemli Tablosu


İbrahim Çallı, Denizli’nin Çal ilçesinde doğdu. İlk resim derslerini askeri okula girmek için geldiği ve çeşitli işler yapmak zorunda kaldığı İstanbul’da resim dersleri veren bir öğretmenden aldı. Daha sonra Kapalıçarşı’da çalışan ressam Ruben Efendi’den resim öğrendi. 1906 yılında Şeker Ahmet Paşa’nın oğlu İzzettin Bey’in aracılığıyla Sanayi-i Nefise Mektebi’ne girdi. Altı yıllık okulu üç yılda bitirdi.

1910 yılında Maarif Nezareti’nin açtığı Avrupa’ya tahsile gönderilecek ögrenciler yarışmasında 'Çıplak Adam' ve 'Hareket Ordusu’nun Muhafiz Alayı’ndan Maksut Çavuş' adlı tablolarıyla birinci oldu. Aynı yıl Hikmet Onat ve Ruhi Arel’le birlikte Paris’e resim öğrenimine gönderildi. Paris’te geçirdiği eğitim ve öğrenim yılları Çallı ve sanatı için önemli gelişimlerin yaşandığı bir döneme işaret eder. Doğuştan varolan yeteneği ögretim olanaklarıyla birleşince sanatına ve dolayısıyla Türk resim sanatına önemli bir atılım kazandırmış olur.

Çalışmalarında biçimler ve planlar, çizgilerle değil, sıcak ve soğuk renklerle ve renklerin ifade ettikleri ışık güneş oyunlarıyla tasvir edilir. Batılı empresyonistlerde beliren plan ve tablo düzeni Çallı’da daha yumuşak, daha belirsiz görülür. Çallı hazırlıksız, eskiz ve taslaksız, deseni fırça ucuyla çizmekle yetinirdi. Aşağıdaki tablosu, bu aceleci çalışma türüne örnektir.

İbrahim Çallı, Fernand Cormon’un atölyesinde 4 yıl resim çalıştı. Ancak Cormon o yıllarda Empresyonist ve Kübist denemelere şiddetle karşı çıkıyordu ve modern eğilimleri bir soysuzlaşma, resim sanatının bir yozlaşması olarak nitelendiren tutuculara katılmıştı. Çallı ve kuşağına bağlı diğer arkadaşları Avrupa’da öğrencilikleri sırasında bu tutucu ustalardan ders almalarına karşın etkilerinde kalmamışlar, aksine empresyonizme yakın özgür görüş ve tekniği benimsemişlerdir. Çallı’nın aşağıdaki tablosu izlenimcilik etkisinde yaptığı eseridir.

1914 yılında Birinci Dünya Savaşı çıkınca süresini doldurmadan yurda döndü. Sanayi-i Nefise Mektebi’nde Vallaury’nin yardımcılığına getirildi. Gene aynı yıl Resim Bölümü Yağlıboya Atölyesi ögretmeni olarak resmen göreve başladı. Galatasaray Yurdu ve Lisesi’nde düzenleme, figür ve portreler yaptı.

Ada camları arasında gezinen hanımlar, balolar, kadın portreleri ve Türk resminde ilk görünen çıplaklarında (nü) Çallı, lirik bir fırçanın sahibiydi. Bu döneme ait eserlerinde dengeli bir kompozisyon kaygısı sezilir. Siyah ve kahverengiden arındırılmış renklere ve özgür bir fırça işçiliğine sahip olduğu görülür. Aşağıdaki resminde batılı giyim tarzında 2 kadın model var ve yüzleri son derece net. Sosyal ve psikolojik karakterleri yüzlerinden okunabilmektedir.
En ilginç yapıtları Beyaz Rus akınıyla İstanbul’a gelip bir süre kalan ressam Alexis Gritchenko’nun etkisiyle 1927 yılında yaptığı Mevleviler dizisi oldu. Bu dizide o güne kadar uyguladığı yarı empresyonist tekniği bırakmış, Rus ressamın grafiğe yakın, şematik desenini, bu deseni örten az karışımlı renklerini benimsemişti. Burada ayrıntıları iyice ayıkladığı, iki boyutlu bir mekan derinliğinde düz ve ince sürülmüş renklerin uyumunu aradığı görülür.
Okuldayken kılık kıyafeti, onu biraz köylü, biraz yaşlı gösteriyordu. Ama çok çalışkandı. Fransa’dan döndükten sonra bu kez de Fransız şıklığı içindeydi. Türkiye’de resim sanatının en önemli mihenk taşlarındandır. 1914 kuşağı Çallı Kuşağı diye onunla anıldı.
Çallı, canlı karakteri, hoşsohbetliği, sofra zevklerine, dolayısıyla içkiye düşkünlüğüyle tanınıyordu. Toplantıları renklendiren sıcak, sevimli kişiliğiyle, espirileriyle, hazırcevaplığıyla, bir hayli bohem yaşantısıyla ilgili fıkralarıyla uzun yıllar dilden dile dolaşmıştır.
Cumhuriyet’in ilanından sonra Kurtuluş Savaşı ve devrimlerle ilgili resimler yapar. Aşağıdaki tablosunu Ankara Etnoğrafya Müzesi’nde Osman Hamdi Bey’le açtığı sergide Atatürk görür: “Biz Kurtuluş Savaşı’nda ekmek zor buluyorduk, açtık, senin resimdeki atlar nasıl da semirmiş böyle” der. Bunun üzerine ressam boyası ve fırçasıyla atı zayıf bir hale getirir.
Aşağıdaki resmi Gül Koklayan Kadın adlı eserini ressam John William Waterhouse’nin The Soul Of the Rose (Gülün Ruhu) tablosu, İbrahim Çallı’ya ilham vermiş. İlginçtir Çallı’nın kadının başında örtü de olsa, Waterhouse’nin İngiliz kadınından daha feminendir.



Pul üzerine de basılan bu tabloda Prenses Vicdan Halim Moralı, kendi köşkünde, Edirnekâri bir sedirin üzerinde oturmakta, sedirin solunda aynı tekniği sergileyen sehpanın üzerinde, mavi Beykoz işi mavi opalin vazonun içinde pembe güller görülmektedir. Duvarda solda, üzerine porselen bir tabak konmuş. Edirnekâri kavukluk, sağda yaldızlı çerçeve içinde sülüs hatlı “Ve mâ tevfîki illâ billâ” (Ancak O’nun yardımıyla olur) yazısı yer alır. Sarı ipek şalvar, sim işlemeli yeşil üç etek giymiş olan prensesin elmas küpeleri ve sarı çiçek oyalı hotozu dikkat çekmektedir.
1947 yılında anlaşamadığı ögretim kadrosuna Akademi’yi ve atölyesini bırakarak 65 yaşında emekli oldu. Eşsiz fırçası ile sayısız eserler vermiş, yüzlerce öğrenci yetiştirmiş bu değerli üstada Akademi’den ayrılışı nedeni ile görkemli bir tören yapıldı.

Torunu ressam Yaşar Çallı’nın dedesi ile ilgili şunları anlatıyor:

“Dedem de köyden Beyza yüzünden kovulmuş zaten. Onun hikayesi de ilginçtir. Bir akşam dedem 16 yaşındayken, 6 arkadaşıyla Kumral Vadisi’ndeki bağevine alem yapmaya gitmiş. Beyza’yı da kendilerine sakilik yapsın diye yanlarında götürmüşler. Dedem ve Beyza birbirlerinden hoşlanıyorlarmış. Yemiş, içmişler, dedem o gece Beyza ile birlikte olmuş. Beyza, dedem için hep çok önemli olmuştur. Sabah olduğunda Beyza sızdığı için herkes nöbetleşe sırtında taşıyarak onu evine götürmeye kalkmış. Tam dedeme sıra gelmiş, köylü onun sırtında Beyza’yı görmüş. Çünkü dedem evli, bir de çocuğu var. Kıyamet kopmuş ve dedem köyden ayrılmak zorunda kalmış.”


1947 yılında emekli olan ve 22 Mayıs 1960’ta mide kanaması sonucu İstanbul’da yaşamını yitiren Çallı’yla son buluşmayı Hasan Ali Yücel, ölümünden sekiz gün sonra, 30 Mayıs 1960’ta kaleme aldığı Dostum Çallı yazısında şöyle anlatıyor:

“Onu son defa Taksim civarında görmüştüm. O şakacı Çallı, benimle uzun bir seyahate çıkacakmış gibi içli içli konuştu. Sesi, kederli bir inilti kadar ihtiyar ve bitkin, titriyordu. Ayrılırken öpüştük, aksi yönlere yürüdük. Garip iç dürtüsüyle arkama döndüm, ne göreyim, o da bana bakıyordu. Birbirimizi bir kere daha selamladık.”

Avluda Oturanlar tablosu, 1913 tarihli bir Çallı tablosu. 2014 yılında 2 milyon 460 bin liraya satılarak bugüne kadar satılan en yüksek değerli Çallı eseri oldu.

Cumhuriyet Dönemi eserlerinden biri


Alıntı/Kaynak:
http://www.leblebitozu.com/unlu-turk-ressam-ibrahim-callinin-15-onemli-tablosu/

Türk Devletleri Teşkilatı'nın Bayrağı Değişti

''Yıldızın sekiz farklı köşesi, merhamet, şefkat, sabır, sır tutma, cömertlik, sadakat, şükretmek ve doğruluğu temsil ediyor. Sekiz ...