Az bilinen bir Atatürk fotoğrafı. Denizden kendisini selamlamak için el sallayan halka,Dolmabahçe’nin balkonundan Atatürk’ün karşılık verdiği o an... 1929
20190731
20190730
✍️🇹🇷⚽️ Futbolda mecburi yön: Tasarruf ve Altyapı
SEMIH NIŞANCI
Futbolumuzda yıllardır dile getirilen ancak bir türlü uygulamaya konamayan mali istikrar hamleleri, başta "dört büyükler" olmak üzere tüm kulüplerimiz tarafından hayata geçirilmeye başlandı. Kulüpler henüz yolun başında olsa da, önce UEFA'nın "Finansal Fair Play" kuralları, sonrasında ise Türkiye Futbol Federasyonunun "Kulüp Lisans Talimatı" maddeleri Türk futbolunda yeni bir dönemin başlangıcını haber veriyor. Ödenemeyen borçlar dolayısıyla Bankalar Birliği ile de borç yapılandırmasına giden yönetimler için har vurup harman savurma dönemi kapanırken, geriye tasarruf yapıp altyapıya eğilmekten başka bir çare kalmıyor.
BORÇLAR DAĞ GİBİ
Dört büyükler arasındaki rekabet, uzun yıllar boyunca yönetimleri bol sıfırlı transfer harcamalarına yöneltti. Altyapılar çoğunlukla unutuldu ya da rekabetin kızıştırılan ortamında gençlere sabır gösterilmedi. Transfer çılgınlığı öyle bir noktaya vardı ki, Merih Demiral örneğinde olduğu gibi potansiyel sahibi Türk gençlerinin farkına dahi varılmadı. Transfer harcamaları git gide arttı ve kulüplerin sırtındaki borç yükü bir noktadan sonra katlanılamaz hale geldi. Bu durum elbette UEFA'nın da dikkatinden kaçmadı. UEFA denetimine takılan kulüplerimiz, Avrupa kupalarına katılabilmek için artık harcamalarında sattığı kadar almak ve defterlerine "eksi yazmamak" zorunda. Bunun yanı sıra TFF de aynı UEFA gibi ipleri eline almış vaziyette. Geçtiğimiz haftalarda yayımlanan lisans talimatnamesi ile kulüpler şeffaf bir mali yapıya kavuşmazsa puan silme ve hatta liglerden men edilme tehlikesi ile karşı karşıya kalabilirler.
YÖNETİCİLER DURUMU KABULLENDİ
Başta Beşiktaş Başkanı Fikret Orman olmak üzere dört büyük kulübün başkanı da transfer dönemlerinde harcanan milyonlarca liranın çıkmaz sokak olduğunu kabullendi ve son dönem demeçlerinde de başkanların bu farkındalığının arttığı görülüyor. Fikret Orman, durumun ciddiyetini, "Artık deniz bitti" şeklinde ortaya koyarken, Fenerbahçe Başkanı Ali Koç önceki günlerde yaptığı konuşmasında "Dışarıdan gazel okumak kolay, işin bir de gerçeği var" vurgusu ile transfer harcamalarında UEFA ve TFF kriterlerine uymak zorunda olduklarını hatırlattı. Galatasaray Başkanı Mustafa Cengiz ise transfer konusundaki bir demecinde Finansal Fair Play kurallarının altını çizmiş ve "Taraftarın bize emanet ettiği her kuruşu dikkatli harcamalıyız" demişti. Yeni Malatyaspor Başkanı Adil Gevrek, "Önlemimizi önceden almıştık, bugünden sonra da dikkatli olacağız" derken, Kayserispor Başkanı Erol Bedir ise kulübün ekonomisini düzeltebilmek için büyük fedakarlıklarla çalıştıklarını belirtmişti.
TRANSFER POLİTİKALARINDA DEĞİŞİKLİK
Futbol kulüplerimizin, ağırlaşan ekonomik koşullar altında transfer hamleleri konusunda da değişime gittikleri gözleniyor. Beşiktaş, bu sezon düşük maliyetli Tyler Boyd ve Douglas transferlerini yaparken "altyapı akademileri" ile yeni bir sayfa açmış durumda. Galatasaray UEFA'nın "sattığın kadar oyuncu al" kuralı doğrultusunda çok dikkatli hareket ediyor. Her ne kadar olası Falcao transferinin mali yükü ciddi boyutlarda olsa da bu transfer için "sponsor" arayışı mevcut ve kulübe getireceği maliyetin azaltılması hedefleniyor. Fenerbahçe, genç transferi Allahyar'dan çok şey bekliyor. Henüz 19 yaşındaki futbolcusu Eljif Elmas'tan 16 milyon avro bonservis geliri elde eden sarı-lacivertlilerde genç futbolculara eğilmenin önemi bir kez daha gündeme geldi.
TRABZONSPOR FARK YARATIYOR
Önceki yıllarda transfer dönemlerinde yaptığı "sil baştan" hamleleriyle başarı kovalayan ancak bunun sonucunda biriken borçlar nedeniyle çok sıkıntılı dönemler yaşayan Trabzonspor, bu süreçte üç yönetim değiştirdi ve sonunda çareyi ağırlıkla alt yapısına yönelmekte buldu. Başarılı teknik direktör Ünal Karaman'ın deyimiyle "Bugün Trabzonspor ilk 11'inde görev alabilecek 7 altyapı futbolcusu var" ve zaman içerisinde bu gençler Trabzonspor'a hatırı sayılır miktarda bonservis bedeli de kazandırabilir. Henüz 22 yaşındaki Yusuf Yazıcı için Ahmet Ağaoğlu yönetiminin 20 milyon avro bonservis istediği biliniyor. Trabzonspor altyapısının değerine sıkça değinen Başkan Ahmet Ağaoğlu, basın mensuplarına verdiği demeçte, "Yusuf gitse de yeni gençler yetişecek" dedi ve yeni kuşakların geldiğinin altını çizdi.
YÖNETİMLER NE YAPMALI?
Mevcut durumun sürdürülebilir olmadığını her kulüp başkanı sıkça dile getiriyor. Artık geçmişte olduğu gibi döviz üstünden yapılan "yedi basamaklı" futbolcu sözleşmelerinin rahatça karşılanabilmesi mümkün değil. Hele ki döviz kurunun el yaktığı günümüz Türkiye ekonomisinde bu tamamen imkansız, tasarrufa gitmek ise mecburi... Yöneticilere düşen en büyük görev, altyapıları gerçekten işler bir hale getirmek ve hatta makine düzenini hakim kılmak. Kulüp yöneticilerinin, sporcu yetiştirmenin ciddiye alınması gereken bir iş olduğunun farkına varması, bunun ilk şartı. Fiziksel gelişimde bilimsel yöntemlerin yanı sıra futbolcuların yeteneğini anlamlı kılacak zeka gelişimlerine de özen gösterilmesi acil ihtiyaç olarak ön plana çıkıyor...
Gelecek vaat eden bir Türk futbolcusunun bir süre sonra neden yeşil sahada değil de saha dışında "konuşmaya" başladığının, gelişimlerinin neden ve nasıl durduğunun ve bir süre sonra nasıl "serbest düşüş"e geçtiğinin çok iyi irdelenmesi gerekiyor... Türk futbol kamuoyu, amacı sadece daha fazla para kazanmak olan futbolcu profesyonelliğini(!) mahkum etmeli ve yetenek-zeka-ahlak bileşiminde yepyeni bir "sporcu modeli" ortaya çıkarmak zorunda olduğunu kavramalı. Elbette bunun yolu da yöneticilerin farkındalığından geçiyor. Mustafa Kemal Atatürk'ün mükemmel tahlili geçerliliğini asla yitirmeyecek: Sporcunun zeki, çevik ve ahlaklısı Türk futbolunu çıkışa geçirebilecek en önemli parola.
FUTBOLCULAR NE YAPMALI?
Hiç şüphe yok ki, futbolun sacayaklarından en önemlisi futbolcular... Türk futbolunun özlenen yere gelebilmesi ve zirveye çıktığında da kalıcı olabilmesi için "futbolcu üretimi"nde istikrar sağlanması gerekiyor. Futbolculara düşen belirleyici görev ise gelişim süreçlerine çok dikkat etmeleri ve futbol dünyasının büyüsü ile "sarhoş" olmamaları... Futbolcuların, rol model olarak daha fazla parayı değil Turgay Şerenleri, Metin Oktayları, Baba Hakkıları, Şeref Görkeyleri, Can Bartuları, Dozer Cemilleri görmeleri ve giydikleri formanın renklerine tutkun biçimde her hareketlerini örnek almaya hazır milyonlarca insan olduğunun bilinci ile davranmaları gerekiyor...
Öte yandan, her nedense hep sözleşme vakti hatırlanan ve hatırlatılan "profesyonellik" kavramının, Türk futbolcusunun tüm spor hayatına yayılması ve "işini dört dörtlük yapmak" anlamıyla akıllarda yer etmesi futbolcuların en başta yerine getirmesi gereken sorumluluklarından biri olarak ön plana çıkıyor.
TARAFTARLAR NE YAPMALI?
Kuluplerin ödenemez hale gelen borçlarında esas hata yönetimlerin olsa da hangi renge gönül verdiği fark etmeksizin, taraftarların sabırlı olduğunu söylemek de bir hayli güç. Bir çılgınlık haline gelen rekabet ortamı ve sosyal medyadaki "düello" havası, Türk futbolseverlerini tamamen transfere ve başarıya odaklı bir hale getiriyor. Transfer dönemlerinde adeta bir "cinnet" baş gösteriyor ve yönetimlere dönük "ya transfer ya istifa" mesajları internet ortamının tek gündemi bile olabiliyor...
Sezon başladığında ise futbol izleyicisinin sabrı, 90 dakikadan fersah fersah daha hızlı geri sayıyor. Son yıllarda stadlarımızda artan protestoların artık doğrudan doğruya taraftarın kendi sporcusunu veya teknik direktörünü hedef almasıyla sonuçlandığını görebiliyoruz. Futbolculara ödenen paralar kadar, taraftardaki "galibiyet odaklı" yaklaşım da futbola zarar veriyor. Genç oyunculara sabır göstermek, kulüplerin öz kaynaklarına yönelmesinin sonuç vermesi için bir "gelişim süreci"nden geçileceğinin farkına varmak ve elbette bu sürecin de zikzaklı olabileceği gerçeğini de kabul etmek, "görev dağılımı"nda taraftara düşen en büyük pay.
OTORİTELER NE DİYOR?
Futbolumuzun çıkış yolu hakkında görüşlerine başvurduğumuz otoriteler, yol haritasına dair yorumlarını iletti. Fenerbahçe'de uzun yıllar forma giyen, futbolculuğunun ardından yaklaşık 5 yıl boyunca sarı-lacivertlilerin oyuncu araştırma departmanında da görev yapan efsane isim Kemalettin Şentürk, Türkiye'de sadece Trabzonspor'un altyapıya gerçekten önem verdiğini ancak diğer üç büyük kulübün altyapıya dair tüm sözlerinin kağıt üzerinde kalacağını düşündüğünü belirtti. Uzun yıllardan beri genç futbolcuların görmezden gelindiğini söyleyen Şentürk, "Bugün altyapıya gerçekten önem veren bir kulüp görebiliyor muyuz? Sadece Trabzonspor var diyebiliriz. Onun dışında, bana göre diğer kulüplerde değişen hiçbir şey olmayacak" dedi. Merih Demiral konusuna da değinen Şentürk, Merih'i biraz da menajerlerin ayarttığını ancak Merih gibi birçok potansiyelin Türkiye'de hak ettiği süreleri bulamadığını dile getirdi. Son olarak kendi futbolculuğu dönemi ile bugünün karşılaştırmasını yapan Şentürk, sözlerini, "Bizim zamanımızda çok kaliteli antrenörler vardı, bizi o kaliteli isimler yetiştirdi. Biz formamıza gönülden bağlıydık. Bugün ise herkes kendi adamını göreve getiriyor" şeklinde tamamladı.
Başarılı eski futbolcu ve gazetemizin spor yazarı Cenap Yener, UEFA kriterlerine uymak için tek yolun altyapıya önem vermek olduğunu ve dünyanın dört bir yanından oyuncu araştırması yapılması gerektiğini belirtti. Oyuncu taraması için oluşturulacak ekiplerde de "ahbap çavuş ilişkisi"ne son verilmesi gerektiğinin altını çizen Yener, işini bilen kişilerin görev alması gerektiğini söyledi. 21 Yaş Altı Futbol Ligi'nin kaldırılmasının hata olduğunu dile getiren Cenap Yener, "Gençlerimizin oynadığı liglere daha çok özen göstermeliyiz. Milli Takım Teknik Direktörlerine verilen paralarda kısıntıya gidilip, bu miktarlar altyapılara aktarılmalı. Bu paraların altyapılara aktarılma süreci de sıkı biçimde denetlenmeli" ifadelerini kullandı. Bugünün futbolcularına da değinen Yener, "Günümüz futbolunda amatör ruh tamamen bitti. Her şey para oldu. Profesyonellik kavramı da yanlış anlaşılıyor. Futbolcularımız, para kazanınca profesyonel olduklarını sanıyor. Halbuki, profesyonellik işini en iyi biçimde yapmak demektir. Bu bilinç de altyapılardan itibaren yerleştirilmelidir" şeklinde konuştu.
Yazarımız Cem Zeren, üretim vurgusu yaparak, "Türkiye'nin tüm sorunlarının tek çözümü var: 'Üretim'. Üretmeden başarılı olmamız imkansız. Kulüplerimizde bütçe ne kadar büyük olduysa borç o kadar büyük oldu. Kulüplerimiz ne kadar çok para bulduysa, o kadar fazla borçlandı. Çocukluğumuzdaki gibi takımların kadrolarını ezbere sayamaz olmuştuk, çünkü ligin yarısında 12 futbolcunun gidip 12 futbolcunun geldiği bir sistem vardı. Menajerler kazanıyordu, taraftarlar menajerliğe soyunuyordu. Transferin olmadığı yerde üretim olur. Karşıyaka, bunun en güzel örneği. Kafkaf, yıllardır transfer yasağı nedeniyle transfer yapamıyor. Bu sayede altyapısından oyuncular yetişmeye başladı. Menajerlere ya da yarım sezonluk futbolculara kaptırılacak paralar altyapıya harcanıyor. Türk futbolunun geleceğinin kurtuluşu altyapılardır. Altınordu'nun ortaya koyduğu felsefe de, futbolumuza örnek olmalıdır. Üretim odaklı düşünürsek dünyanın saydığı futbolcular yetiştiririz, tüketerek kazanacağımızı düşünürsek UEFA kapılarında 'olur' bekleriz" ifadelerini kullandı. Altyapılar konusunda da belirli zorunlulukların olmasını savunan Cem Zeren,
- "Altyapısı için yeterli tesisi olmayan kulüpler profesyonel liglere alınmamalı. Belli sayıda seyircisi olmayan ve tribün hasılatı elde edemeyen kulüpler profesyonel liglere alınmamalı.
- Seyircisiz maç profesyonel bir ürün değildir, bu maçın profesyonel liglerde yeri yoktur.
- Tüm profesyonel lig takımlarının kadrolarında altyapıdan yetiştirdiği futbolcu bulundurma zorunluluğu olmalı. Federasyon güçlü altyapıları finansal olarak desteklemeli.
- Altyapı fonu oluşturulmalı, aldığı her yabancı oyuncu için bu fona kulüpler ödeme yapmalı. Süper Lig dışındaki alt liglerde yabancı oyuncu yasaklanmalı.
- UEFA'nın yaptığı gibi kış ayı transferi sınırlandırılmalı.
- Yola harcanan para altyapıya harcanmalı, bu nedenle 2. lig ve 3. ligde bölgesel gruplama yapılmalı; federasyonun ulaşım için kulüplere ayırdığı bütçe altyapıdan yetiştirdiği oyuncuları oynatan kulüplere aktarılmalı. 'Alalım pahalıya satıp para kazanırız' kumardır, sadece birkaç ülkeden yayınlanan ligimizde büyük ölçüde de hayaldir.
- Üretmeden kazanmak olmaz. Ürettikçe zenginleşiriz"
- Alıntı/ Kaynak: https://www.aydinlik.com.tr/tasarruf-ve-altyapi-a-s-spor-temmuz-2019
20190729
✍️ Avrupa'daki Selçuklular: Gagauz Türkleri
Avrupa'daki Selçuklular: Gagauz Türkleri
Emre Gül/ Dünya Bülteni/ Tarih Dosyası
Bugün, Moldova Cumhuriyeti içerisindeki özerk bölge ile Bulgaristan, Romanya, Yunanistan, Makedonya ve Ukrayna’nın batısındaki Prut nehri civarında yaşayan “Gagauzlar”-“Gagavuzlar”, Hıristiyanlığı kabul etmiş nadir Türk topluluklarından biridir. 150.000’in üzerindeki bir nüfusla en kalabalık oldukları yer Moldova’daki “Komrat” dır. Türkiye’de ilk kez, Siroz Sancağı Mutasarrıf Muavin-i Esbakı İstoyan Cansızof’un, Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası’da yayınlanan “Balkan Şibh-i Ceziresinde Türkler” başlıklı makalesinde konu edilen Gagauzlar, ilk yerleşim bölgeleri olan Karadeniz kıyılarında ve Dobruca’da 1770-1810’lara kadar Osmanlı idaresinde “Türkçe” konuşarak Müslümanlar arasında yaşamlarını sürdürmüş ve Hıristiyan olmalarına rağmen Slavlaşmadan etnik ve milli kimliklerini korumayı başarmışlardır.
Kökenleri konusunda ve “Gagauz” adının nereden geldiği tartışmalı bir konu olsa da ilk kez Balascef’in Seyyid Lokman Oğuznamesi’ne dayanarak ileri sürdüğü ve Paul Wittek’in Yazıcıoğlu Ali’nin Oğuznamesi ile desteklediği görüşe göre; Gagauzlar, Selçukluların, özelde ise II. İzzeddin Keykavus’un soyundan gelmekte ve adlarını da Keykavus’tan almaktalar.
Nitekim bu nokta İstoyan Cansızof’un Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası’daki makalesinde “Selçuk Türkleri” başlığı altında Rusça olarak 1878’de basılan bir Bulgar Tarihi’nden verdiği referans ile: “Konya’dan Dobruca tarafına gelerek sakin olmuş Selçuk Türklerine dair tarih-i mezkurede malumat pek azdır… Miladın 1263 senesinde Selçuk Sultanı İzzeddin, aralarında olan sıhriyet münasebetiyle Bizans İmparatorlarındanMikhail Paleologos nezdine iltica etti. İmparator tarafından dahi sakin olmak üzere müşarünileyhe Dobruca kıtasında arazi verildi. Saltık Dede’nin taht-ı idaresinde bulunan 10-12.000 Türk ailesi Bizans İmparatorluğu menafiine hizmet etmek ve Bulgarlara karşı sed olmak üzere mezkur kıtada iskan olundu…Mehaz ittihaz edilen tarihin müellifi Karadeniz sevahilinde el-an mevcud bulunan Gagavuz Hıristiyanlarını Kumanların bakiyesi itibar etmekde ise de zannımca onlar Selçuk Türklerinin hafidleridir.” Şeklinde dile getirilmekte. Bu görüşü daha sonraları Halil İnalcık, Kemal Karpat ve Faruk Sümer’in de paylaştığı görülmektedir.
Gagavuzlar hakkında ilk önemli bilgileri verenlerden Yaşar Nabi Nayır’ın ortaya attığı “Gök-Oğuz” adıyla da anılan bu Hıristiyan Türk topluluğu, 15. yüzyıldan itibaren Osmanlı hâkimiyeti altına girdi. Bu yüzyıldan 19. yüzyıla kadar Osmanlı kaynakları, bunlar hakkında pek fazla bilgi vermese de bu topluluk korundu ve Tahrir defterlerine “gayr-i Müslim” olarak kaydedildiler. Sonradan Bulgar, Rum, hatta Rus olarak isimlendirilen ve bölge ülkelerinin asimile etme veya kendi varlıklarının bir unsuru olarak gösterme gayretlerine maruz kalan Gagauzlar’ın Tuna’yı geçerek Bucak’a (Baserabya) göç etmesi 1765-1812 yılları arasında gerçekleşti ve bu dönem içerisinde yaşanan üç büyük Osmanlı-Rus Savaşı neticesinde önemli miktarda nüfus yer değiştirdi.
1812 Bükreş Antlaşması ile Rus idaresi altına giren Gagauzlar, bölgede birçok köy kurdular. Çarlık Rusyası’nın asimilasyon politikasının artmasıyla birlikte Ocak 1906’da Atmaca Pavlioğlu Andrei Galatan önderliğinde isyan başlatarak Komrat’ta bir Cumhuriyet ilan eden Gagauzların bu macerası, başka bölgelerden beklenen desteği gelmemesi üzerine sadece 15 gün sürdü. 1917 Bolşevik Devrimi sırasında bir isyan daha tertiplendiyse de 1918’de önce Romen ve ardından Sovyet hâkimiyetine girmekten kurtulamadılar. Aralık 1994’te Moldova içerisinde “Gagavuz Yeri Özerk Cumhuriyeti” olarak tanınan Gagauzlar, “Bugün etnik bir grup olmanın bilincine varmışlardır ve varlıklarını bütün dünyaya kabul ettirmişlerdir.”
Kaynaklar:
- Kemal Karpat, “ Gagauzlar”, DİA, c. 13, s. 288-291.
- İstoyan Cansızof, “Balkan Şibh-i Ceziresinde Türkler”,
- Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası, Cüz 17, 1 Kanunuevvel 1328 (14 Aralık 1912),
- Yonca Anzerlioğlu, Geçmişten Günümüze Türk Dünyasında Hıristiyan Türkler, Karadeniz Araştırmaları, Sayı 2, 2004.
- http://www.mgm.gov.tr/Gagauz/tanitim.aspx
Güncelleme Tarihi: 14 Ocak 2019, 11:57
Alıntı/Kaynak: https://www.dunyabulteni.net/olaylar/avrupa-daki-selcuklular-gagauz-turkleri-h292388.html?fbclid=IwAR1pUbHA5RLrF320T84oWZTYbxTiZodPSK22EcRcgxxdJY6TDLEbNqS8Sho
20190727
✍️ Bir Türk turist rehberinden acı bir yazı 🇹🇷🇬🇷
NEDEN YUNAN ADALARI?
Bilmem kaçıncı Samos tatilinin ardından gözüme gönlüme takılanları paylaşmak istedim.
Kuşadasından feribota biraz geç bindim.Feribot dolu degil ama tek kişilik yer bulamadım .Çünkü sevgili vatandaşlarımız çantalarını ve çocuklarını oturtmuştu, aslında oturtmak denmez çocuklarına üçer koltugu kaplayan yataklar yapmışlardı.
Feribotun yarısı dolu ama diger yarısında çantalar oturuyor. 'Çantanızı alır mısınız oturacak yer yok' dememle düşman gözlerle bakıp dolu olduğunu, eşlerinin yada çocuklarının tuvalette oldugunu söyledi herkes, dışarı çıktım baktım iki tuvaletin ikiside boş. Feribot kalktıktan sonra herkes çantalarını yastık yapıp uyudu. Kimse kılını kıpırdatmadı, hiçbir uyarı fayda vermedi.
Pasaport kuyrugunda mızıldanmalar başladı. Yok efendim biz buraya döviz bırakmaya geldik, bize yaptıkları muameleye bak tarzında yakınmalar.Sorun ne acaba diye kulak kabarttım, sorun Avrupa Birligi vatandaşlarına öncelik vermeleriymiş.Aynı kuyrukta degilizki öncelik versinler😳İki ayrı gişe var heryerde olduğu gibi,karşıya geçen bizler kalabalık, AB vatandaşları geçtikten sonra bizi diger gişeye kaydırdılar zaten.
Daha sonra bir Polis yabancı bir grubu ikiye bölerek iki ayrı kuyrugun önüne geçirdi.Bizim kuyruktakiler başladı gene bagırıp çagırmaya" Bunlar Türk düşmanı, yabancıları önümüze geçirdi" Polis yanımdan geçerken kibarca sordum onları neden öne geçirdigini,feribot geç kalkınca uçaga geç kaldılar dedi, uçaga yetiştirmeye çalışıyoruz.Bir Allahın kuluda sormadı neden diye,sadece söylendiler.Ayrıca Türklerin sırasının önüne geçirmedilerki grubu sadece adil bir şekilde iki gişeye böldüler.
Feribottan inince kahve içmeye gittim .Yıllardır hangi cafe'ye gidersem gideyim ne fiyat degişti, ne hizmet, ne güleryüz.
Önce masaya soguk su geliyor sürahiyle ya da pet şişeyle, iç eçebildigin kadar.Sonra kahve ve yanında ikramlar...Kekler , biküviler, lokumlar, çikolatalar.Hepsi 2 euroya dahil.Degil pet şişe küçük bardak suyu bile lütfen verirler bizde.Kahvenin yanına keki,çikolayayı satar niye bedava versin.Bunları nadirde olsa yapan yerleri tenzih ediyorum.
Adada suyu hiç parayla almadım.
Deniz ve plajlar pırıl pırıl, genelde şemsiye ve şezlong ücretsiz, birşey içerseniz onun parasını ödüyorsunuz.Otel müşterisiyseniz havlularınızda dahil hizmete,otel 5 yıldızlı degil yanlış anlamayın:)
Bir bira içip bütün gün denize girebilirsiniz.Duşu unuttum,heryerde duş ve temiz tuvalet var ,wifi var.Aynı Kuşadası...🙂 Burada Otellerin işgal ettigi plajlardan denize girebilmek günlük en az 100 tl.5 yıldızlı otelin plajından tırmıkla karpuz kabugu,plastik poşet ve yosun topladılar geçen gün.Yiyecek içecek fiyatları can yakıyor.Hala anlayabilmiş degilim adalarda fiyatı 7 ile çarpıyorsun hala bizden daha ucuz.Gürültü yok, müzik ve ses kirliligi yok.
Kimse kimseyi rahatsız etmiyor, istersen sabaha kadar otur sahilde, yürü ıssız sokaklarda.
Heryerde fiyatlar standart , restoranlarda menü var, menüde fiyatlar var, kazıklanma hissi sıfır.
En önemliside hala insanlık var, sevgi var.
Otel sahibi valizimi odaya taşıyor.Elinden kapmaya çalışıyorum.'Sen misafirsin, misafir valizini taşımaz' diyor.
Odaya su istiyorum,para almıyorlar, suya paramı verilir diyip gülüyorlar.Odada mini bar var, çalışıyor ama içi boş. Sen ne koyarsan koy umurlarında değil, yeterki soğuk iç.
Dimitri, Maki, Yannis, Elena ...herkes sana kendini iyi hissettirmek için var orada.
Son gün Pytagorion'da küçük bir dükkana girdim ufak tefek birşeyler aldım, Madam Efi ögretmenmiş ,10 yıl önce ögretmen grubuyla adaya gelmiş, rehberi Sabiha Semiha hanımı hala hatırlıyor, sevgiyle anıyor.Selam söyledi gözleri dolu dolu...
Aldıgım ufak şeyleri özenle paketledi, üzerine deniz kabuklarından süsler bagladı.Bugün şanslı günündesin dedi aldıgım şeylerin hikayesini anlattı, üstüne kahve ısmarladı.Tam kapıdan çıkarken küçük bir zeytinyaglık gördüm fiyatına baktım 15 euro, almadım. Arkamdan seslendi Ayça bekle dedi. Baktıgım şeyi aldı, paket yaptı ve 'bu benim sana hediyem' dedi. Benim harcadıgım ondan çok daha azdı, itiraz ettim, almak istemedim.
"Ayça beni kırma, al lütfen'' dedi.Boynundaki haç kolyeye
dokunarak, hepimiz aynı tanrının çocuklarıyız, o bizi aç bırakmaz.Bunu sana vermek de beni fakir yapmaz dedi.
Herşey biryana Yunan Adaları size hala insan oldugunuzu hatırlatıyor. Kilometreyi sıfırlıyor ama bir süre sonra insan olmaya çalıştıgınız için salak muamelesi gördükten sonra Türk fabrika ayarlarına geri dönmek zorunda kalıyorsunuz.
...
Burada cıstak müzik , bagıran çagıran aglayan çocuklar yok...
Makyaj yapıp, pırlantalarını takıp ,güneşlenen ama suya girmeyen kadınlar, şişine şişine yürüyen baklavalarını sergileyen adamlar hiç yok...
Dalgaların, kuşların ve cırcır böceklerinin sesi, ağlamayan bebekler, kitap okuyan insanlar var. Kısaca huzur var.
Alıntı/ Kaynak: Sosyal Medya - Bir Türk turist rehberi
Kyme antik kenti: Paranın kaynağıydı kazılmayı bekliyor
Aydınlık Gazetesi
MÖ deniz ticareti ve tarımın önemli merkezlerinden olan Kyme antik kentinde kazılar 2016 yılında durdu. Arkeologlar, bölgede çok önemli buluntuların gün ışığına çıkarıldığını, kazıların devam etmesi gerektiğini söylüyor
İzmir’in Aliağa İlçesi Çakmaklı Mahallesi sınırları içindeki Nemrut Limanı’nın hemen yanındaki antik kent Kyme, gün yüzüne çıkarılmayı bekliyor.
Yunanistan’ın kuzeyinden gelen halklar tarafından MÖ 11’inci yüzyılın ortalarında kurulan 12 Aiolis kentinin en büyüğü olan, Kyme, o dönemde deniz yoluyla yapılan ticaret sayesinde ekonomisini geliştirdi ve madeni para (sikke) basan ilk şehirlerden biri haline dönüştü. Şimdilerde ise modern limanlardan olan Nemrut Limanı ile karşı karşıya bulunan yıkık kentin bulunduğu bölgede kazıları 30 yıldır sürdüren İtalyan heyet, çalışmalara 2016 yılında ara verdi . Yapılan kazılarda bulunan tunç at heykeli İzmir Müze Müdürlüğü’nde, Artemis başı ise İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor.
YUNAN TARİHÇİ EPHOROS KYME’DE DOĞDU
İlk dünya tarihi eseri Historia’nın yazarı olan Yunan tarihçisi Ephoros’un burada doğduğu biliniyor. Yine Hellen edebiyatının Homeros’tan sonra gelen ve MÖ 8’inci yüzyılın sonunda yaşayan en eski ve en büyük yazarı, didaktik şiirinin üstadı kabul edilen Hesiodos’un babasının da burada doğduğu belirtiliyor. Birçok önemli ismin doğup yaşadığı yer olan Kyme’deki çalışmalar sırasında, 500’ün üzerinde mezar da tespit edilmişti.
TARIM ZENGİNLİĞİ
Dokuz Eylül Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Akın Ersoy, bölgenin Batı Anadolu’nun önemli liman kentlerinden biri olduğunu, İzmir Müze Müdürlüğü denetiminde nekropol kazılarının yapıldığını ve çok önemli buluntuların gün ışığına çıkarıldığını aktardı. Yapılan kazılarda çok sayıda madeni paraya rastlandığını da belirten Ersoy, şöyle dedi:
“Zenginliği sadece limandan değil, tarımdan da kaynaklanıyor. Ama 14’üncü ve 15’üncü yüzyıllarda artık önemini kaybediyor. Antik kentte 12’nci yüzyılda inşa edilen bir liman kalesi bulunuyor. Batı Anadolu’nun Türklerin eline geçme aşamasında bu kale, Çelebi Mehmet tarafından ele geçirildi.”
‘KENT MECLİSLERİ İNŞA EDİLDİ’
Kazılarda görev yapan Catania Üniversitesi Öğretim Üyesi Arkeolog Prof. Massimo Frasca, şöyle konuştu:
“Maalesef aralarında çok iyi korunmuş kalıntılar yok, çünkü limanın varlığı yüzyıllar boyunca bütün işe yarar şeylerin taşınmasına sebep oldu. Buradan çıkanlar, İstanbul ya da başka şehirleri güzelleştirmek için götürüldü. Alanda sütun gibi mimari kalıntılar görülmüyorsa da arkeolojik çalışmalar şehrin bazı önemli yapılarını ortaya çıkardı. Her şeyden önce bir kale dikkati çekmektedir. Deniz kenarında limanı korumaya yarayan bir Ceneviz Kalesi var.”
‘TAPINAK GÜN YÜZÜNE ÇIKARILDI’
Bölgedeki Güney tepede sütunlu Roma evlerinden oluşan bir mahalle ortaya çıkarıldığını da anlatan Prof. Massimo Frasca, “Kuzey tepede ise Kibele’ye sonra Demeter’e sonra da İsis’e adanmış bir tapınak gün yüzüne çıkarıldı. Uzun süre kullanılmış bir kutsal alan diyebiliriz. Çok önemli kalıntılar olmasalar da bu şehrin hikayesini anlamamıza yetecek kadar kalıntı var. Zarar görse de, zarar veren depremler de olsa hep yeniden inşa edilmiş. Limanı nedeniyle Perslerin istilasına kadar çok önemli bir şehir olarak kalmıştır” diye konuştu.
Kazıları bir süre önce duran Kyme’de, yeniden çalışma yapılıp yapılmayacağı ise henüz bilinmiyor.
Alıntı/Kaynak: https://www.aydinlik.com.tr/paranin-kaynagiydi-kazilmayi-bekliyor-kultur-sanat-temmuz-2019
20190726
🗣"Yenilmiş, parçalanmış bir ulusun, bu harabe içinden ayağa kalkması..''
Kırgızistan'da Kadim Türkler tarafından Ay ve Güneş insanlaştırılarak çizilmiş
20190725
20190723
🎞 🇹🇷Türk kültüründe insanlık değerlerine verilen önem 🧿
İnsanlık adına güzel bir örnek... 70 yaşındaki çiftçinin tarlasından topladığı domatesleri yola saçılınca, sürücüler ve yoldan geçenler toplamak için seferber oldu... pic.twitter.com/d6RedzJxWw— Her gün 1 Yeni Bilgi (@HergunYeniBilg) July 23, 2019
✍️ Öncü öncülüğünü yapıyor - Cem Zeren
Öncü öncülüğünü yapıyor
Cem Zeren
Aydınlık Gazetesi, 24.7.2019
23 Yaş Altı Avrupa Atletizm Şampiyonası’nda milli takımımız 2 altın 3 gümüş ile madalya sıralamasında 6. oldu. 3 adım atlama ve 20 km yürüyüş yarışlarında hem erkeklerde hem kadınlarda madalya çıkardık. Türkiye, bugüne kadar yapılan 11 turnuvada sadece 21 madalya kazanmıştı. 20 Yaş Altı Avrupa Atletizm Şampiyonası’nda da 3 altın 4 gümüş 3 bronz ile madalya sıralamasında 5. olduk. Büyük Britanya 15, İtalya 11, Türkiye ve Hollanda 10’ar madalya kazandı. Önceki 27 turnuvada sadece 32 madalya kazanan Türkiye, bu turnuvada 10 madalya kazandı. Gençlerimiz pistte ve sahada estiler, gururumuz oldular.
Bu iki şampiyonayı da Avrupa Yayın Birliği (EBU) üyesi devlet televizyonlarının spor kanalları canlı yayımladı. Geceleri tekrarlarını yayımladılar. Altın gençlerimizin ismini Rai Sport’ta İtalyan, Teledeportes’te İspanyol spikerlerden duydum. Nazım’ın şiirleri gibi 30 dilde telaffuz edildi bu isimler, Türkçe edilmedi. Türkiye’nin EBU üyesi televizyon kanalı TRT; muhtemelen bu yarışların yayın hakkı da TRT’de idi. Bu yarışlar yapılırken TRT Elmas Lig yarışlarını yayımlıyordu. Elmas Lig’deki dereceler çok daha iyi, atletler çok daha ünlü; dolayısıyla muhtemelen Elmas Lig’in yayın gideri de daha fazla. Üstelik, Elmas Lig’i S Sport da Türkçe yayımlıyor. İki saat boyunca Ramil’in koşusunu beklemek yerine tamamı yerli onlarca gencimizin Avrupa’daki büyük başarısını yayımlamak daha doğru olmaz mıydı? Bu cennet vatanın gençlerinin başarısı, para ödülü peşinde koşan dünyaların elmasından çok daha değerlidir. Ve emin olun, Türk izleyici Elmas Lig’in adını bilmediği atletleri yerine ülkemizi onurlandıran gençlerimizi izlemeyi tercih eder.
Sporcularımızla gurur duyduk, medyamız yine üzdü. Sadece medya değil, seyircimiz de bizi üzüyor. İki şampiyonaya da ev sahipliği yapan İsveç’te tribünler doluydu. Türkiye’de atletizm yarışlarında tribünlerde ya aileler ya sporcular olur. Sporcu yetiştirerek spor ülkesi olunmuyor. Gazeteci ve seyirci de yetiştirmemiz gerekiyor. Aynı ayıbı 20 Yaş Altı Dünya Kadınlar Voleybol Şampiyonası finallerinde de hissettim. Bu şampiyonadan birkaç gün önce Türkiye’de aynı milli takımımız Ankara’da 19 Yaş Altı Balkan Şampiyonası’nda şampiyon oldu. Televizyonlarımızda canlı yayın yoktu, tribünde birkaç seyirci vardı. TVF bile şampiyonayı hemen bitirmenin telaşı içindeydi. Bu sene diğer ülkelerde organize edilen diğer yaş gruplarındaki ve erkeklerdeki Balkan voleybol şampiyonalarının hepsinde turnuva sonrası en iyi oyunculara ödüller verildi. TVF, bu ödülleri sitesinde haber yaptı; ancak organize ettiğimiz şampiyonada şampiyon oyuncularımıza ve misafirlerimize bu onuru yaşatmadık. 20 Yaş Altı Dünya Kadınlar Voleybol Şampiyonası finalleri Meksika’da yapıldı. Tüm maçlar Meksika kanallarından yayımlandı. Tüm maçlarda salonlar doldu.
Meksika’nın klasman maçları tıklım tıklımdı. Aynı saatlerde başka salonda oynanan yarı final ve final maçlarında da salon doluydu. Meksikalı spiker Karşıyakalı Yaren servis atmaya geldiğinde “Yine Yaren’in karakteristik servisini izleyeceğiz” diyordu. Türkiye’de kaç spiker bu turnuva sonrası Meksika’da ekol olabilecek bu özgün servis atışından haberdardır? Meksika takımı turnuvada başarısız oldu; ama Meksika medyası ve seyircisi, nasıl spor ülkesi olunduğunu gösterdi.
Meksika’da da 20 yaş altı kadın milli takımımızla gurur duyduk. Oynadığımız 5 maç tie-break ile sonuçlandı. ABD’yi 3-0 yendik. Tie-break ile sonuçlanan en dramatik maçımız yarı final maçıydı. 2-0 öne geçip 2-2 olan maçın son setinde 14-12 öndeyken 2 maç sayısını değerlendiremedik ve Afrikalı oyuncularının iyi oyunuyla İtalya’ya seti 18-16 verdik. Bu sette aleyhimize verilen hatalı çift vuruş kararı gelmese bugün Şampiyon bir milli takımdan bahsediyorduk. Bu takıma şampiyon gibi de davranılmalı, geleceğin şampiyonluklarını kaçırmamak için. Hem erkek hem kadın voleybolunda gerek A milli gerek alt yaş kadrolarında devşirdiği oyuncularla İtalya başarı arıyor. Ülkenin ruhunda sömürgecilik varsa, her yüzyılda onun izini görüyorsunuz. 20 yaş altı milli takımımızın kardeşleri, 16 yaş altı kız milli takımımız ise İtalya’da yenilgisiz Avrupa Şampiyonu oldular. Hem de finalde her seti 25-20 gibi farkla alıp İtalya’yı yenerek!
İsrail’de, 20 yaş altı erkek basketbolcularımız da çeyrek final maçının son saniyesindeki son faul atışını kaçırmasa, İspanya’ya 70-69 yenilmeyecek ve Şampiyonluğun en güçlü adayı olacaktı. Yıllardır Türkiye’de bizden biri olmuş Mustafa’nın mücadelesiyle kazandığı faul atışı da, önceki turda İtalya’yı 82-80 yenerken Onuralp Bitim’in son saniyelerde gelen üçlüğü gibi unutulmaz olabilirdi. Ev sahibi İsrail’in hakem düdükleriyle şampiyon olduğu turnuvada Fransa, İspanya ve Türkiye en iyi basketbolu oynayan ülkelerdi. 18 yaş altı kadın milli takımımızın Nevriye Yılmaz’ın koçluğuyla A ligine çıkışından sonra, Serkan Erdoğan’ın koçluğuyla 20 yaş altı erkek milli takımımızla da umutlandım. Oyunculuğu bırakan değerli basketçilerimizin birer yol gösterici olarak genç takımlarımızın başına seçilmesi doğru bir tercihtir.
Gençlerimiz gümbür gümbür geliyor; Atletizmde, voleybolda, basketbolda; tüm spor dallarında. Medyamız da seyircimiz de buna ayak uydurmalı; artık futbol seyircisi değil spor seyircisi olmalıyız. Ne mutlu ki, Aydınlık başarılı gençlerimize ayak uydurdu. Son haftalarda Aydınlık’ın son sayfasında bir futbol sayfası değil, bir spor sayfası okuyoruz. Öncü öncülüğünü yine yapıyor.
Cem Zeren
Aydınlık Gazetesi, 24.7.2019
23 Yaş Altı Avrupa Atletizm Şampiyonası’nda milli takımımız 2 altın 3 gümüş ile madalya sıralamasında 6. oldu. 3 adım atlama ve 20 km yürüyüş yarışlarında hem erkeklerde hem kadınlarda madalya çıkardık. Türkiye, bugüne kadar yapılan 11 turnuvada sadece 21 madalya kazanmıştı. 20 Yaş Altı Avrupa Atletizm Şampiyonası’nda da 3 altın 4 gümüş 3 bronz ile madalya sıralamasında 5. olduk. Büyük Britanya 15, İtalya 11, Türkiye ve Hollanda 10’ar madalya kazandı. Önceki 27 turnuvada sadece 32 madalya kazanan Türkiye, bu turnuvada 10 madalya kazandı. Gençlerimiz pistte ve sahada estiler, gururumuz oldular.
Bu iki şampiyonayı da Avrupa Yayın Birliği (EBU) üyesi devlet televizyonlarının spor kanalları canlı yayımladı. Geceleri tekrarlarını yayımladılar. Altın gençlerimizin ismini Rai Sport’ta İtalyan, Teledeportes’te İspanyol spikerlerden duydum. Nazım’ın şiirleri gibi 30 dilde telaffuz edildi bu isimler, Türkçe edilmedi. Türkiye’nin EBU üyesi televizyon kanalı TRT; muhtemelen bu yarışların yayın hakkı da TRT’de idi. Bu yarışlar yapılırken TRT Elmas Lig yarışlarını yayımlıyordu. Elmas Lig’deki dereceler çok daha iyi, atletler çok daha ünlü; dolayısıyla muhtemelen Elmas Lig’in yayın gideri de daha fazla. Üstelik, Elmas Lig’i S Sport da Türkçe yayımlıyor. İki saat boyunca Ramil’in koşusunu beklemek yerine tamamı yerli onlarca gencimizin Avrupa’daki büyük başarısını yayımlamak daha doğru olmaz mıydı? Bu cennet vatanın gençlerinin başarısı, para ödülü peşinde koşan dünyaların elmasından çok daha değerlidir. Ve emin olun, Türk izleyici Elmas Lig’in adını bilmediği atletleri yerine ülkemizi onurlandıran gençlerimizi izlemeyi tercih eder.
Sporcularımızla gurur duyduk, medyamız yine üzdü. Sadece medya değil, seyircimiz de bizi üzüyor. İki şampiyonaya da ev sahipliği yapan İsveç’te tribünler doluydu. Türkiye’de atletizm yarışlarında tribünlerde ya aileler ya sporcular olur. Sporcu yetiştirerek spor ülkesi olunmuyor. Gazeteci ve seyirci de yetiştirmemiz gerekiyor. Aynı ayıbı 20 Yaş Altı Dünya Kadınlar Voleybol Şampiyonası finallerinde de hissettim. Bu şampiyonadan birkaç gün önce Türkiye’de aynı milli takımımız Ankara’da 19 Yaş Altı Balkan Şampiyonası’nda şampiyon oldu. Televizyonlarımızda canlı yayın yoktu, tribünde birkaç seyirci vardı. TVF bile şampiyonayı hemen bitirmenin telaşı içindeydi. Bu sene diğer ülkelerde organize edilen diğer yaş gruplarındaki ve erkeklerdeki Balkan voleybol şampiyonalarının hepsinde turnuva sonrası en iyi oyunculara ödüller verildi. TVF, bu ödülleri sitesinde haber yaptı; ancak organize ettiğimiz şampiyonada şampiyon oyuncularımıza ve misafirlerimize bu onuru yaşatmadık. 20 Yaş Altı Dünya Kadınlar Voleybol Şampiyonası finalleri Meksika’da yapıldı. Tüm maçlar Meksika kanallarından yayımlandı. Tüm maçlarda salonlar doldu.
Meksika’nın klasman maçları tıklım tıklımdı. Aynı saatlerde başka salonda oynanan yarı final ve final maçlarında da salon doluydu. Meksikalı spiker Karşıyakalı Yaren servis atmaya geldiğinde “Yine Yaren’in karakteristik servisini izleyeceğiz” diyordu. Türkiye’de kaç spiker bu turnuva sonrası Meksika’da ekol olabilecek bu özgün servis atışından haberdardır? Meksika takımı turnuvada başarısız oldu; ama Meksika medyası ve seyircisi, nasıl spor ülkesi olunduğunu gösterdi.
Meksika’da da 20 yaş altı kadın milli takımımızla gurur duyduk. Oynadığımız 5 maç tie-break ile sonuçlandı. ABD’yi 3-0 yendik. Tie-break ile sonuçlanan en dramatik maçımız yarı final maçıydı. 2-0 öne geçip 2-2 olan maçın son setinde 14-12 öndeyken 2 maç sayısını değerlendiremedik ve Afrikalı oyuncularının iyi oyunuyla İtalya’ya seti 18-16 verdik. Bu sette aleyhimize verilen hatalı çift vuruş kararı gelmese bugün Şampiyon bir milli takımdan bahsediyorduk. Bu takıma şampiyon gibi de davranılmalı, geleceğin şampiyonluklarını kaçırmamak için. Hem erkek hem kadın voleybolunda gerek A milli gerek alt yaş kadrolarında devşirdiği oyuncularla İtalya başarı arıyor. Ülkenin ruhunda sömürgecilik varsa, her yüzyılda onun izini görüyorsunuz. 20 yaş altı milli takımımızın kardeşleri, 16 yaş altı kız milli takımımız ise İtalya’da yenilgisiz Avrupa Şampiyonu oldular. Hem de finalde her seti 25-20 gibi farkla alıp İtalya’yı yenerek!
İsrail’de, 20 yaş altı erkek basketbolcularımız da çeyrek final maçının son saniyesindeki son faul atışını kaçırmasa, İspanya’ya 70-69 yenilmeyecek ve Şampiyonluğun en güçlü adayı olacaktı. Yıllardır Türkiye’de bizden biri olmuş Mustafa’nın mücadelesiyle kazandığı faul atışı da, önceki turda İtalya’yı 82-80 yenerken Onuralp Bitim’in son saniyelerde gelen üçlüğü gibi unutulmaz olabilirdi. Ev sahibi İsrail’in hakem düdükleriyle şampiyon olduğu turnuvada Fransa, İspanya ve Türkiye en iyi basketbolu oynayan ülkelerdi. 18 yaş altı kadın milli takımımızın Nevriye Yılmaz’ın koçluğuyla A ligine çıkışından sonra, Serkan Erdoğan’ın koçluğuyla 20 yaş altı erkek milli takımımızla da umutlandım. Oyunculuğu bırakan değerli basketçilerimizin birer yol gösterici olarak genç takımlarımızın başına seçilmesi doğru bir tercihtir.
Gençlerimiz gümbür gümbür geliyor; Atletizmde, voleybolda, basketbolda; tüm spor dallarında. Medyamız da seyircimiz de buna ayak uydurmalı; artık futbol seyircisi değil spor seyircisi olmalıyız. Ne mutlu ki, Aydınlık başarılı gençlerimize ayak uydurdu. Son haftalarda Aydınlık’ın son sayfasında bir futbol sayfası değil, bir spor sayfası okuyoruz. Öncü öncülüğünü yine yapıyor.
Alıntı/Kaynak: https://www.aydinlik.com.tr/oncu-onculugunu-yapiyor-cem-zeren-kose-yazilari-temmuz-2019
Erzurum Kongresi’nin 100. Yılı Kutlu Olsun
Anadolu'da milli mücadele birliğinin kurulmasının ikinci adımı olan Erzurum Kongresi’nin 100. Yılı Kutlu Olsun
#ErzurumKongresi
#ErzurumKongresi
Milli Mücadele'nin dönüm noktası: Erzurum kongresi
Milli Mücadele'nin dönüm noktası: Erzurum kongresi
Türkiye Cumhuriyeti'nin şekillenmesinde ve Milli Mücadele ruhunun Anadolu'ya yayılmasında en önemli mihenk taşlarından biri olan Erzurum Kongresi'nin bugün 100. yıl dönümü. 23 Temmuz 1919'da Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde toplanan Erzurum Kongresi'nde alınan kararlar hayati öneme sahiptir. Osmanlı'yı parça parça bölmeye çalışan İtilaf Devletleri bu kararlar karşısında amaçlarına ulaşamadılar çünkü top yekün bir mücadele ve kurtuluş ateşi çoktan yanmıştı. İlk kez Erzurum'da gündeme getirilen kimi kararlar dünyaya Türk milletinin bağımsızlık ve özgürlüğünden taviz vermeyeceğini haykırıyordu.
Türkiye Cumhuriyeti'nin şekillenmesinde ve Milli Mücadele ruhunun Anadolu'ya yayılmasında en önemli mihenk taşlarından biri olan Erzurum Kongresi'nin bugün 100. yıl dönümü. 23 Temmuz 1919'da Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde toplanan Erzurum Kongresi'nde alınan kararlar hayati öneme sahiptir. Osmanlı'yı parça parça bölmeye çalışan İtilaf Devletleri bu kararlar karşısında amaçlarına ulaşamadılar çünkü top yekün bir mücadele ve kurtuluş ateşi çoktan yanmıştı. İlk kez Erzurum'da gündeme getirilen kimi kararlar dünyaya Türk milletinin bağımsızlık ve özgürlüğünden taviz vermeyeceğini haykırıyordu.
Alıntı: SABAH Gazetesi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
-
Bu yazımızda Milli Edebiyat Dönemi'nin en önemli şairlerinden biri olan Mehmet Emin Yurdakul'un "Cenge Giderken" şii...
-
Ülkemiz yer şekilleri bakımından oldukça farklı özelliklere sahiptir. Yer şekillerindeki farklılık iklimlerin bölgelere göre değişiklik...
-
* Kün-Ay tamgası ile Türklerle ilgili Göbeklitepe'de T şeklindeki dikilitaşlarda görünen Kün-Ay tamgası, Türk kavimlerinin bayrakla...