‘İngilizceyle böbürlendiler oysa gelecek kararıyor’
Aydınlık Gazetesi
‘İngilizceyle böbürlendiler oysa gelecek kararıyor’Ünlü müzisyen Kıraç’ın İngilizce’nin eğitim hayatının büyük bölümünü kapsaması üzerine yaptığı açıklamalar tartışılmaya devam ediyor.
ERSOY İRŞİ
Kıraç ‘’Bütün okullar İngilizce için seferber olmuş durumda. Bu da özellikle 1980’lerden sonra fışkırdı. İngilizce öğrendiklerinde hayatlarının kurtulacağına inanıyolar. 40 yıldır böyle bir algı yaratıldı. İngilizce dediğimiz dil Amerika, İngiltere gibi egemen ülkelerin dünyayı sömürme biçimidir. Ben çocuklar yabancı dil öğrenmesin demiyorum. Eğitim anadille olmalı diyorum. Çünkü Türkçe giderse Türk de gider’’ demişti.
Kıraç’ın görüşlerini usta yazarlar Hidayet Karakuş ve İnci Aral Aydınlık’a değerlendirdi.
Bu yıl İzmir Kitap Fuarı’nın ‘’Onur Yazarı’’ olan Karakuş, İngilizce’nin eğitim hayatının büyük bölümünü kapsamasına ilişkin şunları söyledi: Türkiye’de eğitim 1946’dan sonra Atatürk’ün ereklediği aydınlanma çizgisinden hızla uzaklaştı. Laiklikten verilen ödünler önce eğitimi vurdu. İmam Hatip Okulları açma yarışı ülkeyi bugünlere getirdi. İmam okullarında laikliğin değeri anlatılmak bir yana büyük çoğunlukla Arapça’nın kutsanarak anlatıldığı bir eğitim verildi. 1980’den sonra da ülkeyi İngilizce sarası sardı. Hiç kimse Türkçe’ye ne oluyor demedi. “Türkçe’miz elden gidiyor” diye çığıranlar bir avuç yazar, ozan, dilci oldu. Türk-İslam Sentezi dedikleri hiçbir bilimsel temeli olmayan bir dünya görüşü Amerikancı generallerin baskısıyla eğitim izlencelerini biçimlendirdi. Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersleri dayatıldı. Bu derslerde de ahlak değil, ezbere din kuralları, şeriatın temelleri öğretildi. Toplumda emperyalizmin şırınga ettiği mezhepçilik, tarikatçılık, din sömürüsü aldı başını gitti sonra. Her gelen hükümet kendi inancına göre, halkı kandırmak için dini kullanmayı marifet belledi. Sağduyulu Milli Eğitim Bakanları da etkisiz kaldı, hükümet izlencelerinden kopamadı. Kopamazdı da...
HER ULUS ÖNCE KENDİ DİLİYLE VARDIR
Bütün ortaöğretim okullarını Anadolu Lisesi yaparak İngilizce eğitimi baş tacı etmenin bütün hünerleri sergilendi. Eğitim ulusal olmaktan çıktı, çıkarıldı.Ulusun birleştirici öğesi, kimsenin inancıyla yargılanmadığı, komşunun komşuya inancını sormadığı ülkeyi böldüler bir yandan, İngilizce Fen Bilgisi, İngilizce Matematik, İngilizce Tarih, Sosyal Bilgiler... Çocuklarımızın beynini köreltmeye yarayacak izlenceler yapıldı. Anneler babalar, çocukları yabancı dille eğitim veren okullarda okuduğu için böbürlendiler. Oysa ülkenin geleceği kararıyordu. Yurtsever eğitimcilerin seslerine kulak veren olmadı. Üstelik ana dille eğitim diyerek ülkenin harcı kardeşliği, bize bırakmadan Avrupalılar, Amerikalılar paramparça ettiler. Amaçları bizi içten yıkmaktı. Kendi ulus devletlerini korurken bizim ülkemizi, emperyalizmi Kurtuluş Savaşı’yla kapı dışarı eden yurdumuzu yutmak için çalıştılar, çalışıyorlar. Yerli işbirlikçiler ürettiler. Bugün gelinen nokta budur. İngilizce öğrenmek başka, İngilizceye teslim edilmiş bir eğitim uygulamak başkadır. Her ulus önce kendi diliyle vardır. Ulusu oluşturan halkların dil sorunlarını, kültür sorunlarını kendi içinde çözmek ulus devletin işidir. Buna fırsat vermediler; işbirlikçi iktidarlar sömürgecilerin değirmenine su taşıdılar durmadan.
BEYİN GÖÇÜNDE ETKİSİ VAR
Çocuklarımız her dili öğrenmeli ama önce kendi dillerini iyi bilmeli, Türkçe’yi bütün incelikleriyle, sesiyle, tınısıyla sevmeli. Bunun için eğitim izlenceleri çağcıl yazarlarla başlamalı. Çok kitap okuma temelli bir eğitim uygulanmalı. Bütün okullarda kitaplıklar zengin olmalı. Devlet bu kitaplıklara kütüphaneciler atamalı. Öğretmenler kadar değerli kütüphanecilerimiz var. Çocuklarımız önce Türkçe’mizi sağlam öğrenmeli ki yabancı dilleri rahat öğrenebilsinler. Bugünkü beyin göçünün altında bu İngilizce eğitimin yattığını görmek gerekir. Bilimin yalnızca İngilizce’yle yapılacağını savunanlar Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün “Yaşamda tek yol gösterici bilimdir, fendir” sözünü ülkemizde yaşama nasıl geçirecekler acaba?’’
ÖZGÜVENDEN YOKSUN
Kıraç’ın Orhan Pamuk’a yaptığı Türkçe’yi yıprattığı eleştirileri üzerine de Karakuş şöyle konuştu:
Orhan Pamuk’un Nobel aldığı için dokunulmazlığı varmış gibi bakanlar var. Nobel’i nasıl aldığını edebiyat çevreleri de, kültür çevreleri de iyi biliyor. Yanılmıyorsam Kara Kitap yayımlandığı zaman anısı güzel Prof. Tahsin Yücel’in onun Türkçe’siyle ilgili Hürriyet Gösteri’de yazdığı bir eleştiriye “Profesörcük” diye küçümseyerek verdiği yanıt belleklerdedir. Bir yazarın dilini eleştirenlere üst perdeden yanıt vermesi özgüvenden yoksun birinin ruh halini gösterir.
Kar’a kadar yazdığı bütün romanlarını okudum Pamuk’un. Sonrasına zaman ayırmak istemedim. Bana göre Orhan Pamuk’un dili sağlam değildir. Her romanında Türkçe’si başkadır. Kiminde bunaltır, kiminde akıcı bir anlatımı yakalar. Bu, Pamuk’un düşüncelerinin yeterince billurlaşmadığını gösterir.
TOPLUMUNUN GERÇEKLERİNDEN KOPTU
Postmodern sanat akımının halkları uyuşturmak için bir araç olduğunu keşfeden kapitalizm, bizim gibi ülkelerin yazarlarına, sanatçılarına bu akımı pompaladı. Ülkemizde 1980’lere dek etkin bir edebiyat akımı olan toplumcu gerçekçiliği etkisiz kılmak için birtakım yazarlar yetiştirdiler.
Orhan Pamuk her ne kadar ilk romanı Cevdet Bey Ve Oğulları’nı 1975’te yazdıysa da benzer yazarların ortaya çıkışı 1980’den sonradır Türkiye’de. Eğitimdeki Türk-İslam Sentezi saçmalığıyla birlikte edebiyata da postmodern bulanıklığıyla okurun algıları yönlendirildi. İlk iki romanı Cevdet Bey ve Oğulları’yla Sessiz Evi bu etkinin dışında tutarım ben. Ötesi kendini bu ülkenin değil batının yazarı gibi algılayan Orhan Pamuk’un Türk toplumunun gerçeklerinden koptuğunu düşünüyorum.