Atatürk-Lenin dostluğu
Cem Gürdeniz
Cem Gürdeniz
Emekli Amiral
Aydınlık Gazetesi
17.12.2017
Küresel düzeni belirleyici koşulların her hafta kökten sarsıldığı büyük satranç tahtasında, gelişen ve değişen konjonktüre ulusal güç kapasitesinde cevap verebilmek, yeni stratejiler üretebilmek, yeni inisiyatifler yaratmak devlet refleksinin özünü oluşturur. Devlet refleksi iletişim gücü ile buluşunca dış politika hamleleri gerçekleşebiliyor. Günümüzün iletişim şartları hızlı satranca izin veriyor. Telgrafın yerini görüntülü telefonlar ve e-posta; tren ve geminin yerini uçaklar aldı. Yeni konjonktürde yükselen Avrasya Jeopolitiği, soğuk savaş sonrası oluşan tek kutuplu düzeni zorlamakta ve dünya siyaset arenası, çok kutuplu ve bölgesel ittifakların oluşabileceği bir rotaya doğru dönüş göstermektedir. Bu yükselişte Batı Asya’da Türk-Rus ve Türk-İran yakınlaşması küresel dengelerde büyük etki yaratıyor. Diğer yandan Çin’in siyasi, ekonomik ve askeri alanlarda yarattığı yeni durum, Washington Konsensüsü yerine, Pekin Konsensüsü’nün küresel sistemde yerini almasını hızlandırıyor. Bu durum yeni uluslararası ilişkiler teorilerinin gelişmesini tetikliyor, güç kavramı yeniden değerlendiriliyor ve küresel sistemde yeniden 19. yüzyılın güç sistemine dönüş hızlanıyor.
BU SÜREÇTE TÜRKİYE ATATÜRK’Ü YENİDEN KEŞFEDİYOR
Zira dış ve iç koşullar gerek dış politikada gerek iç politikada onun kurduğu sistemin hayatta kalma, güvenlik, refah ve mutluluğumuz için ne denli vazgeçilmez olduğunu bizlere acı çektirerek, bedel ödeterek öğretiyor ve öğretmeye devam ediyor. 21. yüzyılda varlığımıza en büyük tehdidi teşkil eden P K K ve F E T Ö’nün ardındaki payandalar, bunları inşa eden, destekleyen ve akıl verenler Atlantik sistemin ürünleri. Ancak paradigma değişiyor. Türkiye kendisini tam üye kabul ettiremediği 70 yıllık Atlantik kulübünü sorguluyor. Zira kulüp doğudaki bu üvey üyesinin çıkarlarını asla gözetmedi. Kurucusu Mustafa Kemal’den uzaklaştırdı ve uzaklaşmasını teşvik etti. Türkiye’nin demokrasi söylemi altında ulus devlet, üniter yapısının örselenmesini; din ve vicdan özgürlüğü adı altında laik devletin sulandırılmasını destekledi. 1946 sonrası siyasi kadroların yozlaşmasını teşvik etti. Bu yozlaşmayı gerektiğinde kritik kararların alınması için şantaj silahı olarak kullandı.
SİSTEM ARTIK TIKANDI
Bilgi hızla el değiştiriyor. Gerçeği arayanlar artık ona erişebiliyor. Bugünün gerçeği, Türkiye’nin imparatorluk geçmişi ile Mustafa Kemal’i harmanlaması ve tarihsel sermayesini Avrasya gözlüğü ile yeniden değerlendirmesini gerekli kılıyor. Türkiye, Asya ve Atlantik arasında jeopolitik bir denge unsuru olarak öne çıkıyor. Devlet refleksi ve devletin hayati çıkarları bu terazinin kantarının konumunu mevcut konjonktüre göre belirleyecektir. Şimdilik görünen Avrasya ya da Batı Asyalı Türkiye kimliği ulusal çıkarlarını daha iyi koruyor. Unutulmamalıdır ki bu kantar Anadolu’ya kast edildiğinde daima doğruyu bulmuştur. 1918’de Osmanlı İmparatorluğu’nu sonlandıran Avrupa, bizi boğmaya geldiğinde Asya yardıma gelmişti.
STRATEJİ USTASI ATATÜRK
Atatürk, Türk-Sovyet dostluğu ile jeopolitik sürpriz yaratmıştır. Atatürk Balkan Antantı ve Sadabat Paktı girişimleri ile denge yaratmıştır. Atatürk Orta Asya’daki akraba topluluklarımıza yaklaşarak Türkçe dili ve ortak din bağları üzerinden yeni bir denge alanı açmıştır. 16 Mart 1921 tarihli, Türk-Sovyet Dostluk Antlaşması ile Sovyetlerin Sevr Antlaşması’nı reddetmesi ve Misak-ı Milli sınırlarımızı tanıması Türkiye’nin Avrasya yönelişinin kapısını 96 yıl önce aralamıştır. Bu anlaşma sayesinde Rusya’dan gelen cephane ve para ile Kurtuluş Savaşı mümkün olmuştur. Stalin döneminde kuzeyindeki bu dev ülkenin jeopolitik ekonomik ve askeri gücünün büyüklüğüne rağmen akraba Türklerle yakınlaşmanın temellerini atmış, Türkiyat Enstitüsü’nü kurmuştur. Onun aramızdan ayrılışından sonra maalesef iki ülke birbirinden uzaklaşmaya başlamıştır. Bu uzaklaşma akraba Türklerle olan yakınlaşmaya da engel olmuştur. Geçmişte yaşanan başta notalar süreci Türk-Rus dostluğunu dinamitlemiş ve karşılıklı güvensizlik Türkiye’nin NATO üyeliği ile sonuçlanmıştır.
YENİ DURUM, YENİ FIRSATLAR
15 Temmuz 2016 darbe girişimi, Suriye krizi, Akdeniz’e açılması istenen Kürt koridorunun Rus jeopolitiğine etkileri, Türk-Çin yakınlaşması, Türk-İran işbirliği ve Türk-Rus ekonomik ilişkileri yepyeni bir Asya dönemini başlatmıştır. Bu dönem, her iki ülkedeki mevcut iktidarların siyasi bir seçiminin sonucu olmaktan ziyade jeopolitik arenadaki ölüm kalım savaşının gerekli kıldığı işbirliğinin ve siyasi coğrafyanın bir sonucudur. Türk-Rus yakınlaşması, iki önemli Avrasya devletinin güvenlik ve çıkarlarının karşılıklı olarak gözetilmesi sonucunu doğurmalı ve 21’inci yüzyıl güvenlik ve dış politikalarının belirleyici ana eksenlerinden birisi olmalıdır. Bu çerçevede Mustafa Kemal’in 4 Ocak 1922 tarihinde Lenin’e yazdığı mektubun aşağıdaki bölümü geleceğe ışık tutmalıdır. (Ercan Dolapçı, Devrimin İki Yüzü-Atatürk ve İnönü, Kategori Yayıncılık, 2017-Sayfa 119)
“Türkler ve Rusların, tarihi, yüzyıllarca süren kanlı savaşların gürültüsüyle doldurduktan sonra, bu kadar çabuk ve bu kadar bütünsel bir şekilde uzlaşmaları, öteki milletleri şaşkınlığa uğratmıştır. Pek çoğu bu dostluğun suni olduğu ve şartlar gereği sağlandığı zannına kapılmışlardır, hâlâ da bu inançtadırlar ya da öyle gözükmektedirler. Ancak, iki halkın ne ölçüde birbirleriyle anlaşmak ve birbirlerini sevmek için yaratıldıklarını ve geçmiş kavgaların yalnızca her ikisinde de yerleşmiş zalim iktidarların kışkırtmaları ile çıkmış olduğunu, son savaşta asker ve subayların birbirleriyle nasıl isteksizce savaştığını görmüş olanlar, birkaç sene önce oluşan yeni vaziyetin sürekli ve istikrarlı olduğunu söyleyeceklerdir. Zira bu vaziyet tabii olandır ve eski istibdat tarafından sürdürülen suni düşmanlık ise son nefesini vermiştir... Türkiye Rusya’ya, bilhassa son birkaç ayın Rusya’sına Batı Avrupa’ya olduğundan çok daha yakındır. Memleketlerimiz arasında bir diğer ve daha mühim benzerlik, bizim kapitalizm ve emperyalizme karşı mücadelemizde yatmaktadır... Türkiye hâlâ büyük devletlerin ve onların uydularının açık veya gizli, azgın saldırılarına hedef olmaya devam ediyorsa, bunun nedeni, her şeyden önce mazlum sömürge halklarına örnek olarak kurtuluşa giden yolu göstermesidir... Sizi temin ederim ki Sovyet Rusya’ya karşı doğrudan veya dolaylı olarak asla hiçbir anlaşmaya ve ittifaka dahil olmayacağız.”
Atatürk’ün bu sözleri iktidar ve muhalefetin gözü önünde olmalıdır.
Küresel düzeni belirleyici koşulların her hafta kökten sarsıldığı büyük satranç tahtasında, gelişen ve değişen konjonktüre ulusal güç kapasitesinde cevap verebilmek, yeni stratejiler üretebilmek, yeni inisiyatifler yaratmak devlet refleksinin özünü oluşturur. Devlet refleksi iletişim gücü ile buluşunca dış politika hamleleri gerçekleşebiliyor. Günümüzün iletişim şartları hızlı satranca izin veriyor. Telgrafın yerini görüntülü telefonlar ve e-posta; tren ve geminin yerini uçaklar aldı. Yeni konjonktürde yükselen Avrasya Jeopolitiği, soğuk savaş sonrası oluşan tek kutuplu düzeni zorlamakta ve dünya siyaset arenası, çok kutuplu ve bölgesel ittifakların oluşabileceği bir rotaya doğru dönüş göstermektedir. Bu yükselişte Batı Asya’da Türk-Rus ve Türk-İran yakınlaşması küresel dengelerde büyük etki yaratıyor. Diğer yandan Çin’in siyasi, ekonomik ve askeri alanlarda yarattığı yeni durum, Washington Konsensüsü yerine, Pekin Konsensüsü’nün küresel sistemde yerini almasını hızlandırıyor. Bu durum yeni uluslararası ilişkiler teorilerinin gelişmesini tetikliyor, güç kavramı yeniden değerlendiriliyor ve küresel sistemde yeniden 19. yüzyılın güç sistemine dönüş hızlanıyor.
BU SÜREÇTE TÜRKİYE ATATÜRK’Ü YENİDEN KEŞFEDİYOR
Zira dış ve iç koşullar gerek dış politikada gerek iç politikada onun kurduğu sistemin hayatta kalma, güvenlik, refah ve mutluluğumuz için ne denli vazgeçilmez olduğunu bizlere acı çektirerek, bedel ödeterek öğretiyor ve öğretmeye devam ediyor. 21. yüzyılda varlığımıza en büyük tehdidi teşkil eden P K K ve F E T Ö’nün ardındaki payandalar, bunları inşa eden, destekleyen ve akıl verenler Atlantik sistemin ürünleri. Ancak paradigma değişiyor. Türkiye kendisini tam üye kabul ettiremediği 70 yıllık Atlantik kulübünü sorguluyor. Zira kulüp doğudaki bu üvey üyesinin çıkarlarını asla gözetmedi. Kurucusu Mustafa Kemal’den uzaklaştırdı ve uzaklaşmasını teşvik etti. Türkiye’nin demokrasi söylemi altında ulus devlet, üniter yapısının örselenmesini; din ve vicdan özgürlüğü adı altında laik devletin sulandırılmasını destekledi. 1946 sonrası siyasi kadroların yozlaşmasını teşvik etti. Bu yozlaşmayı gerektiğinde kritik kararların alınması için şantaj silahı olarak kullandı.
SİSTEM ARTIK TIKANDI
Bilgi hızla el değiştiriyor. Gerçeği arayanlar artık ona erişebiliyor. Bugünün gerçeği, Türkiye’nin imparatorluk geçmişi ile Mustafa Kemal’i harmanlaması ve tarihsel sermayesini Avrasya gözlüğü ile yeniden değerlendirmesini gerekli kılıyor. Türkiye, Asya ve Atlantik arasında jeopolitik bir denge unsuru olarak öne çıkıyor. Devlet refleksi ve devletin hayati çıkarları bu terazinin kantarının konumunu mevcut konjonktüre göre belirleyecektir. Şimdilik görünen Avrasya ya da Batı Asyalı Türkiye kimliği ulusal çıkarlarını daha iyi koruyor. Unutulmamalıdır ki bu kantar Anadolu’ya kast edildiğinde daima doğruyu bulmuştur. 1918’de Osmanlı İmparatorluğu’nu sonlandıran Avrupa, bizi boğmaya geldiğinde Asya yardıma gelmişti.
STRATEJİ USTASI ATATÜRK
Atatürk, Türk-Sovyet dostluğu ile jeopolitik sürpriz yaratmıştır. Atatürk Balkan Antantı ve Sadabat Paktı girişimleri ile denge yaratmıştır. Atatürk Orta Asya’daki akraba topluluklarımıza yaklaşarak Türkçe dili ve ortak din bağları üzerinden yeni bir denge alanı açmıştır. 16 Mart 1921 tarihli, Türk-Sovyet Dostluk Antlaşması ile Sovyetlerin Sevr Antlaşması’nı reddetmesi ve Misak-ı Milli sınırlarımızı tanıması Türkiye’nin Avrasya yönelişinin kapısını 96 yıl önce aralamıştır. Bu anlaşma sayesinde Rusya’dan gelen cephane ve para ile Kurtuluş Savaşı mümkün olmuştur. Stalin döneminde kuzeyindeki bu dev ülkenin jeopolitik ekonomik ve askeri gücünün büyüklüğüne rağmen akraba Türklerle yakınlaşmanın temellerini atmış, Türkiyat Enstitüsü’nü kurmuştur. Onun aramızdan ayrılışından sonra maalesef iki ülke birbirinden uzaklaşmaya başlamıştır. Bu uzaklaşma akraba Türklerle olan yakınlaşmaya da engel olmuştur. Geçmişte yaşanan başta notalar süreci Türk-Rus dostluğunu dinamitlemiş ve karşılıklı güvensizlik Türkiye’nin NATO üyeliği ile sonuçlanmıştır.
YENİ DURUM, YENİ FIRSATLAR
15 Temmuz 2016 darbe girişimi, Suriye krizi, Akdeniz’e açılması istenen Kürt koridorunun Rus jeopolitiğine etkileri, Türk-Çin yakınlaşması, Türk-İran işbirliği ve Türk-Rus ekonomik ilişkileri yepyeni bir Asya dönemini başlatmıştır. Bu dönem, her iki ülkedeki mevcut iktidarların siyasi bir seçiminin sonucu olmaktan ziyade jeopolitik arenadaki ölüm kalım savaşının gerekli kıldığı işbirliğinin ve siyasi coğrafyanın bir sonucudur. Türk-Rus yakınlaşması, iki önemli Avrasya devletinin güvenlik ve çıkarlarının karşılıklı olarak gözetilmesi sonucunu doğurmalı ve 21’inci yüzyıl güvenlik ve dış politikalarının belirleyici ana eksenlerinden birisi olmalıdır. Bu çerçevede Mustafa Kemal’in 4 Ocak 1922 tarihinde Lenin’e yazdığı mektubun aşağıdaki bölümü geleceğe ışık tutmalıdır. (Ercan Dolapçı, Devrimin İki Yüzü-Atatürk ve İnönü, Kategori Yayıncılık, 2017-Sayfa 119)
“Türkler ve Rusların, tarihi, yüzyıllarca süren kanlı savaşların gürültüsüyle doldurduktan sonra, bu kadar çabuk ve bu kadar bütünsel bir şekilde uzlaşmaları, öteki milletleri şaşkınlığa uğratmıştır. Pek çoğu bu dostluğun suni olduğu ve şartlar gereği sağlandığı zannına kapılmışlardır, hâlâ da bu inançtadırlar ya da öyle gözükmektedirler. Ancak, iki halkın ne ölçüde birbirleriyle anlaşmak ve birbirlerini sevmek için yaratıldıklarını ve geçmiş kavgaların yalnızca her ikisinde de yerleşmiş zalim iktidarların kışkırtmaları ile çıkmış olduğunu, son savaşta asker ve subayların birbirleriyle nasıl isteksizce savaştığını görmüş olanlar, birkaç sene önce oluşan yeni vaziyetin sürekli ve istikrarlı olduğunu söyleyeceklerdir. Zira bu vaziyet tabii olandır ve eski istibdat tarafından sürdürülen suni düşmanlık ise son nefesini vermiştir... Türkiye Rusya’ya, bilhassa son birkaç ayın Rusya’sına Batı Avrupa’ya olduğundan çok daha yakındır. Memleketlerimiz arasında bir diğer ve daha mühim benzerlik, bizim kapitalizm ve emperyalizme karşı mücadelemizde yatmaktadır... Türkiye hâlâ büyük devletlerin ve onların uydularının açık veya gizli, azgın saldırılarına hedef olmaya devam ediyorsa, bunun nedeni, her şeyden önce mazlum sömürge halklarına örnek olarak kurtuluşa giden yolu göstermesidir... Sizi temin ederim ki Sovyet Rusya’ya karşı doğrudan veya dolaylı olarak asla hiçbir anlaşmaya ve ittifaka dahil olmayacağız.”
Atatürk’ün bu sözleri iktidar ve muhalefetin gözü önünde olmalıdır.